DEDE BEŞ GÜNÜN GEÇTİ !
Nasıl ki bir roman, bir öykü yada bir
şiir “giriş, gelişme, sonuç” seyriyle hitam buluyorsa tıpkı insan “ömrü de çocukluk, gençlik, yaşlılık “ evreleriyle
neticelenir.
Her dönemin kendisine has acı-tatlı
yaşamı, hatıra ve mücadeleleri vardır. Çocuklukta insanı büyüten, beleyen,
koruyan ve kollayan bulunurken gençlik; “dirilik, kuvvet” demektir. Hani
eskiler derler ya “ ne gelirse gençlikte gelsin”. Gel gör ki yaşlılık öyle mi.
Gözler de fer, kollar da ve bacaklar da derman ne arar. Baston, gözlük,
kulaklık onun değişmez arkadaşıdır. Var mı yaşlanmadan ömür tamamlayan ?
Öykülerime konu olan olaylar aslın da
gerçek olup bazen sadece isim ve adres
değişikliğine uğrar. Yazdığım öyküde ki olaylardan etkilenip dile getirdiğim “
Bulur yaşlılar “ adlı şiirimin dört kıtasıyla konuya giriyorum.
Gelince yaşlılık başa
Neye yarar dağlar aşman
Kalmayın evlat eline
Çocukların sanma düşman
Alemin gülmesi boşa
Olmasınlar sakın pişman
Düşmeyin elin diline Kıyma saçların teline
Sıraya koyup bakarlar
Takvimdeki yaprak naçar
Issız odaya tıkarlar
Sayılı günlerin geçer
Arada canın sıkarlar Sırada ki evden
kaçar
Huysuzluk etme geline Konmayın
evlat dalına
Osman ince uzun boylu, hafif sarışın,
gö gözlü yakışıklı bir delikanlıydı. Gözlerinin renginin gö
olmasından dolayı adı gö
Osman’a çıkmıştı. Osman; ahırları inek,
dana, kapılarında sürülerce koyun, keçi,
sayısı belli olmayan atlar, eşekler, dönümünü bilmedikleri tarla, bağ ve
bahçeleri olan bir ağanın oğluydu.
Kardeşi yallı Omar’ la sabahtan akşama deyim yerindeyse “ bir eşşek gibi “ çalışırlar, yaşlı babalarına iş
düşürmezlerdi.
Babaları tıfıl Memmet gün görmüş
biriydi. O da bir ağa oğluydu. Zamanın da kardeşleriyle o savaştan bu savaşa
koşmuşlar, diğerleri şehit olurken kendisi birkaç sıyırıkla sağ salim köyüne
dönmüştü. Başka kardeşi olmadığından tüm taşınır ve taşınmazların varisi
olmuştu. Evlendiği ilk eşinden aradan onca yıl geçmesine rağmen çocukları olmazken
sonradan evlendiği gara Fadime’den iki oğlan
bir de kızı olmuştu.
Tıfıl Memmet oğullarının işin ucundan
tuttukları yaşa geldiğin de haliyle yaşlanmış, babadan kalma odaya kendini
atmış, sabahtan akşama kadar gelen
–giden misafirleriyle gününü gün ederken
bataryalı radyosundan
da ajans dinlemeyi ihmal etmezdi.
Gö Osman’la kardeşi yallı Omar bunca
işin altından kalkamadıkları için kapılarında çiftçi, ırgat, amele, çoban hiç
eksik olmazdı. Onların bir dakikasını boş geçirmeye razı olmayan yallı Omar
arada sırada “ yediğinizin, içtiğinizin hakkını verin haa “ diyerek ihtarda
bulunurdu. Askere gitmeden Osman, askerden gelince de Omar evlenip çoluk-çocuğa
karıştılar.
Babaları tıfıl Memmed ‘in ölümünden
sonra eski düzen bir müddet daha devam etse de araya nifak tohumu saçanların
yüzünden ara-sıra kardeşler arasın da geçimsizlikler başlamıştı. Gö Osman
oldukça efendi, gayet hoş görülü
birisiydi. El aklıyla hareket etmez, bir konu üzerinde uzun-uzun düşünür
öyle kara verirdi. O yıllar da Almanya ‘
ya işçi akımı başlamıştı. Sırf ortam gerilmesin diyerek paraya, pula ihtiyacı
olmadığı halde “ seni sana, seni Allah ‘a “ diyerek işleri kardeşi Osman’a
teslim edip Almanya’nın yolunu tuttu.
Yıllar ne çabuk geçmişti. Dört oğlu
olmuş, en büyükleri ilk okulu köyünde bitirmişti bile. Osman izine geldiği
yılın birinde orta okulu okuması için oğlunu şehirde bir akrabasına emanet edip
Almanya’nın yolunu tuttu.
Osman’ın Almanya’da aradan geçen yıllar
içerisinde az da olsa kültürü artmıştı. Orası köydeki görüş ve yaşamla çok
farklıydı. Diğer çocuklarının da okuması gerektiğini, çiftçiğin zamanla karın
doyurmayacağını anlamaya başlamıştı. Zaten hanımından da gel-gel mektupları
alıyordu.
Almanya’dan kesin dönüş yapanlar
rahatlığın şehirde olduğunu anladıkları zaman köyden şehre göç akımına başlamışlardı. Osman
durur mu, o da bu kervana köydeki baba mirası hisse payları ne varsa kardeşi
Omar’a ucuz-pahalı demeden gözünün yaşına bakmayıp satarak dahil oldu.
Hanımı ev işleriyle uğraşırken çocukları
da okuluna gidiyor, Osman’da sağda-solda
vakit geçirmeye çalışıyordu. Şehirde boş durmak, kahve köşeleri beklemek,park
ve cami diplerinde vakit geçirmek kendisine bayağı zor geliyordu.Bu böyle
olmayacaktı.Günün birinde çarşıda öylesine gezerken ”devren satılık bakkaliye “
yazan bir dükkan gözüne ilişti.Anlamasam da ilerde öğrenirim düşüncesiyle
dükkanın hem mülkiyetini hem de içindeki malzemelerini bir dönem bakkaliye
çalıştıran bir arkadaşının akıl hocalığı ile satın aldı.Arkadaşı da boş
geziyordu.Bir ay ona işleri öğrenmesinde yardımcı oldu.
Osman işi bayağı kavramıştı akşam evine
dönerken,neşeleniyor ,yediği yemeğin tadı bir başka oluyordu.Oğullarından yana
bir gaylesi yoktu.Hamdolsun hepsi zamanla devletin yakasına yapışmışlar iş-güç
sahibi olmuşlardı.Sırası geleni tek-tek
evermiş,onları yurt-yuva sahibi
yapmanın mutluluğuna erdiğinde gözde gözlük,elde baston,kulakta kulaklığın
sahibi olduğunun farkına bile varmamıştı.Akşamları hanımıyla beraber
oğullarından her hangi birinin evine oturmaya gidiyor,ya da onlar oturmaya
geliyorlarken yılların su gibi akıp gittiğinin farkında olmuyorlardı.
Hanımı Garel çok hasta idi , bazen nefes
almada zorluk çekse de şehirde muayene olduğu doktorlar bunu yaşlılığına
buluyorlardı.Ankara’da muayene için gittikleri doktor ciğerden aldığı parçanın patolojiden
gelen tahlil neticesini bir hafta sonra gittiklerinde gerçeği onlara söylemede
bir mahsur görmedi.
Üç ay sonra Gö Osman’ın dünyası başına yıkılmıştı. Oğulları
annelerini defnettikten sonra bir araya gelerek babalarına sırayla bakmanın
kararını aldılar.Azına çoğuna bakmadan dükkanı birisine devrederlerken evi
boşaltıp eşyaları eskiciye,orasını da kiraya verdiler.
Gö Osman yine yıllar önceki gibi elde üç
el tespih, kafada bir fötr sabahtan akşama “ora senin ,bura benim” geziyor
akşama doğru da yanında kaldığı”
oğlunun evine gelme saatine” göre
hareket edip evin yolunu tutuyordu.
Hangi oğlunun evinde kaldıysa ilk önceleri kendisine çok
iyi davranılıyordu. Arada- sırada nem, kümler olsa da “yaşlıya bakmak sevap “
duygusu ağır bastığından ses – seda kesiliyordu.Tabi ki baba gelince evdeki dengeler değişmiş,her şey
ona göre ayarlanmıştı.Arada sırada bir araya gelen gelinler aldıkları-huzur evi
kararını “kocalarına diyecek olsalar da konu-komşu dedikodusundan yılıyorlardı.
Git-geller Osman’ı canından bezdirmiş, hasretle
beklediği toprağa ve onda yatan biricik eşi Garel’e bir türlü ulaşıp
kavuşamıyor, ara-sıra kendi kendine “isteğini niye yapmıyon Gareeell” diye
söyleniyordu. Kaldığı evde bazen oğlu ve gelini arasında çıkan tartışmalar
ister istemez kulağına geldikçe bundan üzüntü duyuyor ama elinden bir şey
gelmiyordu. Huzur evine gitmeyi de aklından çıkarmıyor değildi,ama gel-gör ki
aşiret oluşu, oğullarına ilerde kakınç olur korkusu bunun önüne geçiyordu.
Bir
ayı geçkindir oğlu Bayram’ın evinde kalıyor kalmasına da sırası gelen Bilal
onu götürmek için bir türlü evin
kapısını çalmıyor, hanımı Sariye’nin baskısına dayanamayan Bayram ”hadi baba
Bilal’in sırası geldi,seni oraya götüreyim” demeye babasından utanıyordu.
Sariye yeteri kadar eş-dost ziyaretine, çarşı-pazar
alışverişine, hele sıranın kendisine hemen gelmesini istediği paralı günlere
gidememenin ezikliği içinde adeta tırnaklarını yiyordu.Bu duruma fazla
katlanamazdı.Kocasının evden erken çıktığı günün birinde oğlu Altan’ı yanına
çağırıp ”benim sana dediğimi deden
bilmesin,baban duymasın git kendisine şunları,şunları söyle “diyerek sıkı-sıkı
tembihledikten sonra olanları gizlendiği yerden izlemeye başladığında bir savaş
kazanmış kumandan forsundaydı.
Altan ne bilir
yaşlılığı,tespihi,bastonu,kulaklığı,dedesi Gö Osman’ın yıllarca
dağda,taşta,Almanya’da yerine göre aç,susuz çalıştığını,”evlatlarım ele muhtaç
olmasın” diye bir ömür bitirdiğini,hanımı ölünce malı bölmesin diye
evlenmediğini……
Annesi Sariye hanımdan dersini iyi alan
Altan matematik dersinde başarılı olan bir öğrenci edasıyla “DEDE,DEDE BİZDE
BEŞ GÜNÜN FAZLADAN GEÇTİ…..! derken neyin ne olduğunun farkında olmadan çocuk aklıyla adete gözlerinin içi gülüyordu.