Tek katlı, bahçeli evlerin cadde boyu sıralandığı banliyöde yaprak kıpırdamıyordu. Yaşlı sakinler ağaç gölgelerine birer tabure atmış soluklanmaya çalışıyordu. Kapısı salona açılan odadan genç bir adam çıktı. Kucağında kocaman bir vapur maketi taşıyordu. Eski model tüplü televizyonun karşısına yerleştirilmiş bir o kadar eski tek kişilik koltuğa oturdu. Özenle maketi inceleyip bacanın, kaptan köşkünün, pervanenin kontrolünü yaptı. Yere usulca bırakıp sırt çantasından uzaktan kumandayı çıkardı. Pillerini takarken yanına sarışın, yaşlı, iri yarı bir adam geldi. Koltuğa sert bir tekme attı. “İsmail Hakkı, keyfin yerinde!” İsmail ayağa fırladı. “Çekil git başımdan pislik.” “Koltuk ve televizyonun yeri çöplük olacak.” Adamı yakasından tutup savurdu. Gürültü patırtı evin dört bir yanından işitilmekteydi. Mutfaktan telaşla orta yaşlı bir kadın çıkıtı. Güç bela aralarına girdi. Yaşlı adamı göğsünden ittirerek uzaklaştırdı. “Donald, uğraşma artık!” İsmail’e döndü. “Oğlum, uyma ona!” “Kocana söyle; babamın koltuğuna dokunursa canına okurum.” Kadın İsmail’in yanağını okşayarak sakinleştiremeye çalıştı. “Odana götürelim.” “Anne yüz veriyorsun.” “Onun evinde kalıyoruz.” Kadınla İsmail koltuğu sağından solundan tutup İsmail’in odasına taşıdılar. İsmail televizyonu almak için dönmüştü. Donald birayı başını dikip yerdeki vapurla kumandaya işaret etti. “Türk milleti çalışkanmış. Hergele işten izin almış. Tekne yarışlarına katılması eksikti.” İsmail hiddetle Donald’a yöneldi. Alnını alnına dayadı. “Leş kokan ağzına Türk kelimesini almayacaksın.” Donald kahkaha attı. Kadın can havliyle odadan çıkageldi. Donald’ın sesi alay doluydu. Kadına küstahça şişeyi doğrulttu. “Türk milleti zekiymiş. Ah Elif ah! Sen iki işte çalış. Okul faturalarını öde. Oğlunun başvurularına cevap gelmesin.” Elif sırt çantasıyla vapur maketini İsmail’in ellerine tutuştururken Donald’a bakıyordu. “Maketi kendisi yaptı.” İsmail gözleri dolu yumruğunu ısırarak evden çıktı.
Büyük
bir kalabalık okyanus sahilinde toplanmıştı. Bando takımı seyircileri
coşturuyordu. Limonata, dondurma satıcıları tribün aralarında geziyor, cepleri
dolduruyordu. Yarışmacılar alkışlar eşliğinde kıyıya yapılmış parkura
maketlerini bıraktı. Kuledeki spiker mikrofonun başında heyecanla anons
yapıyordu. “Tarihi gemi yarışlarına hoş geldiniz. Yarış için güzel bir hava.
Okyanus dalgasız. Florida valisi aramıza katıldı. Kupa sehpasının yanındaki
yerinden seyircileri selamlıyor. Yarışmacılar ve hakem heyeti son
hazırlıklarını tamamladı. Finallere kalan gemileri tekrar hatırlayalım. Queen
Mary, Hunley, Bandırma vapuru, Bismarck ve Uss indianapolis.”
Yarışmacılar
yan yana dizilmiş, kulakları hakemin silahındaydı. İsmail güneş gözlüğünü
taktı. Uzaktan kumandayı eline aldı. Maket gemilerin pervaneleri çalıştı.
Kıçları köpük köpük oldu. Hakem silahını havaya kaldırdı. “3-2-1” Patlamayla
birlikte gemiler hızla yol aldı. Spikerin heyecan dolu sesi seyircilerin
üzerini örtmüştü. “Uss indianapolis, Bandırma vapuruna çarpıp öne geçti. İsmail
Hakkı’nın işi zor. Vapurun iskeleti diğerlerine göre daha küçük. Aldığı
darbeyle dengesini kaybetti.”
Çarpan
yarışmacı İsmail’e pis pis sırıttı. “Bandırma vapuru bu sefer kıyıyı
göremeyecek!” İsmail’in kan beynine sıçradı. Kumandayı olanca kuvvetiyle
ağzının ortasına yapıştırdı. Hakemler araya girerek kavga büyümeden gençleri
ayırdı.
Spiker
olup biteni anlatırken gözü ufka kaydı. Endişeyle dürbünü alıp baktı. Gri bulut
kümesi sahile yaklaşmaktaydı. Meteoroloji istasyonundan telsize uyarı geldi.
“Fırtınanın şiddeti artıyor. Sahili boşaltın.” Sert bir rüzgâr kumları
havalandırdı. Seyirciler şapkalarını, çantalarını tuttu. Tahta tribün
sallanmaktaydı. Dalgalar yükseldi. Hakemlerden biri kuleye çıktı. Spiker dehşet
içindeydi. “Yarışmayı bitir!” Hakem kuleden inerken çatı sökülüp tribüne doğru
uçtu. Seyirciler panikle sağa sola kaçışıyordu. Okyanusta sular gökyüzüne doğru
yükseldi. Kendi etrafında dönüyordu. Spiker canhıraş bağırdı. “Hortummm!”
Yağmur bastırdı. Yarışmacılar seyircilerin arasına karışıp otobüslere doğru
koştu. Gemiler alabora olmaktaydı. İsmail sırılsıklam olmuştu. Kumanda elinde
gözü vapurdaydı. Hakem yanına geldi. Kolundan tuttu. “Bırak şu vapuru!” “Bugün
19 Mayıs!” Şezlonglar havalanmıştı. Arkalarından bir tane hızla çarptı.
Düştüler. Hakem doğruldu.
Elif
evin önünde polislerle konuşurken gözyaşlarını tutamadı. “İsmail’imi bulun.”
Donald Elif’in yanına gelip sarılmak istedi. Elif tersleyip ağlayarak içeri
girdi. Arkasından Donald takip etti. Elif mutfak masasına başını koymuş
hıçkırıklara boğulmuştu. Omzuna bir el kondu. Hışımla başını kaldırdı.
“İsmailll!” Sarıldılar. Elif’in üstü başı ıslandı. Kupayı görünce ağlaması
gülümsemeye döndü. İsmail kupayı uzattı. Elif parmaklarını üzerinde
gezdiriyordu. İsmail sevgi dolu bir sesle uyardı. “Üstüne dikkat et anne.
Sivri. Parmağın kesilmesin.” “Annesini de düşünürmüş. Hadi gel. Üst başını
değişelim.” Donald mutfak kapısında mutlu manzarayı büyük bir kıskançlıkla
seyrediyordu. İsmail kupayı alıp ona baktı. “TÜRK MİLLETİ ÇALIŞKANDIR.” Anne
oğul kıkırdayarak önünden geçtiler. Salondan odaya yürürlerken İsmail yeni
koltuk ve televizyonu fark etti. “Anne, sen odaya geç. Yer ayarla. Tüplü baba
yadigârını alayım.” Televizyonu yüklenip odasına getirdi. Pencerenin sağında
çekmeceliğin üstüne koydu. Elif televizyonun tozunu alırken İsmail pantolonun
arka cebinden ıslanmış bir zarf çıkarıp uzattı. Elif şaşırdı. Zarfın üzerindeki
yazı silinmişti. Merakla açtı. “sn. İsmail Hakkı Durusu; MIT - Massachusetts Institute of Technology burs
başvurusu kabul edilmiştir. TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR.”
Donald
Elif’in sevinç çığlığını duyunca canı iyice sıkıldı. Buzdolabından bir bira
aldı. Fıstık tabağını unutmadı. “Ah şu Türkler,” diye söylene söylene salona
çıktı. Büyük ekran televizyonu görünce keyfi yerine geldi. Fıstık tabağını
koluyla göbeğinin üzerine sıkıştırdı. Kumandayı alıp açtı. Gözleri televizyonda
oturuyordu ki…
Elif dikkatle her satırı tekrar tekrar yüksek sesle okurken duraksadı. Gözleri bir şey aradı. “Oğlum kupa nerede?” Salondan Donald’ın acı dolu feryadı yükseldi. “Aman Tanrımmm!” Elif salona fırladı. Donald yerde, şortunun altını tutuyordu. İsmail eşikte dikilmişti. “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!”