Sen sürüncemede kaldın biliyorum;
Bu türkü buradan ayrıldığından beri ve başaklar dolu memelere aktığından beri/ kırmızı kasketli adam uğramadı buralara… Buralar senin yazgın kokmuyor artık ne desem elde kalan ne desem erken ölüm…
Seni sevesi var bütün sevmelerin/kalp öyle odacıklara ayrılmış kaç gönül yarası sığar bilmiyorum kaç aşk, kaç zaman… Annem eski kazaklardan ördü patikleri tüm ayıp yerlerimi yamaladı eski fistanlarda eskiydi gülüşüm bakışım sevdam hatta duvardaki kanaviçe çerçeveli resim bile…
Sen geldin!
Nice dökük viranelerden savaşın çirkin yüzüne rağmen sen geldin yaralarıma, sen geldin çığlığıma ama ben eskimiş bir yüzle karşılayamadım seni yüzüm nikap yüzüm peçe… Aşka direnç hallerimi saatler perçinledi şaraplar sıvadı sözümdeki nağmeleri dilim ekşi bir limonun iç odacıklarında…
Zengin sofralarını analıkızlı çorbalar süslerken senle ben yoksulluğa kalkan olduk erken sağalmıyor yaralarımız erken gülümsemiyor yanaklar… Yanaklar mor…
Biz keven sarmış tarlalarda ellerimiz nasırlaşıncaya kadar çürürken bir bulut bile gülümsemedi yâdımızda… Bir rüzgâr yalamadı bakışlarımızı aşkla…
Söz verdi evet yoksulluğun bir yazgı olmadığına ve kuru gürültülere ahımız yoktu/yoktu mihnet âleme…
Sen sürüncemede kaldın biliyorum bizim gözyaşlarımız çeyiz sandıklarında bir bakışı saramadı yüreğimiz bir yazgıyı silemedi sözlerimiz erken gelenlerin ardında erken solduk…
Yoksulluğu giymişler bir kız bir ana ve birde baba/
Dayan bana baba dayan bana…