İnsanlık tarihi boyunca zaman, hep kontrol edilesi bir gidiş olmuştur. Zamanı öğrenen insan oğlu, onu kontrol etmek istemiş, bunun için türlü icatlar, türlü çalışmalar yapmıştır...

Su saati, kum saati, güneş saati, köstekli saat (hani şu dedelerimizin gömlek ceplerinde duran ve ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ü bir kurşunun belasından kurtaran), sonra kol saatleri, kurmalı saatler, pilli saatler ve nihayet, günümüzün en modern dijital saatleri... Cep telefonlarımızdan bilgisayarlarımıza, hatta buz dolaplarımıza, duvarlarımızdan arabamıza kadar her yerde, ona yer açtığımız, hep etrafımızda onu istediğimiz zaman bilicileri, saatler...

Bu sektör o denli gelişmiş ki, bazı ülkeler, ürettikleri zaman bilicileriyle nam salmaya başlamış. Zamanı bir biçimde kontrol etmek, gidişine değilse bile yolculuğuna tanıklık etmek için, gündelik işlerimizi ona uydurmak için kullanıyoruz bu zaman bilicilerini...

Akrep ve yelkovan, birbirinin ardınca yürüyüp giderken, hangi anında bize ne getireceğini bilmeden, onu izliyoruz. Ölümcül bir hasta, sonunu bekliyor o yürüyüş sırasında. Bir sevgili, yarinden haber bekliyor. Tren, rayların üzerinde tüm heybetiyle duruyor ama, o da bekliyor zamanın gelmesini. İki sevgili, ellerini ayıramıyorlar birbirlerinden, geçmesin istiyorlar bu son saniyeleri ama, onlar da zamanı bekliyorlar. Bilinen zamanlar bunlar. Yani, beklenen bir zaman trafiği. Bir de, saat öylece ilerlerken, akrep ve yelkovan birbirlerini ahenkle takip ederken, bilinmez bir anda olanlar var. Örneğin: hangimiz tahmin edebilirdikki bundan on yıl önce, saat üçü biraz geçen bir ağustos gecesinde marmaranın sarsılıp, tonla ölümü kusacağını? hangimiz en sevdiğimizin bir daha dönmeyeceği bir yolculuğa çıkacağını o zaman bilicisine sorsak bize yanıtı ne olur? akrep ve yelkovan sadece, hangi zaman diliminde ne olduğunu gösterebiliyor hala. Ne olacağını değil. Olan her neyse, olduktan sonra anlayıp, ileriki zamanlarda, zaman bilicisi aynı noktaya geldiğinde, geçmiş zamanda olan, o an aynada belirebiliyor. Bu yazımı yazarken, zaman bilicisi bana, saatin on buçuk suları olduğunu söylemekteydi. Ben, sadece bunu biliyorum. Aynı zaman, aynı şeyi başkasına söylerken, kulağına kim bilir neler fısıldadı, neler söyledi...

Yani içinde kaybolduğumuz ve aslında sınırlı bir anlar toplamı olduğunu bildiğimiz halde, onu kontrol etmek istediğimiz zaman, hepmize aynı anda bir çok şey söylüyor. Kimimiz için bu günün hiç bir anlamı yok belki. Ama belki, bir kadın ilk bebeğini dünyaya taşıyor bu gün. Bir şifasız derdin yaşayıcısı, şu an son kez ellerini birleştiriyor, semaya bakıyor. Cezası bitmiş bir hükümlü, taş duvarların ardına geçiyor, belki bir başkası, o taş duvarlarla yeni tanışıyor. Belki biri, alıp eline oltasını, onca ayaza rağmen, denize sorular soruyor, denizin dilini duymayı deniyor. Belki deniz, köpük köpük bir çağlayışı, bir onulmaz yaraya doğru hoyratça bırakıyor...

Şu an bilinen an ve yaşanmış geçmiş an. Gelecek an muamma, gelirse, ne ala... Belirleyici olan ne? zaman mı, yaşanan mı? zamanda beliren mi, yaşanıp beliren mi? sahi: yazımı yazmaya başladığımda bakmıştım ve sormuştum zaman bilicisine, ondan beri epey oldu: şu an saat kaç? herkeste saat aynı. Ama herkesin zamanı, saati, ona farklıyı getiriyor, taşıyor. Sizin saatiniz kaçsa, zaman da onu getirmiştir aslında. Saat kaç?...
( Saat Kaç başlıklı yazı Fırat AVCI tarafından 4.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu