Ormanın içinde bir yerdi burası. Yangın, uykularında yakaladı sessizce… Yeşilin içinde olmak güzel, tertemiz havayı koklamak enfes, ayaklar çimenlerde gezinmek hayal gibi… Kim istemez böyle yerde yaşamayı! Ancak yabani hayvanlara sen bizi rahatsız edemezsin diyemezsiniz, ancak fırtına ile yayılan yangına dur diyemezsiniz… Kaliforniya’daki gibi! Kaç gündür cayır, cayır yanıyor, en yüksek teknolojiye sahip ülkede yangın söndürülemiyor… Elliye yakın insan korkunç bir şekilde ölüyor. Kimse fırtınaya biraz mola ver de yangını söndürelim diyemiyor. Dua etse de engel olamıyor, delice esmeye devam ediyor. Doğanın kanunu bu… İlahi adaletin sonucu bu!
Ormanın içi burası… Emekli olmuşlar, lüks bir ev yapmışlar… İçinde yok, yok, havuz, sauna… Gecenin bir anında yer beşik gibi sallanıyor, deprem insanı uykuda yakalıyor. O lüks ev, yerle bir oluyor… Altında kalan insanlar, yaralanıyor, şık elbiseleri toz toprağa bulanıyor, ölüyor da… O insanlar ebedi emekliliği hak ediyorlar. Yazgı bu… Elden ne gelir ki!
Yüksek dağın eteklerinde bir orman köyü burası... Hani burada yaşayan insanlar cennette yaşıyoruz deseler yeridir. Evler birbirinde uzakta, kimse kimseyi rahatsız etmeyecek uzaklıkta. Bahçelerde türlü meyve ağaçları, havuzları… Kenarından geçen deresi gürül gürül akıyor. İnsanlar burada kitap okuyor, şiir ve roman yazıyor, bal arılarıyla konuşuyorlar, kelebek kovalıyorlar… Yine gecenin bir vaktinde yanardağ patlıyor, taşları bu evlere fırlatıyor… Sanki Lut kavmi helak oluyor. Sanki Pompei yerle bir ediliyor. Kimse kaçamıyor. Her yerde ölüm kokusu, ecele faydası yok saran korkusu…
Afet doğal, ancak insan tedbir almıyor. Dünyada cenneti yaşamak için doğanın örtüsünü bozuyor ve kurallarını hiçe sayıyor, âdete doğayı öldürüyor. Yaratılmış en güzel şekliyle Allah’ın rahmet olarak sunduğu doğayı, yine insanlığa bu şekilde sunduğu faydayı görmüyor, bir evcil hayvana gösterdiği ilgisi kadar ilgi göstermiyor, korumuyor, kollamıyor… İhtişamını değiştiriyor, kendine göre ihtişam tanımı yaparak, ona göre düzenleyerek yaşıyor. Ancak doğayı da koruyan, değişime uğratarak güzelleştiren, yeniden hizmete sunan araçları var… Esen rüzgâr, patlayan yanardağ ve depremler… Ve Bilmediğimiz başka afetler, neler, neler! Biz kendimize göre doğayı değiştirdikçe, sonu dehşetle biten afetler, bizi uyarıyor. Siz doğama zarar verirseniz, bende size zarar veririm diyor adeta…
O afetler diyor ki, ben yalanı, şiddeti, zalimi asla affetmem. Kimseyi kimseden ayırt etmem. Çünkü zalime dur demeyen saf insanda bana göre zalimdir diyor. Zalimle boyun büken ne kadar ibadet etse, o ibadetinin onun ameline bir faydası da yoktur. Zalimlerde bir gün ölecektir sonuçta…
Belki de, ibadet edene Rabbim der ki, yalnız benden kork, hakkıyla… Eğer korkmazsan, o korktuğun zalim ölüm anında gelsin seni kurtarsın bakalım. Zalim öldürecek sanırsın, o ormanın içindeki konforun sürecek sanırsın, ne yaşarsam kârdır dersin ama Rabbine isyan etmenin ebediyen dönüşü yok. Zalime isyan etsen dehşeti o an yaşarsın yalnızca sonuçta…
O yeşil ormanlar dili olmayan evcil hayvanlar gibi bize emanet edilmiş. Ha bombalarla insanları öldürmüşsün ha çaktığın kibritten çıkan ateşle ağaçları yakmışsın… O ağaçlar ölürse, insanlık yaşar mı? Hiçbir şey boşuna yaratılmamış, ormanlar övgü dolu şehirler gibi sıradan ve boşuna planlanmamış…
Afet zarar vermez, biz onu bu hale getiririz…
Saffet Kuramaz