"Kara trenin isine boğuldu yolculuk, oysa mavi bir yolculuk düşlemişti yolculuğa
çıkarken" Kocaman sessizlik: yalnızlık treninin garip yolcusunu sonsuzluğa taşırken, katarların nefes alışları bozuyordu sessizliği. Sonra cılız bir ıslığa başladı adam trenin sesine tempo tutarcasına.
Yol boyunca yan yana sıralanan dağlar gözlerinden bir bulut gibi geçiyordu.
Tutsak bir mülteciydi yüreği, kaç istasyon geçmişti. Kaç kere durup kalkmıştı tren,kaç kez duymuştu kampananın sesini...
Değişen her kondüktör ayrı ayrı bilet sordu adama, ne bir istasyonda inebildi ne de bir türlü dindi yüreği.
Nereye aitti bilmiyordu. Ta ki kırmızı başlıklı kız trene bininceye kadar.
Gözleri gülümsedi adamın kızı görünce, bir şey söylemek istedi söyleyemedi.
Çocukluğundan geçiyordu tren el sallamak istedi yapamadı. Yasemin kokuları aldı oysa is kokuyordu.
Sayısız düşler kurdu "an" içinde Farkında olmadan "anne!" diye inledi.
Bu kez "Kırmızı başlıklı kız" gülümsedi. Utandı dışarı baktı. Raylar cennete giden yol gibi göründü gözüne. Kıza doğru döndü gülmek isteyen suratı ağlamaklı...
Tren gelincik tarlalarından geçerken, o bir tomurcuk gül düşledi.
Kalbinde bir şölen başlamıştı sanki. Bir tomurcuk gül ah bir tomurcuk gül dedi içinden. Boş elini kıza uzattı, kız teşekkür etti gülü aldı ve gitti. İnşallah kurtlar yemez kurtulur diye dua etti adam.
Bir kere daha uzattı biletini gözleri uykulu kondüktöre. İçindeki varoluş sancısı yüzüne vurdu bir kere daha.
Yorgun gözlerini kapattı, Yine aynı trajedi kapladı içini.
Yeni bir şiirin içine gömüldü.
Ne idim nasıl oldum deyip kahır etmedim
Tam bittim diyecekken gözüm açtım bitmedim
Azım çok olsun diye rüyalara yatmadım
Bozulanı yeniden kurmaktır benim sevdam
Hava karardı, yalnızlıkla gece kör ebe oynuyorlardı. Gündüz yakan güneş zemheriye dönüştü geceyle. Mil çekildi ağlayan gözlerine titreyen dudakları karıştı nefesine.
Mısralar döküldü bir bir akıverdi geçmişe doğru. Dingin
gençliğini hatırladı sayfalar yetmedi.
Delişmen bir çocuktum Karciğar şarkı gibi
Fer gitti gözlerimden aramaktan yoruldum
Sallanır döner başım yüz yıllık kargı gibi
Lal oldu şu dillerim haykırmaktan yoruldum
Suyum ben çeşmelerde dil susar gözüm susmaz
Yorgun dilim sussa da yürekte sözüm susmaz
Sevda bahçelerinde can suyum özüm susmaz
Akmaz oldu gözlerim sular gibi duruldum
"Kendine dikkat et olaylara karışma" diyen babasını hatırladı.
Bir süre dondu yazamadı Annesinin sesiyle irkildi yeniden yazmaya başladı..."
"Akşam çökünce güllerin yavaş yavaş ermeye başladığını gördüm bugün.
Öyle saf ve temizler ki
Ve yaza umutla bakıyorlar belli.
Kıyamazsın değil koparmaya, koklamaya bile.
Sonra gözüme duvarın dibinde yıllardır solgun duran ıhlamur ağacı çarptı
Ne hikmetse bu sene bir canlanmış, bir canlanmış inanamazsın
Onun bu hali sevindirdi beni"
Sonra sevdiği oğluna yazmak istedi. Önce yutkundu dayanamadı mülteci yüreği.
Onu hatırladı ve ağladı, ağladı. Küllerden sözcükler üretmeye çalıştı, yeni kıvılcımlar
türedi. Yavrum diye ünledi...
"Gece vurunca cama gözleri düşer akla.
Yaşından beklenmeyen sözleri düşer akla.
Kalbimde bıraktığı izleri düşer akla.
Siliverir dünyanın pasını yüreğimde.
Neresi sıla bilmem neresi gurbet bize.
Ha bugün yarın derken vuslat hep kaldı güze.
İçimdeki acıyı nasıl anlatsam size.
Bir sır gibi sakladım yasını yüreğimde.
Babaca şefkatimden emin olup bilse de.
Beni üzmemek için özde naçar kalsa da.
Bir yiğit ki anlatmaz, sıkıntısı olsa da.
Taşıyorum evladın hasını yüreğimde."
Cümleler yetersizdi yılmıştı düşleri bir fısıltıyla geçen ömrünü düşündü.
Bir kez daha sarıldı kaleme, yorgun harfler kendiliğinden yerlerini buluyordu.
Feveranlara tıkadı kulaklarını gecenin koynuna sığındı.
"Damlacıklar kum olup, dökülürken kağıda
Kalemin gücü yetmez, yenik düşer ağıda
Bir an tutukluk yapar, ıslak gözlerin dalar
Terk-i diyar etmiştir, hükümsüzdür sevdalar
Küsen çocuk edası, yerleşir tiynetine
Kahrederken mağrurca, bitmeyen halvetine
Şafağın vedasıyla, gün vurur yüzümüze
Bir satır uyku ile, döneriz özümüze"
At başı buluştu dizeler bir biriyle ve kırmızı başlıklı kız yine göründü ve bu defa
bir daha hiç gitmemecesine, tebessümle, sevgiyle.
Annesi gibi bakıyordu kara gözleri. O da gülümsedi.
Yasaklanmış duygular içine gömülen kalemi aldı, sevgiye mutluluğa törpüledi.
"Gecelerin matemi suskunken kederinden,
Küçük sahil köyünden bir ses geldi derinden.
Işıl ışıl ışıdı aşık gözünde nurla,
Sevmek çok güzel" Dedi maşuğuna onurla.
Adı mutluluk muydu adam tereddüt etti.
Elini uzatınca ateş-i cana yetti.
Ak saçının teline, yaşına yakıştırdı.
Bir lokma bir hırkaya aşına yakıştırdı.
Hayal mi gerçek miydi yumdu açtı gözünü.
İşledi dimağına kadının her sözünü.
Dalan gözü düşledi, Ferhat ile Şirini,
At dedi yüreğine şu mazinin kirini.
Hiç bir şey değişmedi demek rüya değildi.
Bir olalım diyerek diz çökerek eğildi.
Mavi umutlarına huyunu yakıştırdı.
Gözünden akan yaşın suyunu yakıştırdı"
Sevmek neydi? "Kalp mi insana “sev” diyen, yoksa yalnızlık mı körükleyen?
Sahi nedir sevmek, bir muma ateş olmak mı, yoksa yanan ateşe dokunmak mı?"
Yoksa kara trenin isinden kurtulup el ele mavi bir yolculuk mu?
Mehmet Fikret ÜNALAN