GÜNEŞ’İN KUZEYDEN DOĞDUĞU GÜN
Bahseder Dede Korkut destanı,
Doğu Karadeniz’de, Anadolu’da,
Oğuzun Cenginden, varlığından.
Fatih’in zamanından beri,
hiç düşmedi elimizden.
Hep Müslüman yurdu olarak kaldı.
Şüphe yok ki
Çoğunluğumuzdan, çokluğumuzdan.
Azınlık olarak yaşadı Rumlar aramızda,
İnancımızdan, hoşgörümüzden…
Asırlardır zehri varmış deliğinde sakladığı.
Bir kötü hevesi varmış Pontus rüyası denen.
Bir düş ki;
Lakabı Yunanistan’ın ikizi.
Adı Pontus Cumhuriyeti.
Asırlardır biz onu himaye ederken.
Ne düşman ne cenk görmeden.
Tatlı dilimizle çıkmış, nefretiyle girmiş deliğine…
Asırlardır biriktirmiş zehrini…
Su uyumuş, düşman uyumamış koynumuzda.
Beslediğimiz yılan, bizi boğmak için boynumuzda.
Azınlığın büyük düşü.
Bir avuç sırtlan çetesinin,
Pis pis hırlayıp, sırıtan dişi.
Pontus’un kırk haramisi…
Sözde gizli bir ihtilâl ordusu…
Tabi ki
Arkasında var şeytan işi…
Müslüman köyleri bastılar.
Mala cana zarar verip,
Rumlar katlediliyor diye,
yaygarayı bastılar.
Oyun besbelli;
Ateşkes anlaşması gereği,
İngilizler Samsun’a çıkacak.
Sonra da Pontus kurulacak.
Oldu bitti İzmir gibi…
Ve işgal kuvvetleri İstanbul hükümetine
Plan gereği Samsun bölgesi asayiş meselelerini,
Hatırlatarak, ihtarname çeker.
İşgal kuvvetleri hükümete:
“ Samsun ve havalisinde Türkler Rumlara taarruz
ediyorlar. Bunu önleyin, yoksa oralarını işgal ederiz.”
Ve Asayiş meselelerinin çözümü için;
Mustafa Kemal 3. Ordu müfettişi olarak geniş yetki ile tayin edilir.
Artık Anadolu yolu gözükmüştür…
“Ben zaten, şu veya bu suretle Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Madem ki onlar teklif ettiler; fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliydim.”
MUSTAFA KEMAL
Bandırma vapuruyla yola çıkılacaktır.
Bir vapur ki
paslanmış, hurda, dökük…
Pusulası kırık.
Hantal son sürati 7 mil
Sanki yüzen kağnı…
Ama yükü büyük…
Bir milletin kaderini yüklenmiş.
Allah’ın tedbiri idi;
Mustafa’nın bahşedilmiş zekâsı idi,
Mehmet’in hediye edilmiş imanı idi.
Gerisi hikmeti bilmek ona uyup
Kaderimizi tayin ve takip etmekti…
Bir haber gelir
Takip edip, çevrilecektir Bandırma vapuru,
bir işgal torpido gemisiyle.
Alıcı kuşlar gibi,
fırsatçı martılar yerine…
Bizden başka hiç kimsenin,
işine gelmez bu yolculuk…
“Derhal ve bütün süratinle denize açıl…” der MUSTAFA KEMAL kaptana.
Tüm tehlikelerle kol kola.
16Mayıs 1919 da çıkılır yola.
Kıyıdan kıyıdan gidilecek.
Saldırı olursa, hemen karaya çıkılacak …
Gökte ne yıldız var ne Ay.
Ne de yön bulacak pusula.
Varsa yoksa
Solumuz deniz, sağımız Anadolu…
Kırıktı, Bandırma vapurunun pusulası.
Ümmetin, sarayın ihanetine
kırılan kalbimiz gibi…
Yukarda Allah…
Arkamızda Muhammet…
İçimiz de iman…
Dilimizde kuran…
Önümüzde istiklal…
Sağımız Kemal, solumuz Mehmet…
Daha ne olsun…
Olsun varsın önemlimi
Kırık pusula?
Gerçek bir şimali,
İstiklalin pusulasını
taşıyordu Bandırma vapuru.
Asırlarca altın postu aramaya
çıktı insanoğlu batıl yoluna…
Şimdi altın saçlı adam çıkmıştı
Karadeniz’e Hak yoluna …
İşte yine bir gemi,
İşte yine bir fırtına,
İşte yine bir top yekûn kurtuluş.
Nuh değildi haşa…
Allah’ın naçizane bir kuluydu.
Allah’ın tedbiri ona bahşettiği
Eşsiz zekaydı…
Ancak o kula kulluk denen
Feleğin şu girilen kör labirentinden
Muhammed’in yoluna bir kapı açabilirdi.
Bu yüzdendir ki
Mazlum bir milletin
Şu fırtınada, dalgaların arasında
yüzen tutunacak dalıydı Bozkurt…
Dalgalandıkça dalgalanıyordu Karadeniz.
Sanki Mevla almış
Göndere çekmiş…
Bayrak gibi,
Çocuksu bir heves gibi…
Aşk ile alınmış nefes gibi…
Bizden önce göğüs kabarttı,
olacak olanlara Karadeniz.
Fırtınanın sesi o gün ona,
galipten gelen ses gibi.
Salladıkça sallar vapuru Karadeniz.
Bir beşik sallar gibi.
Kulaklarda rüzgârın uğultusu
Sanki
Cumhuriyetin ninnisi gibi …
Paşadan başka herkesi deniz tutar.
Herkes kamarasına çekilmişken.
O,
O derin zekaya, o derin bakışlara yaraşır,
derin denizlerin mavisi gözlerle
ufka bakar ve düşünceye dalar…
o değil mi
Beni görmek demek behemahal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” Diyen…
Bak,gör işte onu…
Hiç sönmeyen ışığıyla…
Sayesinde çarpan yüreğinle…
Gönül gözünle…
Şükretmen gereken kimliğinle…özünle…
O gün kendisine ne olacağını değil,
Bize ne olacağımızı düşünmüştür.
Maziyi değil geleceği düşünmüştür.
Ufka bakan o gözler,
Kongreleri, Meclisi
Sakarya’yı, Kocatepe’yi ve tabi ki;
Yunanın denize döküleceği günü düşünmüştür.
O hep uzağı gören gözlerle,
Evlatlarını,23 nisanı görmüştür.
Onlara sulh içinde bir yaşam düşünmüştür.
Belki de gençliğe bir hitabı,
yazacağı Nutuk’u düşünmüştür.
Ve tabi ki
Millet için çarpan,
O temiz cesur yürekle…
İnkılapları düşünmüştür.
Okuyan, yazan, çalışan…
Aydın kadınlar görmüştür.
Bir tek Allah’ kul
Fikri hür, vicdanı hür,
Adam gibi adamlar düşünmüştür.
Devrimi, Devleti düşünmüştür.
Ve tabi ki CUMHURİYETİ görmüştür.
Fırtınalı ufukta bir görünüp,
bir batarken bu umutlar.
Her dert düşünüp çare bulduğunda,
Kara da daha ne fırtınalar çıkacağını,
yılmaması gerektiğini düşünmüştür.
O deri zekaya, o derin bakışlara
yaraşır mavi gözleri,
Karadeniz’in mavisine karışmış, gitmiş,
Ufuklar bir girdap gibi içine akmış,
Bandırma vapurundan önce
çoktan Samsun’a ayak basıp,
Yunanı denize dökmüştür.
Ve muhtemeldir ki
“ EVVELA ALLAH’A,AMA ASIL KENDİMİZE GÜVENMEKTEN BAŞKA ÇAREMİZ YOKTUR”
Sözünü ilk orada düşünmüştür.
Mustafa Kemal’in bizim için fikirleri vardı.
İstedi ki kendisinde kalmasın.
Mustafa Kemal’in bizim için hayalleri vardı.
İstedi ki mazi elinden almasın.
Mustafa Kemal’in Eşsiz zekâsı vardı,
Hiçbir işimiz şansa kalmasın.
Hiçbir soru cevapsız olmasın.
Bizim için bitmez tükenmez çabası vardı.
Bizim için yapılması gereken,
Hiçbir iş yarım kalmasın.
Mustafa Kemal’in kalemi vardı.
Hep geleceği, geleceğimizi yazdı.
Nutuk’ta bile bizim için ne yaptı onu anlattı.
Ne kendini övdü, ne kendi derdini anlattı.
Mustafa Kemal’inde bir yüreği vardı.
Vatan için atan…
Belki bir sevdası vardı Vatandan gayrı,
Vatan için gonca gülünü mazide bıraktı.
Mustafa Kemal’inde nefsi vardı…
Belki bir düşü vardı, yoluna atlas serecek.
Yarım kaldı fani hevesleri ihtirasları,
Yoksa hangi Atlas yurdu sırlanacak.
Hepsini maziye gömdü, bıraktı.
Öyle uygun gördü.
Ahirete kadar sır kalacaktı.
Milletin varlığına köle,
aydınlığımıza ışık olarak kaldı.
Ne kendini övdü, ne derdini anlattı.
O hatıra defteri olarak,
şanlı tarihimizi bıraktı.
Tarihimize ve fikirlerine sahip olup
Bize, bizi bilmeyi, bize, biz olmayı,
görev ve miras bıraktı.
Kendi faniydi öldüğüne,
fikirleri bakiydi yaşadığına hayret etmeyiz.
Iş ki onu taşıyacak temiz yüreğimiz,
Kadir, kıymet bilecek imanımız olsun.
Olsun ki şehitlerimizin ve Allah’ın rızası
üzerimize olsun.
Bu onun hayatı.
Onun hayatı da;
Bizim varoluş destanımızdır.
Bu Dünyaya var değil var olmaya geldik.
İyi, kötü neye hayat verirsen kendi içinde…
Güzel, çirkin ne eser bırakırsan arkanda…
Doğarken ne olduğun değil, ölürken ne olduğun dur seni var eden…
Doğduğun gerçek, öleceğin de mukadder.
Doğacağını bilmiyordun, öleceğini biliyorsun.
Doğarken sen düşünmedin, bari ölümden sonrası sana kalsın…
Bu yüzden ki doğum günü sorulduğunda 19 Mayıs demiştir.
Ve tabi ki bu yüzden.
Şu cümle,
büyük Nutuk’un ilk ve başlangıç cümlesidir.
“ (1919) senesi mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım.”
Talih onun yüzüne gülmüştü.
Bandırma vapuruyla,
Gözleri ufukta düşüncelere dalarak.
Göz açıp kapayana kadar Samsun’a varmıştır.
Hatalarıyla sevaplarıyla tarihin en büyük adamıydı.
Kusursuz olsa Resulden farkı kalmazdı.
Resulün 20. Asırda baş sancaktarıydı.
O, bize yön buldu.
Seccadelerimizi kuldan kıbleye çevirdi.
O, Resulün yoluna Atlas serdi.
Kula kulluktan çıkıp,
bir tek Allah’a kul olmayı bekleyen Milleti için
Yolda onca planı düşleyen Bozkurdu
Allah elbette kayıracaktı…
Ve Allah izin verdi ki.
” 19 Mayıs 1919 da Güneş, kuzeyden doğdu”
Ve tabi ki Mevla’dan
“O derin zekaya, o derin bakışlara,
ancak derin denizlerin mavisi yakışırdı.”
Dr. Özgür EKER 22.02.2018*(Bu günde benim doğum günüm)