GEZGİN ( ruh suretlerinde kalbimin
yelkenleri )
Yollar bir
ipliğin ucu gibi uzanıp gidiyordu. Alabildiğine bir yeşillik öbeği tüm dağları
kaplayıp, görsel bir şölen sunuyordu. Burak şakaklarını ovuşturarak manzaraya
tekrar baktı. “ Yeşilin ne kadar da tonu varmış.” Diye düşündü. Macera yaşamak
için, doğru yerde olduğunu anladı. Tüm bu şehir girdabından uzak, kendini dağlara
vurma tabiri tam da yaptığı şeydi. Fırtına vadisine gidiyordu. Türkiye’nin en
iyi rafting turları orada yapılıyordu. İlk kataloğu eline aldığından beri
hayalini, kurduğu bir çılgınlıktı. Çünkü adrenalin Burak için yaşamakla aynı
şeydi. Monoton bir hayat içinde sıkıntıdan patlamak yerine, çılgınca şeyler
yapmanın ne zararı vardı ki? Tamam kabul ediyordu, tabi ki tehlikeliydi. Fakat
yaşamak, yeni enerjiler hissetmek, doğanın sınırlarını sonuna kadar zorlamaktan
geçiyordu. Yoksa gömleğin üzerinde boğazını sıkmış bir kravat “ Dar ağacında, boyuna ilmek geçirme “
örneğinden farksızdı ve bir çok hayal gücü yüksek ruh , toplumun baskısı
altında ezilip, yitip gidiyordu. “Toplumun
kendinleştirme gücü, insanı yok etme ile eşdeğer seviyede silahtı.”
Burak bunu hayatın içine karıştığı her gün görüyordu. Kadınlara ‘’hayatın tüm
güzelliklerini keşfet ‘’ demek yerine , “evlen” Erkeklere ise monoton bir düzen
dayatması yapılıyordu. Halbuki Burak’ın
en iyi bildiği düzensizliğin içerisindeki düzen sihiri idi.
Yıllardır bu
geziyi tasarlıyordu. Hayatı boyunca tur şirketleriyle gezmekten hiç
hoşlanmamıştı. Tüm şirketler bu gezileri yöresel tatları gösterme bahanesiyle,
yemek yemeye odaklamıştı. Gezdirmiyor, tüm gezginleri daha da şişiriyorlardı.
Burak ise adım adım gezmeyi severdi. Aslında doğru olan “sırt çantasını
omuzlayıp, ayaklarının altında her taşa basa basa, ruhunda hissederek gezmek “
en güzeliydi. Köylere, kasabalara
uğrayıp, halkla iç içe sohbet ederek gezmeyi severdi. “Ne de olsa, güzel anılar
biriktirmekti amaç.”
Zigana geçidinden
geçip , Hamsiköy istikametine doğru yollara sis inmişti. Uçurumların altında
çay bahçeleri alabildiğine yeşil bir yayla sırası göze çarpıyordu. Yüksek
zirvelerin uçlarında duran evlere baktı; Allaha yakın olmak kavramına birebir
uyuyordu. Çok mistik bir tavırla kurulmuşlardı. Tek katlı evlerin küçük
bacalarından duman öbekleri çıkıyordu. “ Kim bilir o zirvelerde nasıl hayatlar
yaşanıyor? “ diye düşündü.
Burak hayatında doğru bildiği yanlışları da, gezip
deneyimleyerek öğreniyordu. Hayatı
boyunca ,hamsinin en bol olduğu yer olarak düşündüğü Hamsiköy’ün aslında farklı
bir hikayesi vardı. “Hamse , Arapçada
beş anlamına geliyor. “ Yani Hamseköy aslında beş köyün birleşimi
anlamına geliyordu. Bildiği başka bir gerçek vardı ki ,meşhur Hamsiköy
sütlacını yemeden buradan geçilmezdi. Arabasını ilk dinlenme tesisine bırakarak,
bu lezzetinde tadına varacaktı.
Karadeniz’in
başka bir mistik duruşu daha vardı. Kıyıları, ılık ve bazı zamanlar bunaltıcı
olsa da , yaylalarda gece battaniye arama derecesine gelinebilirdi. Ayder
yaylasında kaldığı günde yaz sıcağında battaniye örtünmüş, spor ayakkabılarını
dışarıda bıraktığı için, tüm gün ıpıslak ayakkabıyla gezmek zorunda kalmıştı.
Çünkü yaylalara her sabah yoğun şekilde çiğ yağıyordu. Horon, kemençe, mıhlama,
hamsi hepsi birbirinden güzel değerlerdi. Toprak güveçte sütlacı, bakır tastan
da dağ suyunu içtiğinde şehirlerde gerçekten hayat olmadığına kanaat getirdi.
Aynı duygu selini, Uzungöl’de alabalık yanında, hamsi ekmek yediğinde
yaşamıştı. Karadeniz’in tüm güzellikleri bir bir gördükten sonra, artık ruhu
maceraya hazırdı.
Fırtına deresin rafting yapan, heyecan
tutkunlarının çığlıklarıyla yankılanıyordu. “raft” adı verilen botlara binerek,takımlar
halinde, yüksek hızda akan nehirlerde doğaya meydan okuyorlardı. Burak’ın kalbi
küt küt atmaya başladı. Yeleğini giymiş sekiz kişilik ekibi ile raftını suya
koymaya hazırlandı. Botun içine adım attığında ise kocaman bir nefes aldı. Dağ
havasını milim milim, ciğerlerine doluyordu. Biranda oksijen bolluğunda başının
döndüğünü hissetti. Birazdan yaşayacağı heyecan dolu bir macera daha
küreklerinin ıslanmasıyla başlayacaktı.
Fırtına deresi, adı gibi dengesiz akıyordu. “ Kürekler suya “ komutuyla
kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Şimdi sakinleşip aynı anda ekibiyle kürek
çekmeli ve doğayı yenmeliydi. ‘’Haydi’’ naraları eşliğinde dik ve keskin
yamaçlardan kıvrılıyorlardı. Büyük dalga öbekleri yüzüne yüzüne vuruyordu.
Artık doğanın hırçın gücünü, küreklerin de hissediyordu.
03.11.2015
ALİHAN ALTITAŞ