GEÇMİŞİN GÖÇÜ
Birkaç kez geçmiş etkeninden sıyrılma
girişiminden sonra bir bardak durulmuş su gibi bekliyordu, sadece bekliyor.
Kendisince bahsi
bile elektrik yüklü kelimeydi geçmişin. Gerçekliği dayanılmaz.
Son
denemesinde “her şeyden yeterince
uzakta” yı sonuna kadar hak eden yeri bulup, tabiri caizse oraya ışınlanmıştı.
Vardığında etrafındaki boşluğa bakıp derin bir soluk aldı içine. Fakat bir
sorun vardı. Bu yalnızlığın içinde kum taneleri mi, bıraktığı ayak izleri mi,
böcek sesleri mi sorun olabilirdi ki?
Hiçbiri.
Cevap sorusundan evvel belirmişti yine. Kafasının içindeki tüm o şeyleri de
sürüklemişti kendisiyle. Tüm o sesler, nedenler-nasıllar… Nasıl da koca koca
yüktüler onlar nefesine, yaşamına.
Ayaklarının dibinde asker gibi dizilmiş
karıncalara baktı. Saymaya sabredilmeyecek kadar çoktular tıpkı buraya geliş
nedeni gibi. Her birine paylaştırabilseydi yükünü, kalanı da kargaların
kanatlarına. Belki hafiflerdi, kalan izlerle baş edebilirdi bir süre. Düşüncesi
bile rahatlatıcıydı.
…
Ağaçlar
onayladı bu düşü. Önce sarı yapraklar dökülür, yeşiller ardından gelirdi çünkü.
Ağaçlar çığlık çığlığaydı bu cümle ile.
Hudutların
hayallere yenilmiş olması ne güzel bir hediyeydi insanlığa!
…
Güneş gitgide turunculuğunu kaybediyordu.
Kafasındaki
tüm o yükü sırtlanmış karıncalar, usul usul uzaklaşıyordu yanından. Kargaların
kanatlarındakileri de gördü kafasını kaldırıp baktığında.
Ellerinin
üzerinden geçip gitti rüzgâr biraz da saçlarına dokunarak…
Etraf esmerleşmeye başladığında kendisiyle
baş başaydı. Biraz iz biraz gölge kalmıştı bu küçük göçten geriye. Onlarla bir
süre idare edebilirdi…