Yenilgilerin içinde geçen bir ömrün, azlettiği bir savaşçıydı.
Ama yinede vazgeçmedi kılıç kuşanmaktan.
İstemeden çıkartıldığı her yolda, milyon yara açtılarsada benliğinde, o hiçbir zaman doğrularından vazgeçmedi.
Ayın soğukluğu altında çaresiz kalsada, ıstımayı bildi kendi yüreğini.
Atlas yataklara sıralayıp hüzünlerini, her sabah teker teker yastığının altına gömdü hepsini.
Sisli havalarda yada karanlık gecelerde vahşi bir hayvan gibi avlansada, kurtuldu hep yüreği güçsüz avcıların kalbinden.
O avcıların açtı yaraları asla kapatamasada,
Kendine bile acımadan darağacında sallandırdı, kendi yüreğinde onları.
Yaralarına kendi elleriyle, yenilerini kattı.
Ve kalkanını bırakıp, tekrar kılıcını kuşandı o çılgın savaşçı.
Buz tutmuş kentlerin kalbini ısıtmaya çalışmaktanda hiç yorulmadı
Çünkü çok cesur bir savaşçıydı
Girdiği her gönülde ölüm fermanı verilsede,
Korkmadı hiç ölümden!
Rahvan atlar gibi koşup semada, yılmadan ufuk çizgisine taşımaya çalıştı sevdiklerini.
Ona sadece kaybetmeyi öğreten hayatta,
Hiç bilmedi kendini yaşamayı,
Ama yeteri bitince de gitmeyi bildi, yüreğindeki acılara aldırmadan.
Kendisiyle alay etmeyi öğrendiğinden beri, soyu tükenmiş bir bilge ilan etti kendini, onca kaybetmişliğin ardından.
Bir elbise gibi sıyırıp attıktan sonra kalbini canından, bir daha yenilmemeye and içti.
Artık, bir tek şimdiye kadar aldığı yaraları kuşatıp, kapanmalarına izin vermemek için kabuklarına çevirdi kılıcını.
O sıradan bir hayatı, hep sıradışı yaşarken hiç şikayet etmedi.
Çünkü biliyordu; efsanelerde bir tek gerçek savaşçıların isminin geçtiğini
ve geçtiği her yolda, geride bıraktığı kim varsa, dönüp bakmadı bir daha.
Pişman mıydı ?
Asla!