Kasabanın belediye hoparlörlerinden sık sık anons geçerdi. Ama bu seferki beni ve ailemi ilgilendiren bir anonstu. Beni dedemin evine çağıran, onun ölümünü duyuran bir anons. Zaten beklenen bir ölümdü. Ama ölüm her zaman kötü bir sürprizdir. 

Eve vardığımda bir hüzün hâkimdi. Çok normaldi bu. Dedemi daha yeni salonun ortasına yatırmışlardı. Karnına da bir bıçak koymuşlardı. Bunun sebebinin cesedin şişmesini önlemek olduğunu, söyledi dayım. Ama bunun dini bir yönü olduğunu iddia eden birinin de sesini duyduğumu sanıyorum. 

Dedemin cansız bedeni geceyi o evde geçirecekti. Hatta hepimiz bu evde, bir cesetle birlikte uyuyacaktık. Bu biraz ürperticiydi. Daha 15 yaşındaydım. Daha önce hiç ölüyle aynı ortamda uyumamıştım. Aslına bakarsanız, oradaki kimsenin böyle bir deneyimi olmamıştır.

İlk iki saat, burası olağan bir taziye eviydi. Ağlamak böyle zamanlarda çok normal bir eylemdir. Ama ben üzücü olaylara gereken zamanda tepki gösteremiyordum. Üzücü olaylara çok geç tepki verirdim. Ağlayamıyor oluşum öyle bir hale sokmuştu ki beni, ağlayanları da anlayamıyordum. Yabancı bir dili anlamaya çalışır gibi bakıyordum etrafıma.

İlk iki saatlik periyottan sonra şunu fark ettim ki benim ağlamıyor oluşum herkese bulaşmış, gözyaşları dinmiş ve karınlar guruldamaya başlamıştı. Sonra eve yemek yağmaya başladı.

Herkes kıtlıktan çıkmışçasına yiyordu. Sonra bu saçma sapan yeme çılgınlığını normalleştirmek ister gibi biri, “Rahmetli yedirmeyi, içirmeyi çok severdi. Ölüyken bile yediriyor muhterem.” diye sayıklamaya başladı. Gerçekten de dedem yemek yedirmeyi çok severdi. Ama dedem namaz kılmayı da çok severdi. Topluca namaza duran görmedim. Balık tutmayı da çok severdi. “Vira bismillah” diye demir alanı da görmedim. Eve saz takımı toplayıp şarkılar söylemeyi de severdi. Daha şarkı mırıldanan da yoktu ortalıkta. Ama neymiş? Yiyorsak, o istediğindenmiş!

Herkes o sıradaki ihtiyacına göre bahane uyduracaksa, ben de şarkı söylemek istiyorum, dedim. Ve başladım ergenlikle kavgalı sesimle. Sesim o kadar kötü çıktı ki, birinin püskürdüğünü duydum. Gülmemek için kendini zor tutmak ve ağzındaki lokma boğazına kaçmasın diye önlem almak arası bir tepkiydi bu.

Ufak ufak gülümsemeler, mutlu insan sesleri yayılmaya başlamıştı evde.

Çok geçmeden bu taziye ortamı, bayramlardaki eş dost buluşmasına dönüşmüştü. Kısa oturmayı planlayıp taziyeye gelenler, “Muhabbet de güzel gitti. Oturup kalmışız” deyip saatine baktığında en az bir saat orada olduğunu fark ediyordu.

Sanki evin kapısından girer girmez başka bir boyuta geçmiş oluyordunuz. Zaman bir farklıydı. Ayrıca görünmez ve devasa bir yemek fabrikası vardı ve seri bir şekilde yemek üretiyordu. Komşulardan gelen tencereler dolusu yemek… Üstüne üstlük o tencereleri boş da göndermiyorduk. “Ay dur komşu, bizde de karides buğulama var. Koyayım.” Çok saçmaydı. Her şey çok saçmaydı. 

Bir süre sonra eğlencenin dozu da artmıştı. Kahkahalar havada uçuşuyordu. Sonra yine bir yerlerden birinin sesi duyuldu. Şunları söylüyordu. “Rahmetli, gülünsün, eğlenilsin çok severdi. Ölüyken bile güldürüyor mübarek.” 

Evin nüfusu da zaman zaman artıyordu.  Ve çoğu kişi yatıya kalacaktı. “Eğlenceli, Kahkahalı Taziye Club”, hizmette sınır tanımıyordu. Gece, tüm odalarda yer yataklı konaklama ortamı oluşturuldu. Dedemin cesedinin olduğu salon ‘kral dairesi’ muamelesi görüyordu. Herkes orada yatmak istemişti. 

Ama kral dairesine; ben, kız kardeşim, dayım ve annem yerleşmiştik.  Ve kim olduğunu ilerleyen saatlerde öğreneceğimiz biri daha vardı.

Herkes yattığında diyaloglar aşağıdaki gibiydi. 

“Sakın dedenin üzerine düşme.”

Gülüşmeler…

“Dedem burada olsa, hepimizin canına okurdu.”

“Burada zaten.”

Gülüşmeler…

“Ama ölü…”

“Ben sağ olsaydı, canımıza okurdu demek istedim.”

“Sağ olsaydı, hepimizin burada ne işi var oğlum?”

Sonra yine kahkahalar…

Bir yandan da tuvalet sırası vardı. Holden sesler geliyordu. Mütemadiyen yemek yendiği için herkesin boşaltım sistemi, gece mesaisindeydi. 

“Bence bu tuvalet bu kadar dışkıyı kaldırmaz.” dedim.

Kahkahalarımız diğer odalardaki kahkahalara karışıyordu. Sonra dayım yanımızda kim olduğunu bilmediğimiz adamı merak etti. Kalktı ve ışığı açtı.

“Ben sizi niye tanıyamadım? Babamın arkadaşı mıydınız?”

Adam biraz utandı. Sıkıldı.

“Yok, hayır. Ben sabah kapınızın önünden geçiyordum. Bir başsağlığı dileyeyim, dedim. Ama ziyaret biraz uzadı galiba.” Sessizlik oldu. Ve sessizliği yine davetsiz misafir bozdu. “Yatılsın, uyunsun istemez miydi yoksa rahmetli?” 

Kahkahalarımız gecenin sessizliğine yine bir bıçak gibi saplandı. Bu tuhaf neşe tüm kasabayı sarıyordu.
Sabah olduğunda dedemi evden yolcu etme vaktiydi. Cenaze evden çıkarken hüzün geri geliyordu. Sanki onunla son geceyi keyifli geçirmek istemiştik. Tüm cenaze töreni işlemlerinin ardından o, toprağın altındaydı artık. Mezarlıktan ayrılırken onsuz günlerimizin ilk saatleri başlıyordu. 

Ama öyle tuhaftı ki, bu acıyı hatırladığımızda çok gülecektik.

( Dedem Tek Biz Hepimiz başlıklı yazı Dogan Özcan tarafından 2.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu