İkametgâhına yakındı deniz. Acele ile giyinip, dışarı atmıştı  kendini . Sırtı iyice çökmüş, kendini zor taşıyan ayakları ile nasıl gelmişti buralara kadar. Ayakkabıları da yoktu ayağında üstelik. Bir anlam veremedi hiç. Hatırlamıyordu hiçbir şey. Yağmur yağıyordu çise çise; gök gürültüsü, çakan şimşekler ve şiddetini gittikçe arttıran yağmur; sırılsıklam olmuştu birden. Sahilde idi.  Dalgalar sahile her vuruşunda çıkardıkları uğultuyla valsteydiler adeta. Kahkahalar  atarak oynaşıyorlardı martılar.

                          Dalgınca ve şaşkın ilerlerken kumsalda; bastığını fark etti bir deniz kabuğuna. Eğildi; nazikçe aldı avucuna. O da ne? Birileri ile konuşuyordu sanki. İyice yaklaştırdı kulağına titreyen elleriyle.  İnceledi kabuğu. Derinlere giderse duyguları ona, bu sırrı çözebileceğini işaret ediyordu sanki. Sonsuz bir hızda; düşünceleri deniz kabuğunun esrarengizliğinde seyahat ediyordu. Dünya’yı, galaksileri, tabiatı nasıl oluyor da bu turda görebiliyordu tek tek kabuğun içinde. Hala şaşkındı. Alıp götürdü onu düşünceleri. Sonunda uçsuz, bucaksız, dipsiz karanlık okyanusunda bitti yolculuğu. Karanlıklar. Hala karanlıklar zifirlerle kaplı bitimsizdi. Deniz  kabuğunu dikkatlice avucundan bıraktı kumsala. Çok tedirgindi. Ürkmüştü! Sonra baktı denizde ki yakamozlara. Rahatlamıştı. Ve birden hareketlenen denizin dalgalarındaki med ve cezirlerinde kayboldu deniz kabuğu, yine denizinde.

                    Deniz kabuğuna bir yağmur damlası düştü.  Kabuk bu beklenmedik misafire sordu:  “ - Kimsin sen ? Nereden gelip nereye gitmektesin? ". Damla :" - Ben denizden gelenim." dedi. "Ve ben gökten gelenim." " Yine göğe çıkacağım ve yine denize ineceğim."

                      Sonra başka damlalar da geldi   Ve kabuk doldu taştı. Kabuğa sordular " Sen kimsin? Sen nereden gelip nereye gitmektesin? "  Kabuk: " Bende denizden gelenim." dedi. " Ve bir yere gittiğim yok, ne olacağımı bilmiyorum. Aslında ne olduğumu da . "

                     Bunun üzerine damlalar, hep bir ağızdan: " - Yaa, senin için üzüldük" dediler. O kadar gürültülüydüler ki, kabuğun içinde dalgalar oluştu." – Oysa biz, eninde sonunda yine deniz'e gideceğiz. Deniz bizlerle dolu.Biz olmasak,deniz olmaz. Ve biz denizde gizliyiz." Kabuk, buna çok şaşırmıştı.  "-  Öyle mi ?" dedi. " Oysa bilirim ki deniz'de bende gizli !"

                     Damlalar bu söze öyle güldüler, öyle güldüler ki kabuk sallanmaya başladı. Ve bazıları kabuktan dışarı bile düştü."-  Şuna da bakın. Koskoca deniz onda gizliymiş. Ne deniziymiş bu? Bırak denizi, biz gelmesek bir damlan bile yoktu. İçin bomboştu. Biz olmasak, kör bir boşlukla dolu olacaktın.”

                    Ve kabuk dedi ki :" İşte her şey o kör boşluktan olmalı. Belli ki her şey o kör boşlukta gizli. Deniz bile ..."

                          Büyük bir şaşkınlıkla çığlık çığlığa uyandı; kan ter içinde. Kimdi? Nerede idi? Toparlayamadı düşüncelerini uzun bir sure. Rüyasında doğa üstü; karmakarışık olaylarla boğuşmuş, birden sıçrayarak o alemden kurtulmuştu.

                          Duştan sağanak yağmur gibi akan ılık suyun altında buldu kendini. Sanki su aklını başına getiriyordu. Rahatlamıştı. Kimliğini hatırladı. Nereye gidip gelmişti hatırlayamadı bile. Olan olmuştu.Geriye cevaplayamadığı onca sorular kalmış, beynini kemiriyordu.Nerden gelmiş,nasıl vücut bulmuş ve nereye idi yolculuk ?

                        Gözünü kapatsa  kâbus. Sağa sola dönmeleri yatakta; zorunlu kültür fizik adeta.  Boşa da koysa, doluya da koysa; aldıramadı bir türlü sorunları. “Hele bir sabah olsun, hayırlısıyla; ben bilirim yapacağımı !” diye konuşa konuşa kendince dalıverdi uykuya.

                          Kan ter içinde kalmıştı, gözlerini açtığında. Yastık ta öyle. Doğruldu, gece kendine verdiği söz düşünce aklına; insanlığını, adamlığını, her güzel şeyi, huyunu suyunu, alışkanlıklarını bıraktı eşinden habersiz yastığın altına. Oh be! Özgürdü  işte; kuş gibi hafif ve umarsız.  Ve kalktı yataktan, yepyeni bir kimlikle.

                        Tuvalete girdi, giderdi ihtiyacını; ne yıkadı elini ne de yüzünü . Ne gerek vardı ki? Giyindi  ne bulduysa; ütülü ütüsüz, temiz veya kirli. Ne fark ederdi? Yaktı sigarasını, çekti dumanı kahvesinin eşliğinde; üfledi. Kapısını, penceresini açmadığı odaya. Bıraktı izmariti küllükte. Az sonra kalkacak eşinin peşinden neler söyleyeceğini takmadı bile. Ve ilk defa evden çıkarken seyretmedi ve veda öpücüğü koymadı yanaklarına. Yıllardır hep şükretmişti varlığına oysa.

( Deniz Kabuğu başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 10.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu