Pardösünün iki açık düğmesini de
ilikledi. Yakalarını kaldırıp insanın içine işleyen soğuktan kulaklarını ve
yüzünü korumaya çalıştı. İki adım daha yanaştı. Ellerini pardösünün cebinden
çıkarıp havaya kaldırdı. Önce Fatiha okudu. Ellerini yüzüne götürüp, çehresine
sürdü. Yeniden ellerini açıp bildiği tüm duaları okudu. Usulca eğildi ardından. Mezar taşına dokundu.
Ordaymış gibi, aşağıda kendisini dinliyormuş gibi seslendi;
“Anam. Canım anam.
Anlayamadım seni, sitem ettim, kızdım küstüm suçladım seni. Affet
anam.” Bir müddet öylece kaldı.
“Baba üşüdüm” dedi oğlu.
Onun sesi ile kendine geldi.
“Tamam oğlum. Amcanı da
ziyaret edelim öyle” dedi. Yanına yaklaştı oğlunun. Montunun fermuarını yukarı doğru
çekti. Beresini düzeltti. Atkısını iyice boynuna doladı.
“Şimdi üşümezsin” dedi.
Kendisi önde oğlu arkada ufak adımlarla yürümeye başladılar. Ulu çınar ağaçları, rüzgârın oluşturduğu
ıslık sesi, insanın içine işleyen bir soğuk. Mezarlara takıldı Akif Beyin gözü.
Ad, soyad, doğum tarihi, ölüm tarihi. “Yok” dedi kendi kendine. “Ölümün yaşı
yok.” Kimisi 5 yaşında kimisi 15 yaşında, kimisi 95 yaşında gitmiş. Birkaç
dakika sonra kardeşinin mezarına gelmişlerdi. Diz çöktü. Mezar üstünde çıkmış
yabani otları temizledi. Kardeşinin çehresini okşar gibi okşadı mezar
toprağını. Ellerini açtı sonra. Bildiği tüm duaları okudu kardeşi için. Anıl
Asiltürk. Doğum; 06.08.1987, Ölüm 21.10.2008. Onun da mezar taşına dokundu.
Okşadı, sevdi. Aşağıda dinliyormuş gibi onunla da konuştu, anlattı.
“Baba üşüdüm.”
“Tamam oğlum” dedi. Kalktı.
Usul usul arabaya doğru yürümeye başladılar. Arabaya geldiler.
“Geç kaldınız, üşüdü Ebru” dedi
eşi.
“Anca işte. Anıl’ı da ziyaret
ettik.” Dedi Akif bey. Derin bir nefes çekti eşi.
“Allah rahmet eylesin. Bizde
buradan dualar ettik ikisine de” Arabayı çalıştırıp yola koyuldular.
Uzunca bir süre kimseden ses çıkmadı. Bir süre sonra oğlu söze girdi.
“Baba bu yaz tatile nereye
gideceğiz”
“Bu yaz gidemeyeceğiz tatile
oğlum. “
“Niye ki”
“Ablan Ebru’nun Ankara’da
tetkik ve tedavileri var. Sonra bu yaz yoğun bir fizik tedavi programı var
ablanın. “
“Of baba ya, tatile de mi
gidemeyeceğiz artık.”
Bu isyan sonrası Akif Beyin
yıllar öncesine
gitti aklı. Çocukluk günlerine. Hiç sevmediğini düşünürdü kardeşi Anıl’ı.
Kendisinden beş yaş küçüktü. Hasta doğmuştu. Otizmli idi. Anıl doğmadan tüm
ilgi, alaka kendisinin üstünde idi. Annesi, babası tüm zamanını kendisine
ayırırlardı. Her hafta sonu annesi parka götürürdü. Oradan alış veriş merkezine
giderlerdi. Annesi ne dese yapar, ne istese alırdı. Odası oyuncaklarla doluydu.
Babasının aslan oğluydu. Sırtına çıkarır, oda oda onu gezdirir, kahkahalarla
gülerlerdi. Ta ki Anıl doğuncaya kadar. Anıl doğduktan sonra bir kenara
itildiğini hissetmişti. Hastaneler, ilaçlar, tedaviler. Evde tek konuşulan konu
artık Anıl olmuştu. Annesi artık onu hafta sonu parklara götürmüyor, babası
sürekli onunla oyun oynamıyordu. Hatta artık ailece lokantaya gidemiyorlar,
misafir alıp, misafirliğe dahi pek gidemiyorlardı. Her şeyin sorumlusu Anıl’dı.
Annesi ve babasına karşı garip bir öfke duyuyor, kardeşi Anıl’ı ise bir türlü
sevemiyordu. Yaşı ilerledikçe Anıl yüzünden hayatlarının kısıtlanmasını artık
sesli olarak annesine ifade ediyor, sürekli Anıl ile ilgilendikleri, kendisi
ile ilgilenmedikleri için annesini suçluyordu. Yıllar böylece geçmiş, bundan on
iki yıl kadar önce kardeşi Anıl, henüz 21 yaşında otizme eşlik eden birkaç
hastalığı sebebi ile vefat etmişti. İki yıl sonra annesini de kaybetmişti.
Annesinin o duası hep aklındaydı.
“Allahım Anıl’ın canını
almadan benim canımı alma, yoksa ona kim bakar!” duası kabul olmuştu.
Üzerinden yıllar geçmiş, evlenmişti
Akif Bey. Önce bir kızı olmuş, ardından da bir oğlu olmuştu. Maalesef kızında SMA hastalığı gelişmiş ve
gün geçtikçe yürüme kabiliyetini yitirmişti. Doğal olarak evdeki tüm ilgi,
alaka kızı üzerindeydi.
Hani beş parmağından hangisi
daha çok
acırsa tüm ilgi alaka o parmak üzerinde olurdu ya, evlatlarda öyleydi. Tüm
amaç, gayret o evladı kendi ayakları üzerinde durabilecek seviyeye getirmekti.
İster istemez ilgi, alaka ihtiyaç duyan evlatta oluyordu. Yıllar önce bunu
anlayamamıştı. Şimdi yaşayarak öğreniyordu. Evladın canı bir yansa, annenin
babanın canı bin yanardı. Bunu zamanında anlayamamıştı da, ne çok kızmıştı annesine,
babasına. Nasıl da nefret etmişti kardeşi Anıl’dan.
Haksızlığa uğradığını düşünürken nasıl da
haksızlık etmişti.