Oysa onun perşembeci dediğine ben sabuncu diyordum. Tamam, en iyisi baştan anlatayım. Aslına bakarsanız benim annem de böyledir, anlatmak istediğinin tam ortasından bir cümle söyler, anlayana dek on soru sormak zorunda kalırsınız. “O da yanına refakatçi olarak gitmiş işte,” der. Siz “Kimin yanına? Kim gitmiş? Hasta kim? Nesi varmış? Hangi hastanede?” derken konuyu anlamaya başlarsınız.
Başa dönüyorum. En başa…
Konya’ya geldiğimizde mahalle aralarında üç beş tahta tezgâhını kurup, en az beşinci el olan dolmuşunu da tezgâhının arkasına parkeden bir seyyar satıcıyla tanıştık. Pazar yeri için kur’ada adı çıkamayınca mahalle aralarında satmaya başlamış. Deterjanlar, elbeziler, bantlar, küçük ev aletleri, basit oyuncak çeşitleri… İki saate yakın süren konuşmasında sattığı siyah sabunun saçlara ne kadar faydalı olduğunu tüm ayrıntılarıyla anlattı. İçeriğinden tutun da kullanırken dikkat edilecek hususlara kadar. Sözünü kesmeyip dikkatle dinledik eşimle. Sırf o kadar konuşup yoruldu diye de birkaç tane aldık. Adam, kibar; öylesine nazik konuşuyor ki uzun beyaz saçlarını, ağzında kalan üç beş dişini de saklamadan konuşmasını takdir ediyorsunuz.
Haftanın bir günü geldiği mekâna ara sıra gelmediği de oluyordu elbette. Geçenlerde eşim sabun bitmiş deyince “Eyvah!” dedim, tam saçlarımız gürleşmişken… Rapunzel olmaya adayken(!) bırakılır mı? “Ara bakalım neredeyse” dedi. Aradık, “Çarşamba günü oradan geçeceğim sabah geçerken bırakayım,” diye başlayan sözü, “Uygun yer var mı o taraflarda haftanın bir günü boşum, orda açayım,” cümlesiyle bitti.
Ona yakın çevrenin resimlerini attık, bayıldı. Tam aradığı yermiş. Üç tarafı denizle değilse de üç tarafı da sokakla çevrili arsa. O günkü heyecanını size anlatmam mümkün değil. Saat başı mesaj çekiyor ve “Orayı panayıra çevireceğim, şu an çeşit artırmak için alışverişteyim, herkes bayılacak,” gibi çok azimli mesajlar yolluyordu.
Perşembe günü saat on buçuk gibi tezgâhı kurdu. Gidip sabunumuzu ve birkaç bir şey daha aldık. Hem siftah yapsın istedik hem komşulara da destek olmak adına örnek olalım dedik. Sokağa çıkma yasağı olsa da gelen geçen bunlar da neymiş diye bakarken üç beş satış yaptı. Hatta ilk gün için çok iyi gittiğini, çevredeki esnafın memnun kaldığını, hangi ürünlerden istediklerini ilettiklerini söyledi. Biz de ailecek onun adına sevindik.
Aradan bir hafta geçti. Perşembe günü saat on bir oldu, on iki oldu ortada yok. Elbette bir sebebi vardır diye düşündüm. Önceki mekânından da biliyorum, bugün bir işim vardı deyip gelmediği günler olurdu. Bütün gün her fırsatta çocuklara “Çok istikrarsız canım bu sabuncu!” diyerek üç beş kez tekrarladım. Babamdan öğrendiğim bu kelimeyi de ilk kez çocuklarıma kullanmak nasipmiş. Düzenlilik içinde sürüp gitme, kararlılık, karar kılma, oturma, yerleşme gibi sözcük anlamları var bu kelimenin.
Akşama doğru ancak vakit bulup aradık. Oraya tır park ettiği için geri döndüğünü söyledi. Arsanın beş yüzde birini kaplamayan bir mekânda idi tır. Diğer tarafa açabilirdi. Sonuçta insanlar sana güvense, ikinci haftada yüz üstü bırakmış olacaksın. Basit sebeplerle çalışmaya gönlü yok izlenimi vereceksin. Ben “Çok istikrarsız canım bu sabuncu demekte haksız mıyım?
Çocuklar o gün istikrarsız kelimesinin anlamını, başladığın işi devam ettirmenin önemini, insanlara tanımadan güvenilmeyeceğini öğrendiler.
Çünkü istikrarsız kelimesini açıklarken “Siz her gün düzenli ders çalışmayan bir çocuk olsanız dönem sonunda başarılı olabilir misiniz?” “Ben bir gün okula gitsem, diğer gün gitmesem olur mu?” “Fırıncı kafasına estiğinde açmasa, ekmek yapmasa olur mu?” gibi biraz da onlara yönelik, işime yarayacak, doğru yönlendirecek, istikrarlı olmaya yöneltecek cümleler kurdum.
Eşim geçen gün “Ne oldu gelmiyor mu artık Ayhan Bey?” diye sorunca bizim oğlan hemen atıldı:
“Perşembeci mi?” Hepimiz gülüştük. Evet, O, bir daha gelmedi.
İstikrarsız canım bu adam! Haksız mıyım?