Camide namaz kılmakta olan Temel, namazın ortasında yanındaki Dursun’a fısıldamış:
-Dursun, namazda konuşulmaz ama arabamü satayrum.
Dursun da:
-Namazda
konuşulmaz ama ne isteysun? diye sormuş. Temel “Namazda konuşulmaz on
beş bin,” diye cevap verince Dursun “Ben bir düşüneyim,” diyerek secdeye
gitmiş. Secdeden kalkar kalkmaz: “Tamam ulan, alayrum arabayu.” Temel
yine fısıltıyla “Geç kaldun Dursun, kusura bakma, ben rükûda arabayu on
dört bine İdrus’a sattım.”
Bu
bir fıkra elbet, bunun gibi her şakanın altında bir gerçek yatar
babında bir sürü fıkralarımız var. Fıkra’dan öte bir menkıbe de
Peygamber Efendimizin Hz. Ali’ye “Ya Ali, hiçbir şey düşünmeden namaz
kılarsan sana bir deve vereceğim,” dediği hadisenin nasıl bittiğini
anımsatalım mı? “En azından sadece ak deveyi mi kara deveyi mi verecek
diye düşündün,” buyurmuştu.
Hz. Ali dahi namazı huşu içinde kılmakta zorlanıyor ama şeytanı bilirsiniz.
Bu
hususta bilgi vermek elbette bana düşmez ama arada birilerinin
birilerine hatırlatması gerekir diye düşünüyorum. Çünkü en büyük huzur
kaynağımız…
Namaz
dinimizin direği, başımızın tacı… Dünyaya gelme nedenlerimiz
sorgulanırken cevap vereceğimiz ilk görevimiz. Bize yirmi dört saati
veren Rabbimize günde yarım saatimizi ayıramıyorsak yazıklar olsun bize.
Ben
namaz kılıp her türlü fesatlığa, yalana, dolana, sinsiliğe, harama,
hırsızlığa karışanlardan bahsetmiyorum. Dini kötü amaçları için
kullananların iyice arttığı bir ortamda her şey kişinin vicdanına kalmış
durumda. Namazı dosdoğru kılanlardan eylesin bizi Yarab!
Yatsıyı
kılmadan yattığımda uyuyamam ben. Huzurum da kalmaz, gönül bereketim
de. Aslında bazılarının “Vakit yok,” gibi bahanelerine gülüp geçmek
istiyorum. Her şeye vakit buluyoruz da namaza mı yok? Ellerinden telefon
düşmeyen gençlerimize, ardı ardına dizi seyreden ama kalkıp namaz
kılmaya üşenenlere çok üzülüyorum. İmam-ı Rabbani Hazretleri buyurmuş
ki:
“Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve
cin şeytanlarının saldırdığı bir zamandır. Böyle bir çağda yapılan az
bir amele, pek çok sevap verilir.”
Gençlik
zamanlarımı düşünüyorum da yarım yamalak kıldığım namazları. Rabbim
beni affet demekten başka çarem kalmıyor. İki vakit kılsam üçü kalırdı.
Kalması için mi uğraşırdım acaba bilemiyorum. Oysa şu an bana namazın
verdiği huzuru hiçbir şey veremiyor. Düşünsenize sizi yaradan ile baş
başa kalıyorsunuz ve namazınızın ardından size şah damarınızdan daha
yakın olan Rabbinizden ne isterseniz isteme lütfünde bulunuyor.
Hani
bazıları diyor ya… Niçin dualarım kabul olmuyor. Gecenin kalbi,
mü’minin kalbi, Kur’an’ın kalbi birleşmezse dua kabul olur mu? Sen önce
yapman gerekeni yap, namazdaki huzuru keşfet, sonra duanı et.
Vazgeçmeden, üşenmeden, ertelemeden… Ben kırk beş yıl yaşadım, ne çabuk
geçti bu ömür, diye düşünüyorum.
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki diyor:
"Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı kimselerden Cenab-ı Hakk, her çeşit özür ve bahâneyi kaldırmıştır." (Buhârî Rikak 49)
Camiye gitmemekte ısrar ediyor da olabilirsiniz ama elbet bir gün gideceksiniz.
Farkındasınız
elbet, ardımızda kalacak olan sadece ibadetlerimiz. Yirmisinden sonra
su misali akan hayatımızdan geriye sadece güzel ahlakımız kalmalı. Bizim
ahlakımız güzel olmazsa çocuklarımıza nasıl örnek olacağız?
Namaz insanı tüm kötülüklerden alıkoyar.
Denemediyseniz
bilemezsiniz. Yemek de yenir, çay da içilir, sohbetler de edilir, işe
de gidip gelinir velhasıl kısacası dünya işi bitmez.
Önce namaz, sonra piyaz…