İnsan hep kendini kartal zannediyor. Ama o kartalın bir kırk yaşı var ki… Bir efsaneye göre, eğer dişlerini sökmezse, kanadını kırmazsa, fiziksel olarak değişmezse ve bu acılara katlanmazsa ölümü kaçınılmaz bir son oluyor. Eğer bu şoka katlanır ve yeniden kanadını kazanır, dişleri yerine gelir ve fiziksel olarak değişirse bir kırk yıl daha yaşıyormuş. 

Kartal için önemlidir efsaneye göre kırk yaş… Üstelik o kartalları yalnızca yüce dağlarda görmek ve onun yaşamına şahit olmak mümkündür. Yani kartal dar bir alanda yaşar. Doğal ortamı dağlardır. Hiç şehirlerde, insanların yaşadığı ve yaşlandığı yerde gören olmuş mudur, hayır. Bir efsanede olsa düşünülesi bir olaydır. (Önce gagasını taşa vurarak parçalayan, sonra da çıkacak yeni gagayla pençelerini söken bir kartal kan kaybından ölür. Mümkün değil ancak diyelim ölmedi, (vahşi hayat uzmanları tarafından beslenmemeleri halinde) açlıktan ölür. Çünkü gagası ve pençesi olmadan kendi avını yakalaması da, çiğnemesi de mümkün değil.)

Efsaneye konu kartal için nasıl ki kırk yaş önemliyse insan içinde o derece önemlidir. Nitekim Rabbim Kur’anı Kerimin Ahkâf süresi 15. inci ayetinde şöyle der,

“İnsana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu zahmete katlanarak taşıdı ve zorluk çekerek doğurdu. Karnında taşıması ve sütten kesmesinin süresi otuz aydır. Nihayet çocuk olgunluğuna ulaşıp kırk yaşına girince şöyle yakarır: "Rabbim! Bana ve anne babama lutfettiğin nimete şükretmeye, razı olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl. Benden gelecek nesli hayırlı eyle, pişmanlıkla dönüp senin kapına başvurmaktayım ve ben şüphesiz sana boyun eğenlerdenim!””

İnsan da kırk yaşına geldiğinde değişmek zorundadır. Eğer Allah’ın istediği gibi bir kul olur, yaşamını ona göre belirler ve dosdoğru yaşarsa kendisini kurtarabilir, en azından bunun için ümit vardır. Kimin cennete gideceğine Rabbim karar verecek sonuçta… Ama değişmezse, Allah yolundan saparak yanlış yolda yaşamaya devam ederse, atalarımızın dediği gibi, “Kırkından sonra azanı teneşir paklar!” tıpkı kartalın değişememesi ve acıyı tercih etmemesi gibi. Oysa o acı kısa sürer bilene… İçkiden, sigaradan, uyuşturucudan, kumardan, kanunsuzluktan kurtulmak, kısa bir sabrın sonucunda ortaya çıkar. Yani her güzellik sabrın sonucu elde edilir.

Yine dervişlikte, üçler, yediler ve kırklar deyimi ile… Kırktan bahsedilir. 

“Tarikatlarda ricâlu’l-gayb (gayb erenleri) olarak bilinen ve üçler, yediler, kırklar olarak da adlandırılanlar, kimliklerini gizlediğine inanılan ve kutup, gavs, evtâd, revâsî, nukebâ ve nucebâ adı verilen kimselerdir.Kutup, en büyük velî bilinir. Tarikatçılara göre, erenlerin başı ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir.

Gavs, tarikatçıların darda kalınca sığındıkları ve yardım istedikleri kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınır­lar. Gavs olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharı sayılırlar. Yani Allah’ın isim ve sıfatlarının onların şahsında ortaya çıktığına inanırlar. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı azam = en büyük gavs” lakabıyla ünlüdür.

Revâsî “dağlar”, evtâd “direkler” anlamına gelir. Onlara göre felaket za­manında kullar evtâda, evtâd da revâs­îye yönelir. Revâsîyi Kutup idare eder.

Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” derler. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn (sağdaki imam) kutbun hükümle­rine, imam-ı yesâr (soldaki imam) da haki­katine maz­har sayılır. Yani biri kutbun kararlarını, diğeri de gerçek yönünü bilir, derler. Kutup ölünce yerine imam-ı yesâr geçer. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Bunlardan başka, sayıları se­kiz veya kırk olan “nücebâ” ile sayıları on veya üç yüz olan “nukebâ” bulunduğu ve onların in­san­ların iç dünyalarından haberdar olduğu kabul edilir.

Bunlar, Kur’ân’ın, küfür ve şirk sayarak yasakladığı şeylerdir. Müslümanlar, namazın her rekâtında “Yalnız sana kul olur ve yalnız senden yardım isteriz” (Fatiha 1/5) diyerek zihinlerini canlı tutarlar ki, bu hale düşmesinler. (KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2009, s: 98-99)” Diyanet İşleri Başkanlığının Fetva Sor’dan alıntıdır.

Ölü öldükten sonra, kasların kemiklerden sıyrılıp dökülmeye başlama zamanı kırkıncı güne rastladığı için, halk arasında ızdırabın azalması inancıyla hayır amaçlı yemek veriliyor. 

Sonuçta kırk sayısı köklü bir değişimi gösteriyor…

Saffet Kuramaz 
( Kırk Sayısının Hayatımızda Ki Yeri başlıklı yazı safdeha tarafından 20.03.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu