Mevsimler kırgın işte çok kırgın
elbet meczup yüreğin fısıltılarına sığındığım solgun mevsimlerden firar ettim
ben ve temenniler yüklü heybemde sitem yüklü gölgelerin de nazarında hayli
pervasız bir izleğim ben.
Meylettiğim ne ki hem?
Tünediğim kibirli bir bulut ve ben
onun beyazına, masumiyetine aldandım aklımın dik yokuşlarında sürüsüne bereket
imgeler ve haşmetli bir gök gürültüsünde firar ettim içimdeki mevsimden.
Hayli dolambaçlı hayli meşakkatli
duygular iken infilak ettim düştüğümde bu aşka ve kekremsi yalnızlığın da ilahı
iken içimdeki hüzün perdesi ve bağdaşık duran yüzüme esen rüzgârdan kaptığım
tüm yaprakları da yığdım mabedime ve kimsesizliğin koşusunda at başı sevdim ilk
günden beri.
Savurdum yüreğimi.
Aşkı hep ama hep savundum.
Yaldızlı bir yol bildiğim gecenin
gizemine tünedim sonra soluksuz kaldım ve içinde kaybolduğum siyah gözlerinde
aşkın illa ki neferi oldum özlemin.
Çehresi nur doluydu aşkın.
Nidaları ise öksüzdü kimsesizliğime
dokunan her eli uzak kıldı Rabbim ve nakşı iken aşkın, sefil kalemimle ilmek
ilmek işledim bir o kadar çok sevdim.
Kayıptı kimliğim öncesinde.
Ayıptı belki de âşık olmak.
Bu yüzden içimdeki rahleye kazıdım
adını aşkın ve bitimsiz matemin.
Hurafeler vardı kimi zaman içimdeki
aşkı ıskalayan: ses etmeden sevdim ben. Söz dahi etmedim ve içine düştüğüm aşka
tek tanık idi Rabbim.
En çok Mevla’mı sevdim kendimi bildim
bileli ve ansızın peyda olan bir nakkaştı bana aşkı sunan o rahmette meğerse
hep de gizlenmiş coşkum ve sevecen yüreğim.
Aşktı ihya eden yüreğimi.
Aşktı imha eden içimdeki sefaleti.
Aştı en sevdiğim çocukken ve anladım
ki bir imla hatası imiş bir ömür sürüklendiğim ve aşkı sundu bana evren aş
mahiyetinde dokunduğum her duygunun ardından en görkemli mevsimdi işte aşk.
Aş erdiğim bir ömür.
Aşka âşık olduğum ise tüm yüreğimle
ettiğim bir yemin.
Aşina olan bir duyguydu hem ve
sevginin dokunulmazlığını yıkandı aşk ve işte kıyama durup duracağım en devasa
rahmet.
Öykündüğüm hiç kimseydi hem ve ben
peşin peşin öldürmüştüm nefsimi.
Çocuk olmanın tadına doyamadığım…
Hatta ve hatta yüzüm gözüm çikolata
içinde yemeye doymadığım ne varsa.
Bana sunulan açlıktı ve aç olduğunu
sanan kim varsa ben onların yerine ölüm orucuna girdim.
Aşkın sevecen suretinde ise açlığımı
dizginledim ve tek tadına doyamadığım illa ki sevginin iç burkan seslenişinde
sevmeyi öğreten Rabbim sayesinde sınandığımı asla fark etmeden anladım da
sonunda ruhumun içli bir şarkı olduğunu ve iç sesimi duymazdan geldiğim bir
ömrün ertesinde gördüm ki; pişmem içinmiş tüm olup biten.
Dış sesin bitimsiz çığlığı.
İç sesimde saklı huzur ve elbet aşkın
doyumsuzluğu.
Dış ses illa ki buyuran.
İç ses hep bastırılan hep de itaat
eden.
Rengi olmayan mevsimlerden kilimler
ördüğüm.
İklimlerden iklim beğenmediğim
aslında en muhteşem iklimin Allah’ın varlığına delalet duyumsadığım her şey ama
her şey.
Bir ikramsa acılar.
Bir sunumsa açlık.
Ve işte şiarımın aşk olduğuna
nihayetinde vakıf olduğum…
Hasretini çektiği kimdi peki kim ve
ben kimdim bacak kadar boyumla şarkıda geçen aşk sözcüğünün anlamını idrak
edemeyen?
Soru sormayı da hep sevdiğim aslında
cevabın da bende saklı olduğu…
İtaat ettiğim her emir her buyruk.
İhmal ettiğimse içimde saklı o çocuk
yumuk yumuk gözleri bazen yamuk addedilen bitimsiz hevesi ve sevgisi…
Ruhumdaki göçebe kuşlar ve de.
Her göç mevsiminde leyleklere gözümü
dikip de.
Öç denen duygunun ise yanlışlara
mahal verdiği ve ben sadece kendimden alırken öcümü…
Farkındalık kazanmadan geçen ömrün de
ibaresi iken kendime yaptığım eziyet ve akla zarar ki bunu meziyet bildiğim.
Göçmen kuşların ruhuna dokunmaksa
anlamıştım artık bir kuş gibi sektiğimi bir duygudan diğerine ve en ihtişamlı
duyguyu bana ilk günden armağan etmişken evren…
Bir rabıta ise bilinmez.
Rahvan bir at belki de at
gözlüklerine tapan insan benzeri canlılar ve putperest gölgeler ki kimliğim de
illa ki sorgulanmışken.
Bir meddücezir belki de infilak eden
ve ben şahlanan yüreğime de asla söz geçiremezken.
Aşkın içimdeki özgün sesi ve ilk
aşkım ve de ilk oyun arkadaşım biricik babaannem ve yalnızlığımı dindiren güzel
ruhlu bir insan miadı dolmayan sevginin de bahşettiği bir güzellik.
Hayali arkadaşlarım, okul
arkadaşlarım ve ben kolaylıkla insanlara ve hayata âşık olabilmekteyken.
Beşeri bir aşkın üstünde bir duygu en
çok iklimlerden arakladığım rüzgâr gibi güneş gibi sıcaklık gibi ve zemherilerde
gezinsem bile uhrevi bir yolculuk misali fink attığım kâinatta yıllanmış
duygularımdan ördüğüm binlerce cümleye kolaylıkla âşık olabildiğim.
Rafa kalkan mesleğim hatta
mesleklerim kolayca ve safça mesleğime duyduğum büyük aşk ve hayallerim en çok
da hayal kurmaya doyamadığım ve açlığın ibaresi iken ruhumun mermer mezar
başlığında yazması gereken tek sözcük elbet aşk…
Anlam olmaksa aralıksız sevdiğim ve
anlattığım kimse.
Anlamlandırmak ise anlamadan bilip
bilmeden insanlara duyduğum güven ve inanç.
Defalarca yanıldığım ama
yanıltmadığım.
Defalarca ağladığım ama
göstermediğim.
Kavuştuğumsa bilinmeze duyduğum
hayranlıkla ihya olan yüreğimin alt yapısı ve de tek sermayesi iken aşk…
Kutsi bir duygu ve kâinatın merkezi…
Derviş yüreğimde saklı binlerce yemin
ve ben mutluluğu bir ömür ertelemişken gizemine ulaştığım o gerçek ve ulvi
farkındalık…
Aşkın kanatlarını Rabbim bana
sunmuşken ve de defalarca kırılmış ve incinmiş kanatlarıma sadece Rabbimin eli
dokunmuşken ve göremediğim bir mevcudiyet ama aşkla daldığım bir rüya gibi
gözüm açık ya da kapalı sadece aşkı ve Rabbimi kendime yakın hissettiğim ve
canım yandıkça daha da yandıkça hâsıl olan gaipten gelen bir huzur ve de
tamamlanma ihtiyacı ve vakıf olduğum sonsuzluk ne zamanki diksem gözlerimi gök
kubbeye ve elimde teşbihim tüm kâinatı ansızın içimde en derinde ve her
zerremde hissettiğim…