Yıllar
sonra aynı yerdeydi Rüzgâr. Hazan’ı bırakıp gittiği sahilde… Daha önce de
birkaç defa gelmişliği olmuştu ama bu sefer çok farklıydı. Onca yıl sonra
Hazan’dan af dileyecekti. Nasıl diyecekti ne söyleyecekti kendi de bilmiyordu.
Onun için oturduğu bankta uzun süre sessizce bekledi. Dudaklarının kilidi
çözülmedi bir türlü. Biliyordu bir başlasa konuşmaya hiç susmayacaktı. Yetseydi
yalvarıp yakarmak şimdi Hazan’ın ayaklarına bile kapanırdı. Yüzü yoktu tek kelime etmeye. Ne diyecekti?
Affet yıllarını mahvettim, seni bıraktım gittim ama bak geri geldim. Bu kadar
kolay mıydı? Yaşadığı onca yıldan daha da ağır geldi bu birkaç saat Rüzgâr’a.
Hava bulutluydu ama yağmur yağmıyordu. Sessizliğini bozması gerekiyordu.
Sonunda iki dudağının arasından çıkan ilk söz Hazan oldu, Hazan’ım diyemedi…
“Hazan…
Hazan,
buraya ilk gelişim değil. Daha önce de defalarca geldim. Hep yalnızdım. Her
seferinde seni de çağırmayı istedim, yapamadım. Ne yüzüm vardı ne de gücüm.
Birçok kez günlerce gelip şu gerideki ağaçların arasından buradaki boş bankı
izledim. Acaba sen de arada geliyor musun diye? Hiçbir zaman seni göremedim. Ya
hiç denk gelmedik ya da beni gerçekten unuttun, bilemiyorum? Yanlış anlama sana
hesap sormak için söylemiyorum bunları. Zaten ne haddim var ne de yüzüm. Hele
ki senden gittikten sonra bile gönül kapımı birkaç ziyaretçiye açmış olan ben
şimdi kalkıp senin gibi aşkına sadık kalmış, kimseyi gönlüne ve hayatına
almamış birine ne diyebilirim? Benim kızgınlığım ilk günden beri kendime. Sana
yaşattıklarıma. Seninle yaşayamadıklarıma. Ve bu hesabın tek sorumlusu tek
suçlusu olduğuma…
Benim
miladım sen oldun Hazan. Senden önce ve senden sonra özellikle de senden sonra…
Senden öncesini biliyorsun. Hayatımda unutabileceğim bir günüm olsaydı o da
senden önceki beni öğrendiğin o gün olurdu inan. Zamanı geri alabilseydim o
güne döner ne olur beni mahkûm et, firar etmeme izin verme, zindanlara at
kuyulara at ne olur beni bana bırakma beni gönderme diye yalvarırdım. O gün
yenebilseydim firari gönlümü bir ömür zindan gözlerinde kalırdım. Konuştukça saçmalıyorum
farkındayım. Sanki yine sana suç atar gibi oldum. O gün gitmeme niye izin
verdin? Neden bu kadar kolay bıraktın beni der gibi? İnan bu düşüncelerle
söylemedim. Senden gittiğim günden beri nefes alamıyorum. Böyle küçük
ihtimaller üzerine düşünemesem inan yaşayamam. Ne zaman yalnız kalsam bu küçük
ihtimallerin üzerine hayaller kuruyorum. Sanki o gün beni bırakmamışsın ben hiç
gitmemişim gibi. İşte tüm tesellim bu küçük hayaller. En çok içimi acıtan da
bunların birer hayal olduğunu biliyor olmak.
Senden
sonra yine savruldum durdum. Yine gönlüme ve hayatıma girenler oldu. Şimdi
bunlardan bahsedip daha da içini acıtmak istemem. Biliyorum o kadar
yaptıklarımdan sonra bunlar senin için çok küçük sızılar hükmünde ama olsun.
İlk gün de bu gün de senin en ufak üzüntün beni öldürür. Ne kadar saçma kaldı
değil mi bu söz bende. Seni ateşlere atmış hayallerini öldürmüş biri olarak. Senden
sonra anladım ben “yapmama”nın ayrı “yapamama”nın çok çok ayrı olduğunu. Ve
şimdi bir şeyi çok daha iyi anladım ki yapamıyorum diye işin içinden çıkmanın
sadece kolaya kaçmanın olduğunu. İşte bugün yüzüne bakamıyorsam senden af
dilemeyi beceremiyorsam o gün kolaya kaçıp savaşmadığım için. Kaçıp gittiğim
için. Ardımda bir hazan bıraktığım için. Bugün sana Hazan’ım diyemiyorsam o günkü
korkaklığım için. Ben o günkü korkaklığımın bedelini çok ağır ödüyorum ve
biliyorum ki çok daha fazlalarını hak ediyorum.
Evet,
tek firarım sen değildin. Ardımda çok hazan mevsimi bıraktım. Ablamı, babamı,
okulumu, arkadaşlarımı, beni tanıyan seven herkesi bırakıp gittim. Hiçbirinde
senin kadar yanmadı yüreğim. Ve hiç birinde geri dönmeyi düşünmedim. Sana da
geri dönmeye cesaret edemedim, seni böyle yarı yolda bırakmışken. Tekrar
bırakıp gitmeyeceğimin garantisini kendime veremezken sana ne diyebilirdim? En
çok da benden sonra hayatına kimseyi almaman öldürdü beni. Hep merak ettim
durdum. Acaba sevgimize olan sadakatinden mi yoksa benim ihanetimden doğan
korkun yüzünden mi küstün sevdalara? Her iki ihtimal de mahvetti beni.
Sevgimize olan sadakatin ise bu yalnızlığının nedeni o büyük sevgiyi boşa
harcadığım için; yok korkundan ise gönül kapını kilitlemen o büyük gönle
yaptığım bu gaddarlığım için kendimi hiç affetmedim. Ben kendimi affedememişken
senden nasıl af dilerdim?
Seni
bırakıp giderken bana söylediklerin gün gibi aklımda, hiç unutamıyorum. Hani
demiştin ya bu dünyanın bir de mahşeri var. İnan o günden beri işte ben o
mahşer için can atıyorum. Öyle bir arafa düştüm ki mahşer bana mükâfat olur.
Gideceğini bile bile geldin demiştin de tek söz edememiştim. Bir gün olsun
ağzını açıp ne yaratana, ne bir canlıya ne de bir cansıza adımı anıp tek kelime
kötü söz söylemeyeceğini ama elinde olmadan bedeninin, gözlerinin, ellerinin,
yüreğinin, teninin senden habersiz seni dinlemeden yapacağı beddualara engel
olamayacağını söylemen aklımdan bir an bile çıkmıyor. Ve biliyor musun ne
beddualarından ne de ahlarından korkuyorum. Benim tek üzüntüm sana bunları
söyletebilecek kadar senin canını yakmış olmam.
Bilsem ki bir cezam olsa onu çekince azat olacağım bu yükten, işte en
ağır cezalara razıyım gözlerinde. Ve biliyorum ki o kadar çok ki günah
heybemdeki yükler, cezamı ödemem mümkün değil.
Aslında
gitmek için gelmemiştim sana. O gün diyemedim ama senden gitmek hiçbir zaman ne
aklımda ne gönlümde olmuştu. Seninle ilgili hayallerim vardı hiçbirinin hayali
bile kalmadı. İşte, artık tutunurum hayata demiştim kendi kendime gözlerini
gördüğüm ilk gün. Kendime ne sözler verdiğimi tahmin bile edemezsin.
Rüyalarımda sen ve çocuklarımız vardı. Çok değil iki oda bir evde; en büyük
kavgalarımız kitaplarımı neden dağınık bıraktığım üzerine olacaktı. Her zaman
ve her an yanında olacaktım, zindan gözlerinde tutuklu. Senden çok sevemezsem
çocuklarımı onların vebalini nasıl öderim diye kaç geceyi uykusuz geçirdiğimi
bir ben bilirim bir de penceremin hemen önünde duran sokak lambası. Peki, ne
oldu da gittim? Neden yenildim? Seni senden çok düşündüğüm için gitmem gerekti.
Yıllar önce evi terk etmiş hiçbir akrabası olmayan, doğru düzgün bir iş
tutamayan, ilk yılımda ara verdiğim okuluma bile ancak senin zorunla geri dönen
ben, nasıl çıkacaktım ailenin karşısına? Kendimden çok senin adına utandım.
Senin ailen ile kötü olacağın gün gibi ortada iken seninle daha fazla
kalamazdım. Aylarca iş aradım, bulduklarımın hepsi karın tokluğunaydı,
söyleyemedim. Ne her gün aynı kıyafetleri giymem tarz meselesi idi ne de az
yemek yemem diyettendi. Hepsi parasızlıktandı. Sürekli sahile gelebilmek için
kapalı mekânların beni sıktığı da büyük bir yalandı. Ve çok iyi biliyorum ki
sen bunların farkındaydın ama bir gün olsun beni utandırmadın. Biliyorum mümkün
değil seni unutmam; ellerini, gözlerini, saçlarını, sözlerini unutsam bu
kocaman gönlünü unutamam.
Ben
bugün buraya af dilemeye gelmedim. Af dileyecek yüzüm yok. Senden özür dilemeye
de gelmedim. İşlediğim kabahatlerin özrü yok. İçimi dökmeye geldim. Son
firarımı söylemeye geldim. Kendimden de firar etmeye geldim. Merak etme intihar
etmeyeceğim, çok şükür inancım izin vermez. Zaten bir tek bu intihar edenleri
anlamış değilim. Bitecek bir dünyadaki sorunlar için hiç bitmeyecek bir âleme
sonsuz bir sorun ile gitmek... Benim firarım bu dünyadan değil kendimden. Artık
rüzgâr olup esmeyeceğim. Gönlüm her daraldığında çekip gitmeyeceğim. Yangınsa
yangın, mahşerse mahşer ne varsa kaderimde onu yaşayacağım bir ömür ve bir daha
hiçbir zordan kaçmayacağım. Hiçbir gönülde kiracı olmayacağım. Hiçbir gönlü bir
daha kırmayacağım. Bitti tüm firarlar.
Hazan, şuan en büyük dileğim nedir biliyor musun? Keşke bunları yüzüne söyleyebilseydim… Cesaret edip seni de buraya çağırabilseydim. Elimdeki fotoğrafına değil de zindan gözlerine bakarak konuşabilseydim. Ve sana Hazan değil de Hazan’ım diyebilseydim. Ne kadar istesem de hiçbir zaman karşına çıkamayacağımı, çok iyi biliyorum.
Çünkü affetmenden korkuyorum.
Yazarın
Önceki Yazısı