Yaşar, geldiği her yaşta sistemli çalışır, sınavlarından en yüksek puanı alır, neyle uğraşıyorsa hep birinci olurdu. Hep en iyisine layık olduğunu düşünür, bu başarılı yaşamında herkesin ona hizmet etmesi ve ona kul olması gerektiğine inanırdı. Sosyal bir yaşantısı yoktu, eğlenmeyi sevmezdi ve sonu olmayan bir işle uğraşmazdı. Onu gören yüzünde ki soğukluğu fark eder, ondan korkar veya çekinirdi.
Gel zaman git zaman öylesi paraya ve güce sahip olmuştu ki… Şatoları, gemileri, jetleri, uşakları ve onun için çalışanları… Yaşamı göz kamaştırıyordu. Her hareketi dünyanın her yerinde yankı buluyor ve günlerce konuşuluyordu. Bu görüntü Yaşar’ı haddinden fazla mutlu ediyordu. Ne evlenmeyi düşünüyor, ne de çocukları seviyor… Aşka, sevgiye ve merhamete ihtiyacı varsa cariyeleri ona yetiyordu.
Yine jetini binmiş seyahat ediyordu. Ancak jetinde sıkıntı vardı. Arıza yapması sonucu bir çöle zorunlu iniş yapmıştı. Canını zar zor kurtarmış, herkes kendi canının derdine düştüğü için onunla ilgilenmemişti. Jetin pilotları ölmüş, özel hostesi ve kendisi hayatta kalmıştı. Jetin onarılması mümkün değildi. İçindeki mevcut iletişim araçları bozulmuştu. Cep telefonu kapsam alanı dışındaydı. Uçsuz bucaksız çöl, sıcak ve kuru hava nefes aldırmıyor ve zaman geçtikçe ümitsizliğe sürüklüyordu.
Bu ortamda kimseyle yarışacak imkan yoktu. Hostes, kendi dengi veya onunla yarışılacak bir değer de değildi. Ancak, alıştığı emirleri burada sıralayamıyor, her işini kendisi yapmak zorunda kalıyordu. Kazanın başlarında hostesi görmezden bile gelmiş ancak onun yardımına ihtiyacı olduğunu anladığında bu tavrına son vermişti. Hani jetten ayrılıp yaşamın neredeyse bittiği bu çölde yürüse nereye gidecekti ki? Bilinmezliğin ortasında, sanki cehennemde yanıyor ve diriliyor, bundan da başka bir aksiyona sahip olamıyordu.
Hostes’in artık çalıştırdığı bir işçisi olmadığını anlamıştı. Onun merhametine muhtaçtı. Onun önerilerine, yaşam standartlarına uyum sağlamak zorundaydı. Jet içinde gittikçe stokları azalıyor ve içten içe karamsarlığı paylaşmadan yaşıyorlardı. Yaşadıkları hakikattı ve eğer bir çözüm bulunmazsa ölmeleri de kaçınılmazdı.
Öyle bir an geldi ki, hayatın bir yarış olmadığı, herkesin duygudaşlık içinde eşit payları olduğu, buna delil olarakta, güneşin, ayın, oksijenin, gecenin-gündüzün ücretsiz ve herkese eşit verilmesi… Bu eşitlik ilkesinini jet düştüğünden beri düşünmeye başlamıştı. Her ne kadar kabul etmese de bu gerçekleri kabul etmek zorunda olduğunu hissetmişti.
Bir an geldi ve hostesle arasına koyduğu perdeyi açmaya karar verdi. Ona ismini sordu, geçmişini sorguladı… Zamanları çoktu, konuşacakları da. Hostesin adı Beşer’di. Aslında herkes gibi dünyaya kul, aramıyordu yol. O anı yaşıyor ve yaşadığını da unutuyordu. Kimseyi sorgulamamıştı. Kimseyi kırmamamıştı. Bu yüzden evlenmemiş, bu yüzden hiç bir şeyin sahibi olmamıştı. Varsın kimse onu beğenmesin, sonuncu olsun ama yaşamdan tat alsındı. Yaşar’ın tam tersiydi. Yaşar her ne kadar yaşattığı yol yanlış olsa da insandı. Beşer gibi sorgusuz yaşamıyordu. Doğruları kendince de olsa, o doğrulara sadıktı. En sonunda anladı ki, Yaşar ve Beşer iki uç modeldi. Bu dünyaya ait değillerdi. Bunun bir ortası olmalıydı. O çöl kumlarını elinde dökerken bu orta yolu düşündü. Beşer’le paylaşmadı duygularını. Beşer her şeyi yaşamaya razıydı sonuçta. O anın tadını çıkarmaktı tek derdi. Sanki bir robot gibi yahut ruhunu kaybetmiş insana benzer biriydi…
Hani ölüm vardı ya… Nasıl yaşarsan yaşa, o çölde bedeni bir kum tanesi olacaktı dünya mekanında. Ama ya bu dünya o ölümden sonra dönülmeyen bir yerse? Hani birileri gelse, onları kurtarsa, yaşama kalındığı yerden başlansa ne olacaktı ki? Bu dünyaya geri dönüş değil, belki de azap olacaktı. Bu kadar sorgudan ve deşmeden sonra dönüşün yaşam modelinin nasıl bir şey olacağını veya tatmin edip edemeceğini kestirmek için kahin olmaya gerek yoktu. Beşer ve Yaşar arasında br orta yol olmalıydı. Bu yolu hiç öğrenmemiş ve merak etmemişti.
Bu dünyada bir gaye olmasa, mevcut yerçekimi gibi kalbin çektiği aşk olmasa sürekli savrulan insan olmak demekti bu tıpkı şu çölde ki yaşam gibi. Yakan ve savuran… Susuz bırakan, sadece hayallerin seraba dönüştüğü gölgelerin, o gölgelere koştukça yok olduğuna şahit olmak… Düşünen insan için serap bile kurtuluş olabilir. Yeter ki kalbin aşka yerçekimi devam etsin. Bu aşk çekimi dünyaya ait olmasa gerek dedi… Çünkü aşk sonsuz bir yön çizmeli ve değerinden hiç bir şey kaybetmemeliydi! O zaman o aşk, başı ve sonu olamayan sonsuzluğun mimarı olmalıydı. Eğer aşk sınır çiziyorsa, nasıl kalp tatmin olabilirdi ki? Bu çölde seraba inanır ve yaşama tutunabilirdi ki…
O orta yolda adını bilmediği ve daha önce aramadığı büyük bir güç olmalıydı. O çölden kurtulabilirse, o gücü bulabilmekti şimdi ki gayesi… İşte her donanımı mükemmel bir jet arıza yapmış kimsenin olmadığı bir çöle bırakmıştı onu. Ne kadar mükemmel olsa makineler yarı yolda bırakıyor ve güç denilen şeyin mağlubiyeti kaçınılmaz oluyordu. Öyleyse, öyle bir güce teslim olmalıydı ki, asla mağlup edilmeyecek modeli temsil etmeliydi. İşte ölüme teslim olmak yerine o güce teslim olmak ve o gücün yaşattığı sırları keşfetmek… Nihayetinde birileri onları görmüş ve bu çölden kurtarmıştı. O güç bunu istemişti… Mesele o gücü görebilmek ve onun sırrına teslim olmaktaydı. Hostes kurtulduğuna sevinmişti… Yine eğleneceğim demişti. Günümü gün edeceğim… Ama Yaşar, orta yolu tavsiye eden gücü bulmaya ve onun sırrına ermeye kararlıydı. Nihayet seçilecek tek bir yol ve tek bir irade vardı…
Saffet Kuramaz