Vakit tamda öğlen
vaki! Güneş tepeye dikilmiş, gölge küçüldükçe küçülmüş. Çalışma odamdaki
kanepeye sırtüstü uzandım. Göz kapaklarımı kapattım; bilinçaltımın
derinliğine, kulaç atmaya başladım. Hedefim dehlizlere girmek,
içimdeki ışığı yakalamak.
Bazen insanın kendi
özüyle konuşması, kişiye çoğu zaman yalnızlığını unutturuyor.
Bilinçaltımdan,
gülümseyen yumuşacık bir ses yükseldi!
Bilmece oynamayı
sever misin?
Çocukken oynardım-
dedim.
Hazırlan öyleyse, ilk
çapraşık soruyu soracağım dedi! Bu da nereden çıktı der gibi baktım
yüzüne bakışım onu hiç etkilemedi.
Karalıydı tartışmaya
açacağı soruyu bilmece oyunu kılıfıyla soracaktı.
Sor der gibi
gülümseyerek baktım yüzüne.
Çocuk gibi sevindi.
İslam âlemi kutsal bir
ayı idrak ediyor. TV kanalları İlahiyatçıları yarıştırıyor
ekranlarda. İzleyenlerde telefonla bağlanıp abuk sabuk sorular soruyorlar.
Hem de birinin sorduğunu
hiç duymamış gibi öteki de aynı soruyor ve aldıkları cevapta haliyle hep aynı.
Bende abuk sabuk bir
soru sorayım, nasıl bir cevap vereceksin birlikte görelim diye kıkırdadı.
Gayrı ihtiyari uzatma ne
soracaksan sor deyivermişim; birazda bozuk çalar gibi…
Alındı, yüzü düştü, kırk
yılda bir oyun oynamak istedim, beni azarladın diye sitem etti.
Gönlünü alana kadar akla
karayı seçtim. Nazlanma sor gayrı dedim.
Buz gibi bir ses tonuyla
İnsan mı Üstün yoksa Kur’an mı daha üstün demez mi?
Dünya yıkılsa
bilinçaltımdan böyle bir soru beklemezdim.
Şaştım kaldım.
Bilinçaltım ya da zihnim
ne yapmak istiyor? Bana ne gibi bir tuzak kuracak, sonra karşıma geçip halime
gülecek?
Sonra; belli ki
aydınlanmak istiyor diye geçti içimden.
Aydınlanmak dedim de
içimdeki ses, ciddi ciddi kolay mı dedi. Kolay mı zor mu Vallahi
bilmiyorum!
Bildiğim bir şey varsa;
oda Buda'nın aydınlanmayı basitçe “Istırabın sonu” diye
tanımlaması.
Gerçekten bir insan
aydınlanınca ıstırabı sona erer mi, ermez mi yaşayıp birlikte göreceğiz.
Lafı çok uzatmamalıyım.
Mademki biz bir oyun oynayacağız, oyunu boz mamalıyım. Yoksa zihnimin
dilinden kurtulamam.
Aslında bilmecenin
cevabını biliyorum. Lakin cevabın içini doldurmadan ne söylesem; yeni bir
soruyla karşılaşırım. Onun için vereceğim cevabın içini doldurmalı, soruya
muhatap olmadan işin içinden sıyrılmalıyım.
Dedim ki bu sorunun
cevabını biliyorum.
Bilmece biraz heyecan
kazansın, aynı zamanda cevapta tatminkâr olsun isterim. Onun için bana
biraz zaman ver!
Önce nazlandı sonra peki
dedi.
Hepimiz biliyoruz ki
İnsan Allah'ın sanatı ve yaratılmışların üstünüdür. Kur’an-da
insanı eşref-i mahlûkat olarak tanımlar.
Yani
yaratılmışların en üstünü…
Hepimiz biliyoruz ki,
İnsanlık tarihi, dinler tarihinden eski. Kitab-ül Esrar’ın yazarı da “ Okunacak
en büyük kitap insandır” diyor.
Derviş Yunus
kendini” Ete kemiğe büründüm, Yunus diye
göründüm! Diye özetlemiş…
Ahmet
Hulusi Yaşamın gerçeği isimli eserinde; “Bütün ilimlerin başı, Allah’ı
bilmektir! “Allah”ı bilmeyenin ilmiyse, boşa emektir” demiş.
Birde “Nefsini bilen Rabbini bilir’ hadis-i şerifini
göz önüne alırsak; bizim bilmecenin cevabı ayan beyan orta yere çıkmaz mı?
Elbette çıkar ve arif
olan anlar! Elbette bizim verdiğimiz cevabı, Haram parayla Kâbe’ye gidilir
fetvası verenlerin; Camide siyaset yapanların, Kur’an-ı eline alıp miting meydanlarında
sallayanların onaylamasını bekleyecek de değiliz.
Efe Elmas; Kitab-ül
Esrar’da “Hayat'a karanlıkta başlarız önce, Bu karanlık sona erer O’na
dönünce, Sen içini aydınlatmazsan eğer; Bu kitabın sayfaları aydınlansa neye
değer! Diye seslenmiş.
Haksız mı?
En iyisi yazıya Cemalnur Sargut’un “ İnsan, Allah'ın Sonsuzluğundan
Gelir, Birliğine Döner” cümlesiyle son noktayı koyalım.
Hayal Denizi
Araştırma Arşivden.