Bir ağacın altında oturmuş, güz rüzgarı esen yüzüyle gelenleri seyrediyordu. Çatlamış toprakları andıran kırışık eliyle tuttuğu asasına dayanıp ayağa kalktı. Zor yürüyordu.
Saçları örülü, gülümseyen gözleriyle kendisine doğru gelen bir kız çocuğuna hüzünle baktı. Göz göze geldiler. Kız içinde coşan sevgi pınarıyla konuşuyordu.
"Merhaba ninem!"
Tanımadığı bir çocuktu. Ama her çocuk için artık bir nineydi. Yalnız kendi torunları için nine olamamıştı. Yüreğinde ne kadar sonbahar rüzgarları esse de karşısında baharı yaşayan bir fidana haksızlık yapamazdı. Onun sorusunu gülümsemeye zorladığı bir yüz mimiğiyle cevapladı.
"Merhaba çiçeğim! Ne kadar güzel olmuşsun! Ama sözlerin çok daha güzel biliyor musun?"
Çocuk, ninenin ne demek istediğini çok da anlamadı. Ama anladığı bir şey vardı. O da yalnız olduğuydu. Bu durumunu anlamaya çalışıyordu.
"Nineciğim sende çok tatlı görünüyorsun. Seni ziyarete kimse gelmedi mi? Hani senin çocukların, torunların yok mu?"
Soru ninenin yüreğinde bir volkana dönüşüyordu. İçinde ateşler yükseliyordu. Yalnızlık ateşinin alevlerine alışmıştı artık. Hayat onun için yatsıya doğru evriliyordu. En güvendiği dağlardan yediği vurgun onu hayata ve insanlara karşı soğuk esen rüzgara çevirmişti. Ancak bir çocuğun masum dünyasından yansıyan tebessüm güneşinin ışıkları onu hayata yaklaştırmıştı. Buna rağmen sevgisizlikle ilgili sözleri kurumuş dudaklarından dökülüyordu. 
"Çocuğum, annelerini huzur evine sürgün eden çocukların yüreği, soğuk vurmuş bir bahçe gibidir. Orada sevgiler yeşermez. Beklemiyorum da gelmelerini..."
Çocukluğun masumluğu söylenenleri anlamasa da o anladığı bir hayatı vadediyordu. Dilinden sevgi tohumları dökülüyordu sevgisizlikten kurumuş bir yüreğe.
"Olsun onlar gelmese de ben senin torunun olurum. Ben seninle oynar, seni eğlendiririm."
Umut insanın hayata tutunduğu en önemli yaşam damarlarından birisidir. Umudunu yok ettiğiniz bir insanı öldürmeye gerek yok. Çünkü o yaşayan bir ölüdür. İşte yaşlı kadının kurumuş damarlarına bir çocuğun tebessümü ve tatlı sözü sevgi serumu enjekte ediyordu. Damarlarında onu hissettikçe yüzünde ilkbahar gülleri açıyordu.
"Ah güzel kızım sağ olasın. Yüzündeki güllerin hiç solmasın e mi? Sen benim ömrüne güneş oldun. Hayata tutunacağım bir dalım oldun. Teşekkürler kızım, teşekkürler..."
Bu sırada küçük kızı annesi çağırıyordu. 
"Ayşe, hey Ayşe haydi gidiyoruz." 
Annesinin yanında da ak düşmüş saçı ve sakalı, elinde asası, kamburlaşmış beliyle bir dede duruyordu. Kız başını onlara çevirip geliyorum işareti yaptıktan sonra tekrar yeni tanıştığı nineye döndü.
"Nineciğim yine geleceğim. Seni yalnız bırakmayacağım. Sevgiyle kal benim tatlı ninem!" dedikten sonra o kurumuş toprak ellerinden öptükten sonra ayrıldı.
Onun gitmesiyle birlikte damarlarına enjekte edilen sevgi serumu da etkisini yavaş yavaş kaybediyordu.
Elleri titriyordu. Asasına zor tutunuyordu. Birden yere yığıldı. Gözlerinin önünden doğurduğu, büyüttüğü, geceleri onlar için uykusuz kaldığı çocukları geçti. Kocasının ölümünden sonra hayatın bütün yükü omuzlarına kalmıştı.
Üçünü büyütmek için ne zorluklara katlanmıştı. Lokantalarda bulaşıkçılık, evlerde temizlik yapmıştı. Ama üçünü de okutmayı başarmıştı. Doktor, avukat ve öğretim görevlisi olmuşlardı ama insan olamamışlardı. Kendilerini okutmak için hayatını feda eden kadını yalnızlığa mahkum etmişlerdi. Sözde ona bir iyilik yapmış, sevgisiz kalplerin bıraktığı yere parasını vererek yerleştirmişlerdi. İlk sıralar ayda bir geliyorlardı. Sonraları yılda bire inmiş ziyaretleri daha sonraları ise gelmez olmuşlardı. 
Onlar mutlu ve mesutlardı. Vefa ise yüreklerden sürgün edilen kutsal bir emanet olarak antik değerler müzesine kaldırılmıştı. 
Gözleri uzaklara uzaklara bakıyordu. 
"Hişt, hişt!" diye bir ses duydu. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Kendisine seslenenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. 
"Kerim sen misin? Leyla yoksa sen misin?" İkisinin adını sayıkladıktan sonra en büyük kızının  üçüncü adını söyledi. Onun saçını taradığı, beslenmesine ekmek arasına peynir koyduğu günleri ve gece derslerine yardım ettiği günleri hatırladı.
"İlkim, İlkim sen misin? Beni yalnız bırakmayacaksın değil mi kızım?"
Cevap yoktu. Ancak duyduğu sesi tekrar ce bu sefer daha yakından duydu.
"Hişt, hişt!"
Gördüğü manzara karşısında nutku tutulmuştu. 
Yanaklarından süzülen yağmur damlacıkları bir tsunami gibi çocuklarını alıp götürdü.
Yalnızdı. Kimsesizdi. Üç çocuğundan habersiz sonsuzluğa yürümüştü. 
"Hişt, hişt!" sesinin sahibi onu alıp uzaklara çok uzaklara götürmüştü. 
Huzur evi yetkilileri sevimli ninenin çocuklarını aradı. Annelerinin öldüğünü haber verdi. Bir müddet sonra gözleri yaşlı otuz ile kırk beş yaşları arasında bir erkek iki kız huzur evine girdi. Ağlıyorlardı ve annelerini soruyorlardı. Yetkili kişi onlara baktı. Elinde tuttuğu bir kâğıdı onlara verdi. Büyük olanları aldı. Elleri titreyerek kağıdı açtı. Birkaç yeri dökülen gözyaşlarıyla ıslanmış kâğıdı okumaya başladı.
"Çocuklarım üzülmeyin ve ağlamayın! Çünkü ben sizden uzakta daha mutluyum, sizin benden uzaktayken MUTLU olduğunuzdan daha fazla..."
( Sevgisiz Yürek Soğuk Vurmuş Bir Bahçedir başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 31.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu