Komşuların hepsi evlerine dağılmışlardı. Cenaze evini, ölüm operasının bir başka sahnesiyle baş başa bıraktılar. Gözlüklü adam kederli bir şekilde evin bir köşesine çekilmiş, mahzun mahzun oturan gözü yaşlı babanın yanına gitti:
- Beyefendi başınız sağ olsun. Acınızı anlıyorum. Gerçekten büyük bir üzüntü içindesiniz. Biliyorum ateş düştüğü yeri yakar. Benim de bir çocuğum küçük yaşta öldü. Bunun için acınıza ortak olmak istedim. Allah size sabır versin.
Yalnız sizden bir isteğim olacak. Şimdi bir çocuğunuz kaldı. O da küçük Mustafa. Şayet onu da Hasan gibi kaybetmek istemiyorsanız, kalbinizdeki sevgisizlik buzullarını eritin. Sevgi güneşiyle baharı yeşertin. Siz sevmesini bilirseniz, çocuklarınız da sizleri sever. Hürmette, saygıda kusur etmezler.
Bundan sonra küçük Mustafa’nın bütün okul masrafları bana ait olsun. Lütfen onu dilenmeye zorlamayın. Bırakın küçük dünyasında çocukluğunun baharını yaşasın.
Kederli baba, hüzünlü bir şekilde gözlüklü adamı dinliyordu. Adamın konuşması bitince, ağlamaklı bir sesle:
“Ne demek! Ne demek çocuğu dilendirmek, bir daha böyle bir davranışta bulunmak mı, tövbeler olsun,” diyerek buğulu gözlerle, hafiften yanan sobanın yanında oturan küçük Mustafa’ya bakarak:
“Şayet oğlum beni affederse, bundan sonra asla bu şekilde çirkin bir işte bulunmayacağım. İçkiyi, dayağı, dilendirmeyi hepsini ama hepsini bırakacağım. Hayatımı biricik Mustafa’ya adayacağım…”
Anne de mahzun bir şekilde sobanın yanına oturmuş, babanın sözlerini dinliyordu. Yüzü solgun bir gül gibi sararmıştı. O da şimdi kaybedilen çocuğun acısıyla yanıyordu.
Anne baba olmak çocuklara eziyet etme hakkı vermiyordu. Çocuklar anne babaların kölesi olarak dünyaya gelmiyorlardı. Ama onlar bunu ancak bir çocuklarını kaybettikten sonra anlamışlardı. Ama bu anlayış çocuklarını geri getirmiyordu.
Babasının pişmanlık dolu sözlerini duyan küçük Mustafa, yüreğinde kopan bir heyecanla babasına doğru atıldı:
“Baba! Baba, niye daha önce şefkatini bizden esirgedin? Şefkatini göstermek için abimin ölmesi mi gerekiyordu? Ah baba! Ah!” Diyerek masum duygularla babasına sarıldı.
Küçük yüreğinde babasına karşı öfke ve nefret rüzgârları esiyordu. Ancak çocuklar sevgiye dayanamazlar. Hele de babadan o güne kadar böylesine sıcak sözler duymamış bir çocuk için bu sevgi melodileri daha büyük bir anlam ifade ediyordu.
Baba oğlun yıllarca ayrı kalmış iki can dostun hasretle kucaklaşması gibi sarıldıkları bir sırada anne onların yanına gitti. O da ikisini kucakladı.
Bu sevgiyle nakış nakış işlenmiş manzarayı seyreden gözlüklü adam, babaya:
“Aslında ben buraya sizi şikâyet etmek için gelmiştim. Çocuklara dayak attığı ve küçük yaşta onları çalışmaya zorladığı, dilendirdiği ispatlanan yetişkinlere hapis cezası yürürlüğe girdi. Ancak sizin böylesine samimi bir şekilde sevgiye dönüşen ruh haliniz beni bu düşüncemden vazgeçirdi. Bundan sonra küçük Mustafa’ya hiç de kaba ve sert davranmayacağınıza inanıyorum. Şimdilik izin verirseniz ben de eve gideceğim. Çünkü çok geç kaldım. Küçük Mustafa’yla ilgileneceğime de söz veriyorum.”
Baba, bu yeni tanıştıkları adamın güneş gibi sıcak ve sevgisizlik buzullarını eriten sözleri karşısında:
“Biraz daha otursaydınız, memnun olurduk. Allah sizden razı olsun. Yeterince ilgilendiniz. Bu söylediklerinizi unutmayacağız.”
Gözlüklü adam kapıya kadar ilerlemişti:
“Sağ olun esenlikte kalın, dedi. Başka zaman yine rahatsız ederim.”
Gözlüklü adam, dışarıya çıkmadan önce son söz olarak: “Sevgiler ölümler üzerine kurulmasa ne güzel olacak!” dedikten sonra ağır adımlarla karanlıkta gözden kayboldu.
Anne, baba ve küçük Mustafa gözyaşları içinde, bu iyi kalpli adamın arkasından kayboluncaya kadar baktılar.
Gökyüzünde yıldızlar ise sevgi ışıltılarını müjdelercesine yeryüzüne göz kırpıyorlardı.