Konya-Adana-Antalya üçgeninde yer alan yöre tarih boyunca İzorya, Kilikya gibi adlarla anılmış ve en son Perslerin, Alp Er Tunga’yı hile ile zehirleyip öldürmelerinin ardından Sakaların (İskit) Kafkasya üzerinden Türkistan’a çekilmesiyle Türk egemenliğinden çıkan Anadolu’nun -Hunlar, Hazarlar, Kıpçaklar gibi Türk boyları da olmakla birlikte- özellikle Oğuzların (Ogur, Uğur) çıkıp gelmesiyle tekrar Türkleşmesinin ardından Taşeli adını almıştır. Oğuz/Avşar boyundan olan Karamanoğulları Beyliğinin hüküm sürdüğü topraklar bu yöredir. Karaman, Konya ve Mersin (İçel) başta olmak üzere Afyon, Burdur, Ankara, Sivas, Niğde, Kayseri, Adana, Antalya hatta Halep’e kadar uzanmış olsalar da Taşeli yöresi Karamanoğlu Avşarları için doğal bir kale görevi görmüştür.
Söylentiye (rivayet) göre Karamanoğullarını oluşturan Avşar oymakları 10 bin çadırla ve Sadeddin Bey öncülüğünde Horasan’dan çıkıp önce Azerbaycan’a oradan da Sivas’a gelmiştir. Bu söylentinin aynısı bir başka Avşar oymağı (aşiret) olan Karahacılılar arasında da anlatılmaktadır. Aradaki tek fark Karahacılıların Kara Osman adlı bir bey öncülüğünde gelmiş olmalarıdır. O tarihlerde Türkler arasında biri Türkçe diğeri -belki de lâkap şeklinde- sözüm ona Arapça ad/unvan koyma takıntısı vardır. Haliyle hem Karamanlıların hem de Karahacılıların ilk beylerinin gerçek adlarını ne yazık ki bilemiyoruz. Ama iki oymak arasında çok yakın bir kan bağı olduğu açıktır. Moğollar yüzünden Horasan’dan çıkmak zorunda kalan bu Oğuz oymağı ve birlikte hareket ettiği diğer Türkmen oymağı (Boy, oymak ve obaların ikişerli göçmeleri eski bir Türk geleneğidir.) kışları Güney Azerbaycan’a büyük olasılıkla Urmu (Urmiye) Gölü taraflarına çekilmekte; yazları ise Sivas taraflarında göçerek yaylak-kışlak hayatı sürmektedir. Sadeddin Bey ölünce oymağın başına Nureddin Bey seçer. Sad ed-din “dinin neşesi”, nur ed-din “dinin ışığı” demektir bu arada. Nureddin Bey devletin ne demek olduğunun bilincindedir. Bu yüzden de Sivas’ta bulundukları sırada Bizans’ın Balkanlardan getirip yerleştirdiği Bulgar, Hay (Ermeni), Peçenek, Kuman/Kıpçak, Uz (Oğuz) gibi büyük çoğunluğu Türk kökenli paralı askerlerin ve ailelerinin horantası olan Hıristiyan ahalinin nüfuz alanında bulunan Ereğli’yi ve Anadolu Selçuklu Devletine isyan eden Sivas’ı alıp, her iki kentin anahtarını “Han oğlu han Kalhan oğluyum…” diye başlayan bir mektupla birlikte Konya’ya, Sultan Alâaddin Keykubat’a gönderir. Onun bu girişimi ile neredeyse üç yüzyıl sürecek Karamanoğulları dönemi de başlamış olur. Zira bu jest üzerine Sultan, Nureddin Bey’i tanımak istemiş ve aslen Moğol/İlhanlı kökenli olan Kayseri beyi (valisi) Cafer’den onu alıp Konya’ya getirmesini istemiştir. Sultan’ın, bu genç Oğuz beyinden etkilendiği ve “Emsalsiz bir yiğit ki, gözler görmüş değil.” dediği söylenir. Dönüş yolunda, Cafer Bey, geleceği (istikbali) parlak olan Nureddin Bey’i Kayseri’de bir süre alıkoyar ve onu kız kardeşi ile evlendirir. Sonrasında Sivas’a dönen Nureddin Bey’in burada -beyliğe de adını verecek olan- oğlu Karaman dünyaya gelir.
Selçuklu sultanı, Taşeli yöresinde bulunan kalelerde yaşayan ve Yörük Türkmen obalarına eziyet eden Ermenileri hizaya sokması için Nureddin Bey’i bu yörede görevlendirir. Üstelik de alınan kaleler kendisinde kalacaktır. 10 bin askerle Taşeli’ye gelen Nureddin Bey sırasıyla Ermenek, Mut, Gülnar, Mara gibi kaleleri fetheder. Bu gelişmeler üzerine Selçuklu sultanı hilat, kılıç, tabl, âlem gönderir. Böylelikle -henüz adı konmamakla birlikte- Karamanoğulları Beyliği yasal olarak kurulmuş olur. Oğlu Karaman’ı yörede bırakan Nureddin Bey Sivas’a, oymağının başına döner. O sıralarda Anadolu’da hayli yaygın olan Babaîlik tarikatına girer ve Şeyh İlyas’a bağlanarak (intisap) yedi yıl kadar inziva hayatı yaşadıktan sonra onay/icazet alıp onun halifesi olur. Bu tarihten sonra Orta Anadolu’daki Oğuzlar/Türkmenler arasında Nuru Sofu (Nuri Sofi) adıyla anılmaya başlar. Tekrar Taşeli’ye dönen Nuru Sofu, Silifke’yi de fethederek beyliğin sınırlarını Akdeniz kıyılarına kadar genişletir. Ömrünün son yıllarına doğru beyliği oğlu Karaman’a bırakarak, Mut’ta bulunan Değirmenlik yaylasına çekilir. 1264’de ölünce yine buraya defnedilir. Nuru Sofu’nun türbesi yöredeki Yörük ve Tahtacı Türkmenlerince ziyaretgâh olarak kabul edilegelmiştir.
Yeri gelmişken hatalı bulduğumuz bir bilgiye açıklık getirelim. Bizans’ın, iyice güçten düşmesiyle birlikte, Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara inen Türk boylarını -yurtluk verme vaadi ile- Anadolu’nun orta, doğu ve güneydoğu kesimlerine yerleştirdiğine yukarıda değinmiştik. Perslerin devamı niteliğindeki akınlara ve Arap istilalarına karşı zamanla Hıristiyanlaşmış olan bu Türk topluluklarını paralı asker (legion/lejyon) olarak kullanan ve bunda da istediğini alan Bizans’ın o zamana kadar çok güzel işlemiş olan savunma düzeni (systeam) -ki Tatikius adında Türk kökenli genelkurmay başkanı bile vardır- Kafkasya’dan Kıpçak Türklerinin; Horasan üzerinden de Arapların Türk-i iman (inançlı/Müslüman Türk) olarak adlandırdığı Oğuzların çıkıp gelmesiyle birlikte yerle bir olur. Zira Hıristiyan da olsalar kimi Türkler kandaşları/soydaşları ile savaşmak istemezler ya da en azından gönülsüz davranırlar. Malazgirt’te, Miryokefalon’da ve daha birçok yerde bu ikilem/çelişki (paradoks) yaşanır. Bunun üzerine Bizans yine Balkanlardan göçüp gelmiş bir topluluk olan Hayları (Ermeni) devreye sokar. Garnizonların başına Hay kökenlileri getirmeye başlar. Ve tarihî bir yanılgı da böylelikle başlar. Misal Hıristiyan olan ve Gregoryen mezhebine bağlı olan kimi Kıpçak toplulukları günümüzde Hay yani Ermeni sanılmaktadır. Bunun en çarpıcı (shock/şok) örneği de Van Gölü’nde bulunan ve anlamı ak tenli Tamara’dan gelen Akdamar Kilisesi’dir. Tamara ise Tomris Hatun’un adından gelmektedir. Daha da ilginç olan ise “Ermeni” adının Türkçe oluşudur. Adını, varlığını Türk’e borçlu olup; Türk’e ihanet eden bir topluluktur söz konusu olan.
Her ne kadar 1228’de kurulup, 1487’de yıkıldığı söylense de Karamanoğullarının 1219/1220’de Nureddin Bey’in Selçuklu sultanı ile görüşmesinin ardından kurulup; beyliğin çekirdeğini oluşturan kimi obaların 1502’de Azerbaycan’a göçmesiyle fiilen son bulduğunu söyleyebiliriz. Orta Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’nde hüküm sürmüş bir Avşar beyliği olan Karamanoğullarına, kimi araştırmacılarca Oğuz Devleti de denmiştir. İlk başkentlerini Ereğli ve/veya Sivas olarak da kabul edebileceğimiz Karamanoğulları, Selçuklu sultanının daveti ve hatta görevlendirmesi ile Taşeli yöresine gelince Ermenek’i başkent yapmıştır. Lârende’yi alan Karaman Bey, buraya kendi adını verip başkenti buraya taşımıştır. Sonrasında Konya başkent olmuş, Konya’nın elden çıktığı dönemlerde ise tekrar Karaman’a dönülmüştür. Mersin’in Mut ilçesi de uzun süre başkent olarak kullanılmıştır. Karamanoğullarının zaman zaman Niğde ve Silifke’yi çift başkent olarak kullandıkları da olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’le başlayan süreçte Konya’nın elden çıkması üzerine daha güneye eski yurtlarına doğru kademeli bir çekilme stratejisi izlerler. Karamanoğullarının siyasal/hukuksal açıdan sona ermesinin ardından beylik/devlet içinden bazı oymak ve obalar Alanya’ya çekilerek 1293 yılında -2. Karamanoğulları Beyliği de diyebileceğimiz- Alaiye Beyliğini kurarlar ve 1471 yılına kadar varlıklarını korumayı başarırlar.
Karamanlıların, 1100’lerin sonu-1200’lerin başı gibi bir tarihte Sadeddin Bey öncülüğünde Horasan’dan çıkıp, önce Azerbaycan’a oradan Şirvan’a ve son olarak da Ermenek taraflarına geldiklerinde 10 bin çadırlık bir nüfusa sahip oldukları söylenir. Benzer bir söylenti bir başka Avşar oymağı olan -bağlı bulunduğumuz- Karahacılılar arasında da dillendirilmektedir. Anlatılanlara bakılırsa, Karahacılılar da Kara Osman adlı bir beyin öncülüğünde 10 bin çadırla Horasan’dan çıkıp gelmişlerdir. Göller yöresi ile birlikte Çukurova’da da etkili olan Karahacılıların Memlüklere kadar uzanan bir geçmişe sahip olduğu ve özellikle Sis (Kozan) merkezli Savcıhacılı Oymağı’nın devamı olabileceği gözardı edilmemelidir. Şöyle ki, Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’la birlikte Çukurova’dan başlayıp, Fırat’a kadar olan yerleri de almasının ardından tutulan tahrir defterlerinde geçen “Savcıhacılı oymağı” kaydı sonraki dönemlerde birden bire ortadan kaybolmaktadır. Oymağın sürgün veya göçle Göller Yöresi’ne gelmesi burada (Şarkî) Karaağaç yöresini beylik merkezi yapması da olasıdır. Ki Denizli taraflarındaki Eşe Dağı/Yaylası yüzünden hem Germiyanoğullarına hem de Hamitoğullarına kafa tutan Avşar oymağından ve Denizli/Acıpayam’dan Kırıkkale/Keskin’e kadar olan yerlerde söylenen ünlü Avşar bozlağından hareketle Karaağaç Beyi tanımlamasının zamanla Karahacılı’ya dönüşmesi de pekâlâ mümkündür. Söylentilerdeki büyük benzerlikten ötürü Karamanoğulları ile Karahacılılar arasında bir kan bulaşıklığı olasılığını da saklı tutuyoruz. Çünkü Karaman, Aksaray, Niğde ve hatta İçel’de (Mersin) bulunan mülkî amirlere gönderilen ve Tekeli ile Karahacılı oymaklarına karşı önlem alınması istenen padişah fermanı da böyle bir olasılığı göz önünde bulundurmamızı zorunlu kılıyor.
Karaman beylerinin şeceresi Şirvan Han, Kâl Han, Alp Arslan, İbrahim Han, Sadeddin Bey ve beyliğin asıl kurucusu kabul edilen Nureddin Bey şeklindedir. Nureddin Bey, çocukluk ve gençlik yıllarında o dönem çok yaygın olan Babaîlik tarikatına bağlanmış ve şeyhlik makamına kadar yükselmiştir. Adının Nuri Sufî, Nure Sofî, Nuru Sofu gibi söyleniş biçimleriyle anılmasının nedeni de bu şeyhlikten dolayıdır. Dinî ve siyasî bir hüviyet kazanan Nuru Sofu Bey bölgedeki Oğuz/Türkmenleri etkilemeyi başarmıştır. Ereğli’yi başkent yapan Nure Sufî (Nuru Sofu) Bey 1250-1256 (?) yılları arasında beylik sürmüş, Mut Geçidi’ni aşarak Silifke’ye kadar akınlar yapmaya başlamıştır. Onu, Ermenek’i ele geçirip başkent yapan -Ermenek Beyi unvanlı- Kerimüddin Karaman Bey izler. Hukukî anlamda beyliğin temellerini atan Karaman Bey’in, babasının yolundan giderek akınlara devam etmesi hatta Taşeli’deki Ermeni prensliğine boyun eğdirmesi üzerine Anadolu Selçuklu sultanı 4. Rükneddin Kılıç Arslan kendisine -o zamanki adı Larende olan- Karaman Kalesi’ni verir. Ve onu yanına çekmek için evlilik yoluyla akrabalık kurar. Karamanoğullarını yanına çektiğini düşünen Sultan, Alanya-Antalya-Denizli hattında kısmen bağımsız hareket etmeye başlayan ve çoğunluğu Avşar olan Yörük/Türkmen beyliklerinin üzerine yürüyerek, irili ufaklı beyliklere ağır bir darbe vurur. Sıranın kendilerine de geleceğini öğrenen ve/veya sezen Karamanoğulları bu gelişme üzerine 20 bin atlı ile Konya üzerine yürür. Vezir Pervane komutasındaki Selçuklu ordusu Gavele Kalesi önünde yapılan savaşı kazanır. Karaman Bey kaçıp kurtulsa da kardeşleri tutsak alınarak asılır. Bu olayın üzüntüsüne dayanamayan Karaman Bey kısa süre sonra ölürken, beylik de dağılma noktasına gelir. Bu acıklı (dramatik) son yeni bir başlangıca kapı aralar. Karamanoğullarının ayaklanmasından çekinen Selçuklular, Karaman Bey’in tutsak alınan erkek çocuklarını salarken, en büyük oğlu olan Şemseddin 1. Mehmet’i bey olarak tanır. Mehmet Bey, Moğollara karşı ayaklanan Hatıroğulları Beyliğine askerî yardımda bulununca Moğolların boyunduruğunda olan Selçuklular, daha önce de Karamanlı ülkesine vali olarak atadıkları Bedreddin Hotenî komutasında bir orduyu Mehmet Bey’in üzerine gönderirler. Göksu’da yapılan savaşta Selçuklular çok ağır bir yenilgi alır. Zaferden sonra Akdeniz kıyılarına yönelen Mehmet Bey burada Selçukluları bir kez daha yener. Diplomasiyi iyi bilen Mehmet Bey’in bu süreçte Eşrefoğulları ve Menteşeoğulları beyliklerinden yardım aldığı bilinmektedir. Ardından da hem Selçuklu’ya hem de Moğollara karşı bağımsızlığını ilân eder. Bu tarihi, devletleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edebiliriz. Mehmet Bey, Moğol/İlhanlı ordusunu Fırat kıyısında durduran Memlük sultanı Baybars’ın siyasî desteği ve Eşrefoğulları, Menteşeoğulları gibi kader birliği yaptığı Oğuz/Türkmen beyliklerinin askerî desteği ile tekrar Konya üzerine yürür. 10 bin kadar askerle Konya’yı ele geçiren Mehmet Bey, İzzettin Keykavus’un Bizans’ta (İstanbul) yaşayan oğlunu tahta geçirmek istese de bu şehzadeden umduğunu bulamaz. Bunun üzerine Gıyaseddin Siyavuş’u tahta çıkarır. Kendisi de vezir olan Mehmet Bey, Mayıs 1277’de Türkçeyi resmî dil ilân eden ünlü fermanını yayınlar. Güç birliği oluşturmak için olsa gerek, diğer Oğuz/Türkmen beyliklerine bir dizi geziler/ziyaretler düzenleyen Mehmet Bey, Germiyanlı yurdunda kırk gün kadar kalır ve Germiyan beyi, kızını Mehmet Bey’le evlendirir. Devlet mekanizmasını da eline alan Mehmet Bey açıktan Moğollarla mücadeleye başlar. Konya’yı aldıktan sonra kendisine destek olmayan ya da Anadolu Selçuklu Devleti’nin otoritesini tanımakta isteksizlik gösteren Sahipataoğulları ve Germiyanoğulları üzerine yürüdüğü sırada Selçuklu sultanı Moğol/İlhanlılara bağlılığını bildirir ve Konya bir kez daha Moğol/İlhanlıların eline geçer. Geri dönen Mehmet Bey’e kalenin kapıları açılmaz. Mehmet Bey ordusu ile birlikte Ermenek’e çekilir. Moğol/İlhanlı hükümdarı Abaka Han Selçuklu-Moğol ordusunu Karamanlıların üzerine gönderir. Mehmet Bey üzerine gelen bu birleşik (müttefik) orduya karşı sayıca az olan kuvvetleriyle kahramanca karşı koysa da iki kardeşiyle birlikte ölür. 1261-1283 yılları arasında hüküm süren Mehmet Bey, kuruluş aşamasında olan beyliği devletleşme sürecine sokmuştur. Ondan geriye Türk tarihine altın harflerle yazılan “Bu günden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmayacaktır.” şeklindeki ünlü fermanı kalmıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey konusunu Fatih Sultan Mehmet’in bir hatasını naklederek noktalayalım. Fatih, Karamanoğullarına son vermek için Sadrazam Mahmut Paşa ile Gedik Ahmet Paşa’yı görevlendirir. Bunlar Karaman mülkünü ele geçirir. Karaman’daki bilginler (âlim), sanatkârlar, zanaatkârlar İstanbul’a sürgün edilir. Bizans ordusunda görev yapan ve fetihten sonra Osmanlı hizmetine giren Rum Mehmet Paşa bu kadarla yetinilmesine karşı çıkar, Fatih’in aklını çelip onun da iznini aldıktan sonra bir ordu ile Taşeli yöresine gelir. Bölgedeki Avşar oymak ve obaları -başta Trakya/Balkanlar olmak üzere- yurdun dört bir yanına sürülür. Rum Mehmet Paşa işi o derece ileri götürür ki Karamanoğullarına ait mezarlara varıncaya kadar yakıp yıkar. Ve ne yazık ki bu yakıp yıkmalardan Karamanoğlu Mehmet Bey ve ileri gelenlerin Mersin’in Mut ilçesine bağlı Balkusan Köyü’nde bulunan türbeleri, mezarları da nasibini alır. Rum Mehmet Paşa’nın, Türklerden Bizans’ın intikamını almak için böyle davrandığını söyleyen araştırmacılar da vardır. Sonraki birkaç yüzyıllık süreçte Avşarlar, Diyarbakır-Aydın hattındaki topraklardan sökülüp Trakya, Balkanlar, Karadeniz kıyıları, Güney Kafkasya, Suriye, Kıbrıs hatta Kuzey Afrika diye giden yörelere/bölgelere sürgün edilmişlerdir.
Mehmet Bey’den sonra yerine kardeşi Güneri Bey geçer. Önceleri suya sabuna dokunmayan Güneri Bey bir süre sonra Ermeni prensliğinin elinde bulunan Tarsus’a hücum eder. Karamanoğullarının tekrar yayılmacı bir siyaset izlemeye başlamaları üzerine İlhanlılar, hukuken kendilerine bağlı olan Selçuklulara baskı yaparak önlem almalarını ister. Selçuklu sultanı Gıyaseddin Mesut bizzat ordusunun başına geçerek Karamanlı yurdunu talan eder. Bu süreçte akıllı bir taktik uygulayarak Toroslara çekilen Güneri Bey, ortalık durulduktan sonra Eşrefoğulları beyini de yanına alarak Konya’ya gider ve Sultan’a bağlılıklarını bildirir. Olaylar tam duruldu derken bir türlü kendilerine boyun eğmeyen (biat etmeyen) Karamanlılara karşı harekete geçen Moğol/İlhanlı ordusu Karamanlı yurdunu yakıp yıksa da Toroslara çekilen Güneri Bey’i ve adamlarını ele geçiremez. 1300 yılında ölen Güneri Bey’den sonra sırasıyla kardeşi Bedreddin İbrahim Bey, 1308-1312 yılları arasında hüküm süren ve başkenti Konya’ya taşıyan Yahşı Han Bey, 1. Burhaneddin Musa Bey, Alâeddin Halil Mirza Bey, 1. Bedreddin/Mec(i)deddin İbrahim Bey, Fahreddin Ahmet Bey, Semseddin Bey, 1351’de ikinci kez bey olan ve başkenti Mut’a taşıyan Hacı Sufî 1. Burhaneddin Musa Bey, Seyfeddin Süleyman Bey, 1. Damat Alâeddin Ali Bey, Sultanzade Nasıreddin/Gıyaseddin 2. Mehmet Bey, 2. Damat Bengi Alâeddin Ali Bey, Karamanoğlu 2. İbrahim Bey, Sultanzade İshak Bey, Sultanzade Pîr Ahmed Bey, Kasım Bey ve 1483-1487 yılları arasında hüküm süren Turgutoğlu Mahmut Bey’le Karamanoğulları da tarihteki yerini almıştır.
Şehabeddin Ömer tarafından yazılmış olan Mesâlik-ül Ebsâr adlı eserde 1300’lerin başında Karamanoğullarının yarısı atlı yarısı yaya olmak üzere 50 bin askerinin olduğu bildirilmektedir. Ki o döneme göre bu sayı hiç de azımsanamayacak bir askerî güç demektir. Üstelik Sivas’tan 10 bini anca bulan yani bir tümen kadar askerle yola çıkmasına rağmen -şeyhlik, cihat/gaza gibi olguların da etkisiyle- Karamanoğulları ordusunun kısa sürede 70 binleri bulduğu da kaynaklarda geçmektedir. Kıbrıs ve Cenevizlilerle ticarî ilişkiler kuran, tersane ve donanma kuran dahası Mersin-Antalya arasındaki sahil kasabalarına ve limanlara hâkim olan, para basan Karamanoğulları, Anadolu’daki beylikler arasında devletleşme sürecine en erken başlayan ve süreci en erken tamamlayan beyliktir. İlk mehter takımını kuran, ilk Türkçe tıp kitabını çıkaran da Karamanoğullarıdır. Diğer Türk beyliklerinin aksine Arap alfabesini kullanmamışlar, kendi oluşturdukları Karaman alfabesini kullanmışlardır. Özellikle Balkanlar üzerinden gelerek Anadolu’ya yerleşmiş olan Hıristiyan Türkler de Karamanoğullarıyla kaynaşmış, onların yönetimlerini benimsemişlerdir. Karaman mülkünde -özellikle mezarlıklarda- Grek (Bizans) alfabesiyle yazılmış çok sayıda Türkçe anıt (kitabe) bulunmaktadır. Yine bu Hıristiyan ahali, Karaman beylerini kral olarak adlandırmışlardır. Tüm bunlar Karamanoğullarının, Müslümanlar kadar Hıristiyanlarca da benimsendiği anlamına gelmektedir. Çünkü aralarında soy birliği vardır. Cumhuriyet’in ilânından sonra, anadili Türkçe olan bu insanların -sırf ümmetçilik takıntısı yüzünden- Yunanistan’a gönderilmeleri büyük hata olmuştur.
Karamanoğullarının bayrağı günümüzde İsrail bayrağında da yer alan ve İslâmî kaynaklarda Süleyman mührü olarak adlandırılsa da geçmişi Musevî Hazar Devletine ve hatta ondan çok daha gerilere kadar gitmektedir. Gök ve yer temalı bu bayrak iç içe geçmiş iki üçgenden oluşmaktadır. Türklere ait olan bu simge -Candaroğullarından tutun da Barbaros Hayrettin Paşa’nın donanma sancağına kadar- birçok dönemde ve birçok yerde kullanılmıştır.
Karamanoğulları Taşeli yöresine geldiğinde burada bir hayli Hıristiyan nüfus vardır. Bizanslıların başlangıçta İran’a sonrasında Araplara ve ardından gelen Türklere karşı ileri karakol (garnizon, lejyon) amaçlı olarak Orta Karadeniz, Doğu Anadolu, Kapadokya, Taşeli, Gaziantep/Halep gibi gibi yörelere yerleştirdiği bu topluluklar arasında Hıristiyanlığı benimsemiş olan Uz(Oğuz/Ogur), Peçenek, Kuman-Kıpçak, Bulgar boylarından Türkler önemli yer tutmaktadır. Dahası Trakya üzerinden Güneybatı Anadolu’ya girip, Torosları takip ederek zamanla doğuya doğru ilerleyen Taşeli’deki Ermeniler de bu Türklerle birliktedir. Bir kısım Ermeni ise buradan Türkiye-Suriye arasında bir hat olan Güneydoğu’ya oradan da Kafkasya’ya Arman/Armen denen yöreye çıkmışlardır. Günümüz Ermenilerinin kökeni Hay olup; geçmişi Sakalara kadar giden ve Güney Kafkasya’da coğrafî bir yörenin adı olan “Armen/Ermen” sözcüğünün/teriminin kökeni Türkçedir. Karamanoğullarını diğer Türk beyliklerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de burada karşımıza çıkmaktadır. Diğer beylikler boş buldukları bir yere konup, orasını yurt tutarken; Karamanoğulları, başlarında Hay/Ermeni prenslerin bulunduğu Taşeli yöresindeki bu Hıristiyan garnizonun/koloninin topraklarında kurulmuştur. Yeri gelmişken, kimi tarihçilerin düştüğü bir hata da şudur: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yöredeki nüfus sadece Ermenilerden oluşmamaktadır. Bölgede Kilikya Ermeni Krallığı gibi bir oluşum söz konusu değildir. Bizans’a bağlı diğer tekfurluklara benzer bir yapı vardır. Onda da yönetici Ermeni olsa da halkın çoğunluğu Hıristiyan Türk boylarından oluşmaktadır. Bunun nedeni de Hıristiyan Türklerin Müslüman Türklerle savaşmak istememesi yüzünden Bizanslıların yönetici tercihini Ermenilerden yana kullanmış olmalarıdır. Ki Bizans kendi açısından haklıdır. Çünkü seyrek sakalı yüzünden Köse Mihal olarak anılan Harmankaya tekfuru da bir Kıpçak Türk’üdür ve Müslüman Türklerle işbirliği yapmıştır. Osmanlı’nın da -Yavuz Sultan Selim’in tımar düzeninden 2. Abdülhamit’in Hamidiye alaylarına varıncaya kadar- neredeyse her konuda Alevî Oğuz/Türkmen oymaklarına karşı Sünnî-Şafiî iklimdeki Gurmanç (Kürt) oymaklarını tercih ettiği de unutulmamalıdır. Dahası Cumhuriyet’in ilk yıllarında -Hıristiyan oldukları gerekçesiyle- Yunanistan’a gönderilen ve “Karamanlı Türkleri” denen insanların büyük çoğunluğu da yine Karamanlı ülkesinden gönderilmiştir. Bizanslılar, Perslere ve sonrasında Arap/Emevîlere karşı kurduğu ve temelini Türklerin oluşturduğu yapının başına Ermeni kökenli prensleri atamıştır. Değişikliğin temel nedeni bu kez Müslüman Oğuzların çıkıp gelmesidir. Taşeli yöresinde olan biten budur. Benzer bir durum Doğu Karadeniz-Anadolu hattındaki Atabekler yani Kıpçak beyliği için de geçerlidir. Selçuklularla Ani Kalesi önünde savaşan ve yanlış bir tanımlama ile Bizans ordusu denen kuvvet Hıristiyan Kıpçaklardır. Kastamonu adı bile bu tür bir görevlendirme ile bölgeye yerleştirilen bir tümen (10 bin) Kaşka Türk’ünden gelmektedir. Karamanoğulları, Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu bir bölgede kurulmasına ve Müslümanlarla Hıristiyanların iç içe olduğu sosyokültürel-sosyoekonomik bir temele dayanmasına rağmen Anadolu’da en etkili ve uzun ömürlü beylik olmayı başarmıştır. Türk tarihine yaptıkları hizmetler ve vefa, vicdan gibi ölçütler göz önüne alındığında biz, kimilerince Oğuz Devleti olarak da anılan Karamanoğullarının beylik değil, devlet olarak anılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Kaldı ki Karamanoğulları, Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan devletlerin birçoğundan daha uzun süre yaşamıştır.
Azerbaycan-Sivas arasında yaylak-kışlak bir hayat sürerken Ereğli’yi alıp, 1250-56 yılları arasında burayı başkent yapan, 1256-1261 yılları arasında Ermenek’i başkent yapan, yine Larende’yi alıp hem Karaman hem de başkent yapan, sonraları kimi zaman Konya’yı kimi zaman Mut’u başkent olarak kullanan Karamanlılar gittikleri yerleri imar etmekten de geri durmamışlardır. Aksaray’daki Ulucami; Ermenek’teki Havasıl Camisi, Ulucami, Tol Medrese; Karaman’daki 12 köşeli ve sivri kubbesi ile kendine özgü bir eser olan İbrahim Bey Kümbeti, İbrahim Bey İmareti, Nefise Sultan Camisi, Aktekke Camisi; Konya’daki Nasuh Bey Darülhuffazı, Has Bey Darülhuffazı, Hasbeyoğlu Mescidi; Niğde’deki Ak Medrese, Zinciriye Medresesi; Göksu’daki Görmel Köprüsü diye giden yüzlerce eser Karamanoğullarına aittir. Darulhuffaz (Dar-ül Huffaz) hafızlık eğitimi verilen yer demektir bu arada. Alanya’yı aldıktan sonra burada bir de tersane kurulmuştur. Antalya’nın merkez ilçelerinden olan Muratpaşa’ya adını veren ve yine buradaki tarihî Muratpaşa Camisi’ni yaptıran da bir Karamanoğlu olan Murat Bey’dir. Türkçeye büyük önem veren Karamanoğulları bu yönüyle Türkiye tarihinde tektir. Anadolu’da ilk Türkçe tıp kitabı Karamanoğlu İbrahim Bey döneminde Mecmu’atu’l Feva’id adıyla Beşir Çelebi tarafından yazılmıştır. Anadolu’da ilk Türkçe Kuran tefsiri 1314 yılında Karamanoğlu Halil Mirza Bey adına yazılmıştır. Yine Osmanlıların ordu sancağı olarak kullandığı üç hilal simgesi de Karamanoğullarından yadigârdır. Türk dili, irfanı (culture) açısından bir Mehmet Bey’in, bir Yunus Emre’nin, bir Kaygusuz Abdal’ın, bir Pîri Reis’in yeri doldurulabilir mi? Yunus Emre’nin Karamanlı ülkesinde doğup-yaşadığını, Karaman’da doğan Pîri Reis’in ilkokul çağına gelince -Alâaddin Ali Bey’in hanımı Nefise Sultan tarafından yaptırılan- Hatuniye Medresesi’nde öğrenimine başladığını, Türkçe âşığı Kaygusuz Abdal’ın Alanya’daki Karamanlılardan olduğunu biliyor muydunuz? Mustafa Kemal Atatürk’ün, Rauf Denktaş’ın, Barış Manço’nun Karaman’dan sürgün edilmiş Yörük/Türkmenlerinden olduğunu?!..
Nure Sufi, Karaman, Mahmut, Mehmet, Halil, Alâaddin Ali, İbrahim… diye uzayıp giden çok sayıda bey çıkarmış olan Karamanoğullarının evlilikleri de ilginçtir. Misal Nure Sufi Bey’in eşi Selçukluların Kayseri emiri (vali) olan Moğol/İlhanlı Türklerinden Cafer Bey’in kızıdır. 41 yıl beylik süren Alâaddin Ali Bey, 1. Murat’ın kızı Nefise Sultan’la evlidir ve kayın biraderi Yıldırım Bayezid tarafından idam ettirilmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Karamanoğlu 2. İbrahim Bey’in kızıyla evlenmiştir filan. Osmanlı kuruluş ve gelişme dönemlerinde Anadolu beylikleriyle kız alıp verme uygulamasına sıkça başvurmuştur. Yavuz Sultan Selim de Dulkadiroğlu Alâüddevle Bey’in kızıyla evli olmasına rağmen Mısır seferi sonrasında yaşı epey ilerlemiş olan kayınpederini idam ettirmiştir. Kız alıp verme geleneği bundan sonra pek görülmez. Gelsin cariyeler, gitsin odalıklar…
Osmanlı ile Karamanlıyı karşılaştırınca ilginç bir farklılık da her iki devletin yönetim anlayışında karşımıza çıkar. Osmanlı’nın aksine, Karaman ülkesinde saltanat kavgası görülmez. Hele de kardeş ve yeğen katli gibi uygulamalar kesinlikle yoktur. Hatta ülkelerini ele geçirmek için gelip, kendilerine esir düşen askerleri, komutanları bile affettikleri sıkça görülen bir durumdur. Türk töresine göre yönetilen ülkede yetkiler tek elde/kişide toplanmamış; yetki ve sorumluluklar illere dağıtılmıştır. Bu yönüyle Büyük Selçuklularda gördüğümüz “Atabeyler” uygulamasında olduğu gibi güçlü yerel yönetimlerle hüküm sürdüklerini ve ancak savaş gibi olağanüstü durumlarda yetkinin tek elde toplandığını söyleyebiliriz. Onda da kurultay (istişare) geleneği son ana kadar yaşatılmıştır.
Osmanlı ve diğer beylikler… İlk dönemlerde evlilikler veya cihat amaçlı olarak Batı Anadolu’daki bütün beylikler Osmanlı’nın Balkanlardaki ilerleyişine destek olmuşlardır. 1389’da Osmanlı ile Sırpların başını çektiği Batı ittifakı arasındaki savaşta Germiyan, Hamid, Menteşe ve Saruhan beyliklerinin askerî kuvvetlerinin büyük yardımı olmuştur. Buna Karamanoğulları da dâhildir. Misal Fatih’in Trabzon seferinde bile Karamanoğullarının askerî anlamda önemli katkısı söz konusudur. Yine Osmanlı zaman zaman da tam tersi bir siyaset izleyerek Bizans’tan, Sırplardan vd. askerî yardım alarak Karamanoğulları üzerine de yürümüştür. Örneğin 1. Murat dönemindeki bir sefer sırasında Sırplar, Konya’yı yağmalamış, istenmeyen olaylar olmuş ve aşırıya kaçan bazı Sırp askerler idam edilmiştir. Ki bu olay, sonradan meydana gelen 1. Kosova Savaşı’nın da nedenleri arasındadır. Ama aynı siyaset Fatih döneminde çok daha acımasızca uygulanmıştır. Osmanlı hizmetine giren Bizanslı bir komutan emrindeki Osmanlı ordusu ile Taşeli yöresine yani Karaman ülkesine gelmiş mezarlara/türbelere varıncaya kadar bütün Karamanlı mülkünü yakıp yıkmıştır. Dahası Osmanlı ordusuna kumanda eden Gedik ve/veya Öküz Ahmet Paşa, Türk töresini çiğneyerek Karamanlıların gönderdiği ve 20 kadar bilgeden (âlim) oluşan elçilik heyetini kılıçtan geçirtmiştir. Gedik Ahmet Paşa sonraki dönemlere de kötü örnek olmuş ve özellikle Balkan kökenli kimi devşirme paşaların Anadolu’da Yörük/Türkmenlere özellikle de Alevî-Bektaşi iklimde yaşayan Avşar, Beydili vd. kökenden oymaklara, obalara karşı çok sert hatta acımasız bir siyaset izlenmiştir. Misal Yavuz Selim’in idam ettirdiği Dulkadiroğulları Beyi Alâüddevle Bey aynı zamanda Yavuz’un kayınpederidir. Anadolu’dan -büyük çoğunluğu Avşar olmak üzere- Oğuz/Türkmen Yörükleri ve hatta kimi Kıpçak/Tatar oymakları Balkanlara sürgün ve/veya zorunlu iskan edilmişlerdir. Zaman zaman Aydın, Candar, Germiyan, Hamid, Menteşe, Saruhan gibi Türk beyliklerinin Karamanoğullarının öncülüğünde birleşmeleri üzerine misal Yıldırım Bayezit, Sırp Kralı’nın kızı -ve Çelebi Mehmet’in annesi- Despina ile evlenerek ittifak kurma yoluna da gitmiştir. Ankara Savaşı’nda bir kısım Anadolu beyliklerinin Timur tarafına geçmesinin bir nedeni de Yıldırım’ın, beyliklerden gelen askerlerin başına -kayınbiraderi olan- Sırp prensini komutan yapmasıdır. Bu durumu gururlarına yediremeyen Oğuz/Türkmen askerler “keferenin emrine mi gireceğiz” diyerek Timur tarafına geçmişlerdir. Zaten Ankara Savaşı da Osmanlı ve Türk tarihi açısından bir kırılmaya yol açmış ve Osmanlı bu tarihten sonra Oğuz/Türkmenlere yönetimde yer vermemeye başlamıştır. Dahası Oğuz/Türkmenlerden kız alıp-verme uygulamasından vazgeçerek nerdeyse tamamen odalık (cariye) uygulamasına yönelmiştir. Yeri gelmişken oldukça ilginç bir bilgi… Karamanlı mülkü olan Alaşehir’in Bizans’taki adı Filadelfiya’dır. Şimdilerin Amerika’sındaki -basketbol takımıyla ünlü- Filadelfiya’yı ve 1800’lerin Anadolu’sunda -ayrık otu gibi- ülkenin her yerini saran Amerikan misyoner okullarını yan yana koyup, sorgulamalısınız. Avrupalılar bile “Türk’ün Hıristiyan’ına Ermeni denir” derken bizi nasıl ayrıştırdılar sanıyorsunuz?
Moğollar yüzünden Horasan’ı terk eden, Anadolu Selçuklu Devleti himayesinde özellikle de Sultan Alâeddin Keykubat ile çok iyi ilişkiler geliştirerek yeni bir yurt edinen Karamanlılar, Selçuklu Devleti’ne karşı sonuna kadar vefalı davranmışlardır. Devleti korumak için Moğol/İlhanlı Devleti ile, Memlûkler (Ed-Devlet’it Turkiyya) ile hatta İlhanlılara yardıma gelen Kırım Hanlığı ordusuyla bile savaşmak zorunda kalmışlardır. “Selçuklu’yu Selçuklu’dan korumak için” Selçuklu ordusu ile ve yine yurtlarını korumak için -Rumları ve Sırpları da yanına alan- Osmanlı ile kıyasıya bir mücadele vermişlerdir. Ahıska’ya, Balkanlara, Kırım’a, Kıbrıs’a, Suriye’ye, Kuzey Afrika’ya daha birçok yere sürülmüşlerdir. Gittikleri yerde tuğ/bayrak dikmekten geri durmamışlardır. Örneğin sürgün edildikleri Trablusgarp’ta (Libya) bile bir Karamanlı Beyliği (1711-1835) kurmayı başarmışlardır. Sonuna kadar Türklük bilincinden taviz vermeyen Karamanlıların bazı oymakları en sonunda da Taşeli’yi bırakıp Azerbaycan’a geri dönmüştür. Kimi araştırmacılar Karamanoğullarının, Avşarların Kaçar oymağından olduklarını ileri sürmektedirler. Bu bilgi doğru ise Avşarların Kırklı oymağından olan Horasanlı Nadir Şah’ın Azerbaycan-İran-Afganistan hattında kurduğu Avşarlar Devleti’nin devamında -Nadir'in suikast sonucu ölmesi üzerine- bayrağı devralan ve 1925 yılına kadar İran’ı yöneten Kaçarlar “bizim Karamanlılardan” başkası değil demektir. Sözün özü Azerbaycan candır, İran heyecandır!.
Aziz Dolu Atabey
Serik-21.05.2020