M. NİHAT MALKOÇ
Millî
ve Manevî Bir İklimde Geçen Bir Ömrün Serencamı
Nüfus kütüğüne göre asıl adı Mehmet
Arif olan Arif Nihat Asya 7 Şubat 1904’te Çatalca’nın İnceğiz Köyü'nde
doğmuştur. Babası aslen Tokat'ın Kapusuz Köyü'nden olan Zîver Efendi, annesi
ise Tırnovalı(Bulgaristan) Osman kızı Fatma Zehra Hanım'dır. Asya'nın en
büyük talihsizliği babasını, kendisi henüz bir haftalıkken kaybetmiş olmasıdır.
Babasının genç yaşta veba hastalığından ölmesi üzerine annesi Zehra Hanım, oğlu
üç yaşında iken Osmanlı ordusunda görevli Filistinli bir subayla
evlendirilmiştir. İkinci evliliğini yaptığı kişinin tayini Filistin'e(Akka'ya)
çıkınca İstanbul'dan ayrılmışlardır. Arif'in annesinin, henüz bebeklik çağında
olan oğlunu yanında götürme isteğine dedesi karşı çıkınca, küçük Mehmet Arif, annesinden
uzakta, diğer akrabalarının yanında büyümek mecburiyetinde kalmıştır. Önce dedesi
İbrahim Tevfik'i, sonra da ninesini kaybeden
Mehmet Arif, Safranbolu'nun Yazı Köyü'nde yaşayan eniştesi Mehmet Fevzi
Efendi ile üvey halası Gülfem Hanım tarafından himaye edilmiştir. Onun, doğum
yeri olan İnceğiz'le ilgili kısa bir şiiri vardır. O, söz konusu kısacık şiirinde
şöyle diyor: “Nerelisin diye soruyorlar:/İnceğiz köyünde doğmuşum./İnceğiz’i
Çatalca’ya,/Çatalca’yı İstanbul’a bağlamışlar,/İstanbullu olmuşum.”
Önemli hadiselere tarih düşürmede
mahir olan usta şair Arif Nihat Asya, ebcet hesabiyle kaleme aldığı ve doğum
tarihini veren "Arif'in Doğumu - Hicrî 1321" başlıklı rubaisinde
şöyle der: "Arif, gökten kovuldu bozguncu diye./Çeksin bu cezayı boynunun
borcu diye!/Elbet uygun olacaktır Kovadan;/Dostlar, yazınız burcunu Kova Burcu
diye!"
Balkan Savaşı başlayınca dedesi
İbrahim Tevfik Efendi'yle birlikte İstanbul'a gelen Mehmet Arif,
Kocamustafapaşa ve Haseki Mahalle Mekteplerini bitirdikten sonra Gülşen-i
Maârif Rüşdiyesi’ne girmiş, buradan parasız
yatılı olarak Bolu Sultânîsi’ne, ardından da Kastamonu Sultânîsi’ne geçmiştir. O
yıllarda Kurtuluş Savaşı'nı gönülden destekleyen, bu bağlamda millî ve manevî
bir hava oluşturan Kastamonu'nun iklimini gönlünce solumuştur. Kastamonu,
Kurtuluş Savaşı'na katılmak için İstanbul’dan İnebolu yoluyla Anadolu’ya
geçenlerin uğrak noktası olduğu için Arif Nihat Asya burada mola veren
vatanseverlerin toplantılarına katılmış, konuşmalarını dinlemiştir. Mehmet Akif
Ersoy bunlardan biridir.
Arif Nihat Asya, I. Dünya Savaşı’nı
İstanbul, Bolu ve Kastamonu’da, Kurtuluş Savaşı yıllarını ise Kastamonu’da
geçirmiştir. Kastamonu Sultânîsi'ni bitirdikten sonra İstanbul Dârülmuallimîn-i
Âliyesi’ne giren Arif Nihat Asya, burada okurken geçimini temin etmek için bir
yandan da İstanbul Postahanesi’nde ve Anadolu Ajansı’nda çalışmıştır. Asya,
1928’de Dârülmuallimîn-i Âliye'nin(Yüksek Öğretmen Okulu) Edebiyat Bölümü'nü
bitirmiş ve "Edebiyat Öğretmeni" sıfatıyla ilk görev yeri olarak
Adana’ya tayin edilmiştir. 1934’te askerlik görevini yapmaya gitmiş ve Soyadı
Kanunu gereği “Asya” soyadını almıştır.
Arif Nihat Asya, Dârülmuallimîn-i
Âliye’nin son sınıfında okurken Suadiye’de oturan, saraya mensup bir ailenin
kızı olan Hatice Semiha Hanım’la evlenmiştir. Asya'nın bu evliliğinden Reha
Uğur ve Kemal Koray adlarında iki oğlu olmuştur.12-13 yıl süren bu evlilik
sağlıklı yürümediği için çiftler ayrılmışlardır. Aileye çok önem veren Arif
Nihat Asya, ikinci evliliğini 4 Aralık 1941’de “Ne şiirden, ne şöhrettendir,
mutluluğum Servet’tendir!” dediği Adana Erkek Lisesi Kimya Öğretmeni Servet
Akdoğan’la yapmış, şairin ölümüne dek süren bu son evlilikten Fırat ve Murat
adlı iki çocukları dünyaya gelmiştir.
Arif
Nihat Asya'nın Adana ve Kıbrıs Yılları
Şair Arif Nihat Asya'nın adı
Adana'yla adeta özdeşleşmiştir. Çünkü Adana onun ilk görev yeridir.
Öğretmenliğin zevkini burada tatmış, hayata burada atılmıştır. İlk çalıştığı
okul Adana Erkek Muallim Mektebi'dir. 1931'de bu okuldan Adana Erkek Lisesi'ne
geçmiştir. Bu okuldaki vazifesi 1942'ye kadar 11 yıl devam etmiştir. Askerliğin
ardından Malatya Lisesi'nde altı ay müdürlük yapmıştır. Millî Şef döneminin
baskılarına boyun eğmediği için müdürlükten alınmış, aynı okulda Edebiyat ve
Fransızca derslerine girmiştir. Bu vazifesinden sonra ikinci askerliğini yapmak
üzere Diyarbakır'a gitmiştir. Askerlik dönüşünde 1945'te eşiyle birlikte tayin
istemiş, tekrar Adana'ya dönmüş, Adana Erkek Lisesi'nde görev yapmış, Tarsus
Amerikan Koleji'nde de derslere girmiştir. 1948'de Demokrat Parti'yi tutan
gazetelerde yazılar yazdığı için Adana'dan Edirne Lisesi'ne sürülmüştür. Adana'yı
çok seven ve adeta memleketi belleyen Asya, 1946 seçimlerinde bu şehirden
bağımsız milletvekili adayı olsa da yeterli oy alamadığı için vekil seçilememiştir.
1950'de Adana(Seyhan)'dan Demokrat Parti milletvekili seçilmiştir. Dobra ve
doğrucu bir insan olduğu için milletvekilliği uzun sürmemiştir.
Arif Nihat Asya, 1954'te tekrar çok
sevdiği öğretmenlik mesleğine dönmüştür. Önce Eskişehir Lisesi'nde, ardından da
Ankara Gazi Lisesi'nde görev yaptıktan sonra, 1959'da eşiyle birlikte Kıbrıs'a
tayin edilmiştir. İki yıl boyunca Lefkoşa Türk Erkek Lisesi'nde edebiyat
öğretmenliği görevinde bulunmuştur. 1961'de Türkiye'ye dönmüş, tekrar Ankara
Gazi Lisesi'nde öğretmenliğe devam etmiştir.1 Mart 1962'de de buradan emekli
olmuştur.
Arif Nihat Asya'nın Edebî Şahsiyeti
İsmini Türk edebiyatına "Bayrak
Şairi" olarak yazdıran Arif Nihat
Asya, Cumhuriyet dönemi şiirimizin mümtaz şahsiyetlerinden biridir. O, şiire
çocuk denilebilecek yaşlarda Birinci Dünya Savaşı yıllarında bazı
destancıların Haseki'de okuyarak sattıkları harp destanları aracılığıyla ilgi
duymuştur. Edebiyat dünyasına ilk adımını şiirle atan Arif Nihat'ın şairlik
yönünü ilk keşfeden kişi, Bolu Sultânîsi’nden öğretmeni, dönemin Bolu Maarif
Emini Mustafa Necati Bey olmuştur. Aynı
Mustafa Necati Bey ileride Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı da olacaktır. Mustafa Necati Bey, talebesine
"Şair" diye hitap ederek onu teşvik etmiştir. O da bu alanda kendini
geliştirerek hocasını mahcup etmemiştir.
Asya, ilk yazısını Millî Mücadele
yıllarında Kastamonu Lisesi'nde öğrenci iken yazmıştır. Kastamonu’da Açıksöz
ile Gençlik adlı mecmualarda ilk şiirleri yayımlanmış, bu şiirlerde Mehmet Arif
ve A. N. (Ayın Nun) imzasını kullanmıştır. O, sade bir dille yazarak da şiirsel
derinliğin ve edebî bir üslûbun yakalanabileceğini ispat eden söz üstadıdır.
Bir ömür ısrarla yazan Arif Nihat
Asya, şiirlerini ve mensur şiirlerini "Hayat, Çağlayan, Türk Yurdu,
Hisar, Elif, Defne, Türk Sanatı, Devlet" gibi dergilerde
yayımlamıştır. "Görüşler" ve "Başak" adıyla iki de dergi
çıkarmıştır. O; fıkra, deneme ve vecizelerini "Türk Sözü, Demokrat,
Yeni İstanbul, Memleket" gazetelerinde okurlarıyla buluşturmuştur.
Çok yönlü bir insan olan Arif Nihat
Asya; hem öğretmen, hem şair, hem yazar, hem de siyasetçiydi. "Fetih
Marşı", "Kalk Yiğidim", "Bayrak", "Dua" ve
"Naat" şiirleri millî ve manevî duygulara önem veren kitlelerin
dilinde adeta pelesenk olmuştur.
Sade bir dille yazan Asya'nın
şiirlerinde kullandığı başlıca temalar kahramanlık, tarih duygusu, insan, vatan
sevgisi, Mevlâna, din, aşk, tabiat ve memleket güzellikleridir.
Daha çok şiir, mensur şiir, fıkra,
deneme ve vecizeleriyle tanınan Arif Nihat Asya; edebiyat hayatına şiirle
başlamıştır. O, şiirlerinde önce aruzu, sonra heceyi ve serbest biçimi
ustalıkla kullanmıştır. Divan edebiyatının önemli bir nazım biçimi olan
rubaileriyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Asya, Türkiye’nin birbirinden güzel
1675 rubai yazmış tek şairidir.
Arif Nihat Asya'nın ilk şiir kitabı
1924'te henüz Dârülmuallimîn-i Âliye'de öğrenciyken yayımladığı
"Heykeltıraş" adlı eserdir. Diğer kitapları ilk yayımlanış
tarihlerine göre şunlardır: "Heykeltıraş (İstanbul 1340 r.), Bir Bayrak
Rüzgâr Bekliyor (İstanbul 1945), Rubâiyât-ı Ârif (Ankara 1956), Kökler ve
Dallar (İstanbul 1964), Kıbrıs Rubâîleri (Ankara 1964), Nisan (Ankara 1964),
Emzikler (1964), Duâlar ve Âminler (İstanbul 1967), Kova Burcu (1967), Kubbe-i
Hadrâ (1967), Yürek (1968), Avrupa’dan Rubâîler (1969), Köprü (1969), Aynalarda
Kalan (1969), Basamaklar (1971), Divançe-i Ârif (1971), Şiirler (1971).
Şair Arif Nihat Asya'nın özgün bir
bakış açısıyla kaleme aldığı mensur şiir türünde de şu kitapları vardır:
"Yastığımın Rüyası (Adana 1930), Âyetler (Adana 1936)."
Hem şiirde hem de düzyazıda üslûp
sahibi, güçlü ve iddialı bir kalem olan Arif Nihat Asya'nın nesir kitapları ise
şunlardır: "Kanatlar ve Gagalar (vecizeler 1945), Enikli Kapı (1964),
Terazi Kendini Tartmaz (1967), Tehdit Mektupları (1967), Onlar Bu Dilden Anlar
(Ankara 1970), Aramak ve Söyleyememek (1976), Kanatlarını Arayanlar
(1976)."
Arif
Nihat Asya, Türk Edebiyatında Anne Üzerine En Çok Şiir Yazan Şairdir.
Türk şiirinin Ulubatlı Hasan'ı Arif
Nihat Asya, daha evvel de belirttiğimiz gibi henüz körpe bir kuzuyken sevgili
annesinden ayrılmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu ayrılığın sebebi ölüm değil,
ağır hayat şartlarıdır. Annesi yaşarken annesiz büyümesi onu derinden
etkilemiştir. Bunun burukluğunu bir ömür boyu yaşamış, şiir ve hatıralarında
bundan sıkça söz etmiştir. Asya, annesiyle ilgili şunları söyler: “Ben hem
yetim hem de öksüz büyüdüm. Benim, 1904 yılında Çatalca’nın İnceğiz köyünde
doğumumdan 7 gün sonra babam Ziver Efendi vefat etmiş. Daha yedi günlükken
yetim kalmışım. Annemi çok zor hatırlıyorum. Hani insanın gördüğü karışık
rüyalar var ya işte öyle! Annemin yüzü sisler, bulutlar, beyaz örtüler
arkasında. 1908 yılında, annemin kısmeti çıkmış. Evlenip Akka’ya gitmiş. O
zamanlar Akka bizimdi. Dedem, annemin evlenmesine itiraz etmemiş; ama beni de
ona vermemiş. Annem evden hıçkırıklarla ayrılmış. Dolayısıyla ben dört yaşından
itibaren kimsesiz kaldım. Bu ne demektir biliyor musun? Bu bir çocuğun dipsiz
bir uçuruma düşmesi demektir.”
Annesizlik acısını ve anne hasretini
iliklerine kadar hisseden Arif Nihat Asya, bir ömür öksüz yaşadığı için Türk
edebiyatında anne üzerine en çok şiir yazan şair olmuştur. Bazı şairler hiçbir
anne şiiri yazmadığı halde onun anne üzerine yazdığı şiirlerinin sayısı 11'dir.
Onun şu mısraları annesiz bir şairin yüreğindeki tarifsiz acıları bize bütün
çıplaklığıyla yansıtır: "Arif’ine kimler yavrum der anne?/Beni evlât
bilmez elbet her anne/Senin evin, senin dizin saadet/Nerde şimdi öyle mes’ut
bir anne!/Bir mukaddes kitap gibi öpeyim/İnce solgun ellerini ver
anne/Camlarımı kırdı kış âh üşüdüm/Pencereme çarşafını ger anne...”
Yine aynı Arif Nihat Asya "Anne
" adlı bir başka şiirinde bir annenin çocuğuna dair içli terennümlerini
şiir diliyle söyle ifade etmektedir: "İlk kundağın/Ben oldum, yavrum;/İlk
oyuncağın/Ben oldum.//Acı nedir/Tatlı nedir… bilmezdin/Dilin damağın/Ben oldum./Elinin
ermediği/Dilinin dönmediği/Çağlarda yavrum/Kolun kanadın/Ben oldum,/Dilin
dudağın/Ben oldum.//Lâyık değildim/Lâyık gördüler/Annen oldum yavrum/Annen
oldum!"
Yüreğindeki hasretle onlarca anne
şiiri yazan Arif Nihat Asya, 1947 yılında, üç yaşından beri haber alamadığı ve
öldüğünü düşündüğü annesinin Filistin’in Âkka şehrinde yaşadığını öğrenmiş, eşi
ve kızıyla birlikte Âkka’ya annesiyle buluşmaya gitmiştir.
Arif
Nihat Asya'nın Mevlevîliği ve "Kubbe-i Hadrâ"
Arif Nihat Asya, 1933'te Üsküdar
Mevlevîhanesi'nin son şeyhi Ahmet Remzi
Akyürek'le tanışmış, geçen zaman içerisinde Mevlevilikte şeyhlik makamına kadar
yükselmiştir. "Kubbe-i Hadrâ" adlı kitabındaki şiirlerin tamamı
Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgilidir. Bu kitaptaki eserler onun en derin ve manevî
yönü yüksek şiirleri arasında sayılır.
Aslında Kubbe-i Hadrâ, Mevlânâ
Celâleddin-i Rumî’nin Konya'da yattığı türbedir. Yeşil kubbeli olması, "Kubbe-i
Hadrâ" adıyla anılmasına sebep olmuştur.
Kubbe-i Hadrâ, Mevlânâ'dan
esintilerin yer aldığı bir şiir kitabıdır. Kitaptaki mistik ve rindane duygular
Asya'nın gönül dünyasını açığa vurur; okuyucuları mânâ âlemine götürür.
Tasavvufi şiirlerin yer aldığı bu kitapta beyit nazım şekli kullanılmıştır.
Ölçü olarak da aruz tercih edilmiştir. Bu şiirlerdeki metafizik duygular ve
sonsuzluk özlemi dikkatlerden kaçmaz.
Arif Nihat Asya, bir maneviyat
güneşi olan Mevlâna'ya gönülden bağlanmış, onun izini iz etmiştir kendisine.
Kubbe-i Hadrâ'daki şu mısralar onun bu
yönünü gösterir: "Ne şiir söyledimse hepsi onun/Eserim vâridât-ı Mevlânâ/
Ve hayâtım hayât-ı Mevlânâ."
Arif
Nihat Asya'nın Naat'ı Söz Tuğlalarıyla İnşa Edilmiş Bir Abidedir
Arif Nihat Asya'nın Peygamber
Efendimizi anlattığı" Naat" şiiri bugüne kadar yazılmış naatların en
etkileyicisi ve de yüreğe en çok tesir edenidir. O, bu şiirini sanki bir cezbe
hâlinde yazmış gibidir. Zira bu naat Hz. Peygamber'e duyulan hasreti dile
getiren coşkun yürek çağlayanları gibidir. Şiirde mâzi, hâl ve istikbal adeta
mezcedilmiştir.
Haklı olarak "Bayrak
Şairi" olarak takdim edilen Arif Nihat Asya, aynı zamanda bir o kadar da
"Naat Şairi"dir. Çünkü onun "Naat"ı en az
"Bayrak" kadar derin anlamlı şiirlerinden biridir. Onu sadece "Bayrak"
şiiriyle anmak ve tematik tesir alanını sınırlamak doğru değildir.
Asya, "Naat" isimli şiirinde
Asr-ı Saâdet'e duyduğu özlemi üst perdeden dillendiriyor. O güzel günlerin
geride kalması, yaşanan ân'ın olumsuzlukları onu kederlendiriyor. Şiirine
mâzinin tasviriyle başlayan Asya, son peygamber Hz. Muhammed(sav)'in kapısına
gelenlerin Müslüman olarak geri döndüklerini hatırlatıyor bizlere. Öyle ki her
tarafta tevhit inancının gönülleri coşturan yansımaları var. Dudaklardan
dökülen dualar Hakk katında kabule namzettir. Asya, o günleri yaşamayı çok
istese de o mesut günler çok gerilerde kalmıştır.
Asya, Naat'ında Peygamber Efendimizi "Abdullah’ın
yetimi, Âmine’nin öksüzü, Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülü, göklerin resûlü ve
ümmetinin gözbebeği" olarak niteler. Bu şiirdeki gonca ve gül imgeleri Resulullah'ın
gençlik ve orta yaşlılığını ifade etmesi açısından özgün benzetmelerdir. Şiirde
günümüzden kaçış, mâziye sığınma düşüncesi ağırlıktadır. "Biz bu dünyadan
nereye/Göçelim, yâ Muhammed?" dizeleri hâlden şikâyetin ve çaresizliğin
ifadesidir. Peygamberimiz İslâm'ı tebliğ yıllarında işler sarpa sarınca
Mekke'den Medine'ye göçmüştü. Şair Asya buna telmihte bulunarak ve XX. yüzyıl Müslümanlarının böyle bir
imkânının olmadığını üzülerek belirtir. Bugünkü insanlığın gelmiş olduğu
noktayı da "Kâbe'ne siyahlar/Yakışmamıştır, yâ Muhammed,/Bugünkü
kadar!" dizeleriyle anlatmıştır.
Son nefesine kadar millî ve manevî
değerleri şiirine temel yapan Arif Nihat Asya'nın Naat şiiri dışında
Peygamberimizi anlattığı başka şiirleri de vardır. Bunlardan biri de
"Müjdeler" şiiridir. O, bu şiirinde "Değil insanlara yalnız -ey
çağ-/Müjdeler hem yere, hem eşyaya/Ki Muhammed gelecek dünyaya//Müjde Musa ile
İsa’ya -bugün/Müjde mağdur edilen Yahya’ya/Ki Muhammed gelecek dünyaya"
diyerek Resul'un kutlu gelişini muştulamıştır.
"Ne Demekmiş/“Yasak! ”/İşiniz mi Kalmadı/Yapacak?
Bugünkü gençlik pek bilmese de, ülkemizde
uzun yıllar boyunca başörtüsü dramı yaşanmıştı. Kızlarımız sırf başörtüsü
taktıkları, dolayısıyla da, sözüm ona, laikliğe aykırı davrandıkları için
üniversite kapılarından gerisingeri döndürülmüştü. Bu anlamsız tepki ve
ötekileştirme yüzünden kızlarımızın ve ailelerinin psikolojileri bozulmuş,
geleceğe yönelik hayalleri tırpanlanmıştı. Bu yasakçı durum ve tutum Arif Nihat
Asya döneminde de vardı ki o, bununla ilgili olarak "Başörtüsü" adını
verdiği anlamlı ve iğneleyici bir şiir yazmıştır. Bu konuya da duyarsız kalmamıştır. Millî ve
manevî yönü fevkalâde güçlü olan, geçmişiyle daima gurur duyan Asya, bahsi
geçen şiirinde sert bir üslûpla muhataplarına şöyle demiştir:
"Ne demekmiş/“Yasak! ”/İşiniz
mi kalmadı/Yapacak?//Ne diye karışırsınız/Saçımıza-başımıza,/Bizi oyuncağınız
mı sandınız/Bakıp yaşımıza?//Sebebini anlatamayacağınız/Çocukça bir devrin
hevesinden/Karşınızdaki en güzel portreleri/Mahrum ettiniz çerçevesinden!//Kim
demiş, ki:/“Başörtüsüydü o! ”/Başımızın -renk renk-/Süsüydü o!//Altında
saçlarımız,/Arkadan, ne hoş sarkardı;/Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır.../Kimimizde,
su olup akardı!//Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş/Bulundunuz, tez elden;/Ne
olurdu, anlasaydınız biraz da,/Güzellikten, güzelden!// Siz, bizden
değilsiniz,/Tanımıyoruz hiçbirinizi,/Çekin başımızdan/Ellerinizi!//Bir
gericilik tutturmuşsunuz;/Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu.../Üstelik,
ninemizin başımızda/Taşıdığımız hatırasıdır bu!//Dediniz: “Çıkacak
başınızdan/Başörtünüz! ”/Alın -öyleyse- onunla/Yüzünüzü örtünüz!"
Arif Nihat Asya 71 yaşındayken, çok
sevdiği ve ömrünün çeyreğini geçirdiği Adana'nın kurtuluş gününde, 5 Ocak 1975
tarihinde tedavi görmekte olduğu Ankara Numune Hastanesi'nde darü'l bekaya
göçmüştür. Asya, öldüğünde çok sevdiği şehirlerden biri olan Mevlâna diyarı
Konya'da defnedilmek istediğini belirtse de 6 Ocak 1975 tarihinde başkent Ankara'daki
Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin.