Kanun
sözcüğünün ilk kez Sisamlı Pisagor, Efesli Herakleit gibi Anadolu bilgelerinin
(filozof) eserlerinde geçtiği söylenir. Onlar da Kengerlerden (Sümerliler),
Babillilerden, Sakalardan (İskitler) almadılarsa şayet.. Neden derseniz;
Anadolu’da her şeyi Yunan’a, Roma’ya bağlama düzenbazlığı, hokkabazlığı,
madrabazlığı alıp başını gitmiştir de ondan. Atatürk’ün de dediği gibi en aşağı
7 bin yıldır Anadolu’da olan Türkler başka türlü nasıl 1071’de gelsindi öyle
ya. Şimdilerde kanun yerine -anlamdaşı- yasa sözcüğünü kullanıyoruz. Gerçek
anlamı su kaynağı, su yolu vb. olan Arapça şeriat sözcüğü de zamanla evrilerek
yine aynı anlamda kullanılmıştır. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözünden
aklınızda kalsın. Türk Dil Kurumu kanun/yasa sözcüğünü “devletin yetkili makamlarınca
hazırlanan ve herkesin uymak zorunda olduğu yazılı kurallar” olarak
vermektedir. Peki, kanun/yasa ne demektir? Toplumsal düzeni oluşturmak/sağlamak
ve sürdürmek için hazırlanmış yazılı hükümler demektir. Toplumu oluşturan her
birey kanunlara/yasalara uymak zorundadır. Aksi halde kısıtlama (mahrumiyet),
sınırlama (tahdit), para cezası ve tutuklama (hapis) gibi kişiye/bireye özgü
yaptırımlar söz konusu olur. Bu kural Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik
sahasında yaşayan yurttaş/vatandaş, gezgin (tourist), sığınmacı (mülteci),
yabancı diplomat, yabancı hasta, yabancı işçi, yabancı öğrenci kısacası
(vel’hasıl) ülkedeki herkes için ve de istisnasız bir şekilde geçerlidir.
Ya adalet?..
TÜBİTAK Ansiklopedisine göre “Kelime anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik,
denge, doğru davranmak, hakka göre hüküm vermek olan adalet, bir şeyi yerli
yerince yapmak veya herkese ve her şeye hak ettiği şekilde davranmak demektir.”
Zıttı yani adaletsizlik ise doğru yoldan sapmak, haksızlık yapmak, zulüm yapmak
gibi anlamlara gelmektedir. Üstelik Türk töresi ve dahi İslam dini her türlü
adaletsizliğe karşıdır. “Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz.”
diyen Herakleit’e, “Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün
gün devlet de ölür.” diyen Fatih Sultan Mehmet’e hak vermemek mümkün mü? Ağzı
süt kokan bebelerin boğdurulmasına hak vermek de haliyle..
Kanunu çalgı
aleti, adaleti dansöz kadın gibi algılarsanız gün gelir kanun çalar, adalet
oynar. Oynamakla da kalmaz kim daha çok para sokup sokuşturursa onun masasında,
sofrasında demlenir. Kanunlar bir kişiye, zümreye yahut inanca, görüşe özel
olamaz/olmamalıdır. Adalet kişiden kişiye, olaydan olaya değişen hükümler
veremez/vermemelidir. Çünkü aslolan insandır, insanlıktır. Üstelik bu da
yetmez. Doğayı, doğadaki canlı-cansız tüm varlıkları da kapsamalıdır. Aksi
halde kanunlar güdük, adalet gedik kalır. Gedikler çoğaldıkça da kanunlar
kalbura döner. Ve hatta holusa.. Ulusunu, ülkesini seven dürüst, namuslu,
vicdanlı hukukçular da sapla samanı ayıklamak için uğraşıp dururlar.
Nisa/Kadın
suresinin 148. ayeti adaletle ilgilidir. Hz. Muhammed’in kötülüğü (zulm) elle
ortadan kaldırmayı, olmadı dille uyarmayı o da olmazsa -inancın (iman) en zayıf
belirtisi olarak- kalp ile kınamayı (buğz etme) salık vermesi de adaletle
ilgilidir. Ebu Ali ed-Dekkâk’ın “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
sözünü bilmeyen yoktur. Öyle ki Hz. Muhammed’in bir kişiyi hele de bir
Müslümanı şeytanlıkla suçlamayacağını düşünemeyenler bu sözün hadis olduğunu
bile sanabilmektedir. Kısacası İslam’da adalet olgusu önemli yer tutmaktadır.
Peki, bu durumda zenginlerin kahvehanelerde (cafeteria) para ezdiği,
yoksulların asgarî ücret kıskacında canından bezdiği bir toplumsal düzende daha
doğrusu düzensizlikte yasaların mükemmelliğinden, adaletin yerini bulduğundan
söz edilebilir mi? Zengin çocukları bilmem ne bandıralı teknelerde (yacht),
gemiciklerde yolunu bulurken; bayrağa sarılmış yoksul çocuklarının omuzlarda
yol alması hangi vicdana sığar? “Vatan sevgisi imandandır.” sözünü “vatan
sevgisi yoksulluktandır” olarak anlayan/algılayan, uygulayan dinciler,
liberaller, Ülkücüler, türkücüler… Kelkitli Dilâver Cebeci pîrimizin
“Türkiye’m” şiirini Ölürüm Türkiye’m türküsü yapıp cebini doldurunca ilk işi
oğlunu bedelli/paralı askerliğe yazdırmak olan kişi (zat) veya kişiler (zevat)
milliyetçi olsa ne yazar? Ailesi askerlik bedelini/parasını ödemesine rağmen
“gönüllü” olarak orduya katılan, Trakya’da “gâzi” olmasına rağmen Karadeniz’de
Rum çetelerine, Doğu Cephesi’nde Rus ve Ermenilere, Batı Cephesi’nde
İngiltere-Fransa destekli Greklere (Yunanlılar) aman vermeyen Giresunlu Topal
Osman Ağa gibi Kuvvacıları ara ki bulasın. Bulunmazsa, bugün ülkenin altın ve
bor madenleri yağmalanır yarın sıra toryum ve uranyum yataklarına gelir.
“Türkçülük; Türklerin tam bağımsızlıkçı antiemperyalist halk cephesidir.” diyen
İzmirli Attila İlhan yazdığı ile, “Türkiye yılda 50 ton toryum ile yıllık
enerji ihtiyacını karşılayabilir.” diyen İstanbullu Engin Arık öldüğü ile
kalır. Sivas yöresi Avşar beylerinden “Şehit” Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dediği
gibi “dışarıda kurgulanan, içeride uygulanan” siyaset sürer gider. Osmanlı’nın
devşirme paşalarına ve onları yönlendiren tefeci -affedersiniz- Duyun-u
Umumiyeci İngilizlere boyun eğmeyen bir başka Avşar’ın, Karahacılı oymağının
Hocalı obasından olan Dadaloğlu emmimizin ruhu şad olsun.
Okul
kitaplarındaki Hz. Muhammed ve dört halife dönemini bizzat kendisi yazan, yine
eğitim yahut adalet üzerine kafa yorduğu bir gün Hz. Ömer’in “Mülkün temeli
adalettir.” sözüne gözü ilişen ve çok hoşuna giden bu sözün “Adalet mülkün
temelidir.” şeklinde adliye binalarına, duruşma salonlarına
asılmasını/yazılmasını -Bozkurt soyadını yine bizzat kendisinin verdiği-
Kuşadalı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’e salık veren aslı Karaman Avşar’ı, nesli
Makedonya evlad-ı fatihanı Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’e rahmet..
Aziz Dolu Atabey
azizdolu.wordpress.com
Dadaloğlu