M. NİHAT
MALKOÇ
Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan…
Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya
erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler
hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar
her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük
bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.
Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan
davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu
geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp
yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından
dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar.
Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.
Gerçi oruç
tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük
çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar,
anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları
doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da
belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç
kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa
kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok
köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.
Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak
oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu
doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle
uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını
sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her
evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep
telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı
sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan
öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava
kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır.
Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim
almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda
insanları ritimsiz gürültüyle sahura kaldırmak, geleneğin yozlaşması sonucunu
doğurur.
Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Maniler, söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni “a - a - b – a” şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:
“Yeni Cami direk ister / Söylemeye
yürek ister
Benim karnım toktur amma /Arkadaşım
börek ister
Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır?
İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?
Aldanma sağa sola, / Gel gidelim
hak yola,
Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.
Maniler çiçeklidir. / Birbirine
eklidir.
Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.
Herkes sabırla bekler, / Zayi
olmaz emekler.
İftara geliyoruz. / Hazırlansın yemekler.
Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip
göbek salma.
Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma!..
Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük
ihsana.
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.
Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller
ötüşüyor,
İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”
Milletler
gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi
maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da, ramazan davulcusu köklü bir
geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla
mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve
manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu
yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı
toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı
sarılmalıyız.