İnsanlar kendi bilinmezlerinde çırpınırlarken, farkında olmadan geçen zamana hükmetmek gibi bir yanlış düşünceye kapılıyorlar. Oysa hükmün geçemeyeceği tek şey zaman ve akışında olabilecek ve adını koyamayacağımız bazen bizi, bazen de çevremizde herkesi etkileyebilecek olaylar zinciridir. Adını çoğu defa koyamayız bile yaşanan onca bilenmezin.

             Çoğu defa bir sinek vızıltısı bile rahatsız ederken birçoğumuzu, meğersem ne acılar varmış görmediğimiz ve yaşamadığımız için bilemediğimiz. Sadece akan gözyaşlarını görürüz de neden ve niçin diye sorgulamayız bile. Biliyoruz ki sorarsak, bir avuç kadar olmazsa bile, serçenin gözyaşı kadar da  su olsa verirsek serinletir yangın yürekleri. Vermeyi bilmediğimiz için sorgulamayız zamanın bize sunduğu acıları. Sadece şükrü bilsek o bile yeterli olur onca kedere, tasaya  eyvallah demek için.

                Henüz kısa bir süre önce tanıştım kendisiyle ailesinin Türkiye’de yaşayan akrabalarının yanında yaz tatilini geçirmek için gelen genç öğretmenle. Yasemin çiçeği kadar narin, alımlı ve kendine üslup yaşamı ile  pırıl pırıl  genç bir öğretmen ve adı da Yasemin.3.kuşak yabancı ülkede yaşayan ailenin kızı olmasına rağmen, ülkesinin ve insanlarının problemlerine,  Avrupa’da yaşıyor  ama Türkiye’de doğup büyüyen , tahsil  yapan  yaşayan  bir eğitimciden veya kişiden daha da ilgili  ve duyarlı bir yürek taşıyor. Çok tatlı Türkçesiyle saatlerce anlatıyor ve bitiremiyor ülkemiz insanlarıyla, yaşadığı ülkenin insanlarının yaşamlarını, beklentilerini ve problemlerini. Birde mültecilere değiniyor ve onlarsız bitmiyor sohbet.

                Okulunda fazla değil 20 kişilik bir öğrenci grubu var. Sınıfın özelliği her ülkeden değişik çocukların olması. Bütün öğrencilerin ortak noktası ise savaşın zulmünden, savaşın ateşinden kaçmaları. Sanki onlar ateşte açan her renk ve desende ateş çiçekleri. Çünkü öğrencilerin çoğunun ailesi zamanında mülteciymişler. Halada vatandaşlığı geçmeseler de kolay iletişim kurmak için mutlaka ülkenin dilini öğrenmek zorunda oldukları için belli zamanda erişkinlere, okul zamanında da onların çocuklarına eğitim veriliyor. Yasemin öğretmende bu eğitimcilerden biri.

                 Okulda ki öğrenciler yabancı dil eğitimini öğrendikten sonra, belli bir iletişim kurmaları ve kendilerini tanıtmaları için öğrenciler ararlarında sohbet ediyorlar. Hepsi de genelde ürkek yavru kuş gibi sanki amansız bir kedi var onarlı gözetleyen. Anlatırlarken geldikleri ülkeleri ve yaşadıkları dramı göz bebeklerinde seyreylemek lazım acıyı, kederi ve korkuyu. Hepsinin kendine özel anlatışı var. Anlatılanların çoğu da  acı biberden de acı. O mini minnacık çocuklar anlatırken de rahatlıyorlar ve tutsak oldukları kafesten kaçıp kurtulan kuşlar gibi özgür kanat çırpıyorlar özgürlük adına.

                       O çocukların arasında birisi var ki siyah kuzguni kıvırcık saçları, kara üzüm tanesi gözleri, esmer yanık tenli ve adı Abdullah olan Afganistan’dan kaçıp kurtulan sevimli yavrucak. On oniki yaşlarında ve kim bilir kaç yıldır  mülteci kapında yaşıyordu suskun dudaklı ateşli yürekli Abdullah. Kaçmaktan ziyade bin bir zorlukta savaş meydanlarındaki yıkık ev duvarlarının enkazının altında bulunup kaçırılan Abdullah. Hep suskun çehresiyle, köşeye büzülüp oturan ve sürekli düşünen kafasıyla Abdullah. Ne kadar narin bir bedeni  var.O bende sanki saklı mücevher gibi narin bacakları kolları ve incecik parmakları var.Bir kuvvetli tutan olursa erik dalı gibi kırılıp elinde kalacak kadar  taze…

            Üç yıldır okulda eğitimi hiç aksatmayan Abdullah hiç konuşmuyor. Verilen ödevi zamanın da yapıyordu. Sadece her an ağlamak üzere kara gözlerle, bütün soruları o soruyor gibi bakıyor. Yapılacak bir şey yok o konuşmadığı sürece…

                 Bu yılki eğitim yılının  sonu gelince  öğrenciler arasında düzenlenen, hem öğrendikleri dili pekiştirmek için ,hem de  kendini anlatma tanıtma  toplantısında Abdullah’tan yine tek bir cümle bile cevher gibi çıkmadı  suskun dudaklarından.Sene sonu biterken ,ye iç gül eğlen ve konuşmalar bitip herkes tam dağılacakken birden bir ses duyuldu sınıfın arkasından.

                  -‘Ben konuşmak istiyorum beni dinleyen var mı? Diye kara üzüm gibi iri gözlerden ışık saçılırken, körpe bedeni ince dal gibi rüzğarda sallanırken, narin parmağını havaya kalırmış söz ister gibi duruyordu Abdullah. Bütün öğrenciler ve öğretmenler şaşırdılar. Çok uzaktan gelen yorgun hancının kırık dökük konuşmaları gibiydi , bir bardak su için yalvarır gibiydi  sanki günlerdir susuz kaldığı çölde…

                      Abdullah konuşmak istiyordu İstenilende bu değil miydi? Sadece karıncanın ayak sesleri duyuluyordu sınıfta. Çıt çıkmıyordu.Herkes ayaktayken ,onu daha rahat duysunlar diye Abdullah okul sırasının üstüne çıkmıştı.

               -‘ Gördüm gördüm,  savaşı gördüm, insanları nasıl kestiler onu gördüm. Talibanlar evlerden zorla çıkardılar aileleri ve kurşuna dizdiler.Kafalarını kopardılar.Kümesteki paçalı güvercinlerimin bacaklarını ayırdılar.  Sonrada kuşlar gibi çocukları da öldürdüler. Tankları evlerin üstüne sürdüler. Evlerin duvarlarının arasında kalan herkesin üzerinden geçtiler. ‘bunları ardı ardı öğrendiği Fransızca ile anlatırken, ara sırada kendi öz diliyle de ilaveler yapıyordu. Abdullah susmuyordu Abdullah ağlıyordu hemde çok ağlıyordu.Öfkesi de, sesinin tonu da daha da artıyordu. Tanıdığı ve unutamadığı kim varsa hepsinin adını avazı çıktığı kadar söyleyip onları arıyordu… ABDULLAH  AĞLIYORDU…KARA ÜZÜM GÖZLERİNDEN YANGINLAR FIŞKIRIYORDU SAVAŞIN VAHŞETİ DÖKÜLÜYORDU ORTAYA KIZGIN LAVLAR GİBİ.YÜREĞİ YANMAYANA AŞK OLSUN.

                      Kimse Abdullah’ı susturmuyordu ve zaten transa geçmiş bir eren gibi o kendi dünyasında Afganistan’da idi ve susturulamazdı da ..Yıkılmış evlerindeydi.Tankların altında kalanlar çıkarılmıştı ve onlarln başında  sağ kalan yaralılarla ağlıyordu .Sınıfta masanın üstündeyken koşayım derken küt diye yere düşmüştü Abdullah .Düşünce o zaman açtı simsiyah kan kırmızı gözlerini. O sınıfta olduğunu hala anlayamamıştı ve duvar arasında bir şey çıkarır gibi hala eliyle yeri kazıyordu son bir umutla birisi daha var mıydı toprak altında…

                     Bu beklenmedik olay karşısında herkes şok olmuştu. Afrika’dan gelen diğer savaş mağduru çocuklarda aniden sınıfın ortasında savaş dansı yapar gibi ayaklarıyla güm güm vurmaya başladılar. Hepsi ana dillerinde ağıt yakar gibi ezgilerini söylüyorlardı. Sınıftaki  20 kişilik öğrenci grubu ortak acılarını yaşamaya ve seslerini birbirine duyurmaya başladılar.

                              Hepsi vatanlarını özlemişlerdi. Yıkık duvarlı bile olsa kendi evlerinde olmak istiyorlardı. Mavi dünya bilyeleri ellerinden alınmıştı çocuksu düşleri gibi. Onlar savaşın çocuklarıydılar. O Afganistan’lı Abdullah’tı, diğerlerinin  adı, doğdukları ülkelere, konuştukları lisan belki farklıydı ama hepsi birdi.Dün Afganistan,Irak ,Filistin.Bosna,Arnavutluk,Çeçenistan ve Afrika’nın unutulmuş adlarıyla Haiti ise zulmün adresi bu gün ise mezalimin Kırgızistan yeni adresi.Ah Bosna Ah ! Srebrenica’dan yükselen soykırımın sesi, acaba kaç defa büyük patlama daha olup yeni evrenler yaratılacak ve yinede duyulacak Bosna’da ki insanlık suçunun sesleri ve insanın kanını donduran o AFGANLI Abdullah gibi masum çocukların feryadı…

                      Ümitsiz ve biçare halinde kim bilir kaç zaman dolaştılar ülke ülke, çadır çadır yabancı ellerde bir avuç toprağa tutunmak ive kökleşmek isteyen mor renkli çiçek açan kedi tırnağı çiçeği gibi… Ölüm ağrıları çekti minnacık yürekleri. Var olduklarına, diri olduklarına bir türlü inanamadı körpe yürekler. İlle de güvercin uçurdukları, topaç çevirdikleri ve bilye yuvarladıkları topraklarını arıyordu hepsi. Bıkmışlardı itilip kalkılmaktan ve yurtsuzlar diye aşağılanmaktan horlanmaktan körpe bedenler.

                      ‘’ Toprakları toprak yapan kandır,

                       Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır’’

diye sözü noktalarken, kim bilir sayısız kaç milyon insan öldü topraklarında ve kan aktı vatan diye, yine de vatanlarından çıkaramadılar demir ökçeli ,pençeleri tırnakları çelik zırhlı çizmelileri.Yasemin öğretmen , babasının ve kendisinin doğup büyüdüğü ve yaşadığı ekmeğini yediği ülkeyi çok seviyor olmasına rağmen, ille de dedenim toprağı asıl vatanım diye sınırlar ötesinden sahipleniyor cennet ülkemizi.Neden kandırılıp ihanet ettiriliyor bu güzel ülkemize  anlayamadım.Srebrenica ders olarak yetmez mi?

 

( Abdullahın Gözyaşları Bölüm 1 başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 24.07.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.