Uçurumun kenarında gibiydi gökyüzüne baktığı penceresinde. Yataktan
bir türlü kalkamıyordu. Kalkmak istemiyordu. Ruhu onu terki diyar
eylemiş, kim bilir nereleri gezip görüyor, gönül eğliyordu.
Uğultulu
tepelerden gelen solgun rüzgarın sesi, puslu gökyüzünden gelen huşu
içindeki gün ışığını ağaç dalları arasında biriken yeşil yaprakların
içinden geçip gözüne değiyordu. Evren dönüşünü yavaşlatmış mıydı yoksa
ona mı öyle geliyordu bilemiyordu. Baktığı her yeri solukbenizli
görüyordu sanki her şey bir rehavete kapılmış gidiyordu. Olağan her şey
yavaştı tıpkı onun içinde yaşadığı şey gibi. Kalbi soğuklaşıyordu.
Herkese ve herşeye karşı durgundu, durağandı, zira artık çarpmakla
çarpmamak arasında kalıyordu. Sıfır olmak mı yoksa birle birleşip on mu
olmak istiyordu bilemiyordu. Sanki zaman darağacında sallanıyordu,
başını kiyotinin ucuna koymuş kellesinin kesileceği anı bekliyordu, o
bilim adamının yaptığı gibi başının kesildiği anda gözlerinin gerçekten
kırpıp kırpmayacağını merak da ediyordu. Ölüm ile araf arasında bir
yerde yaşamın en kıyısında ruhu bedeninden ayrılacağı o anda durup
kendine gökyüzünden bakıp "hey sen oradaki neden var oldun, neden
gidiyorsun bu hayattan, ne yapmaya geldiğini neden unutup, hayat denen
meşgaleler arasında kendini kaybettin, hatırlaman gereken şey neydi,
siyah laleni neden renklendirmeyi unuttun?" diyesi vardı. Zaman
durağanlaşmıştı havaya mistik bir sakinlik, dinginlik ve sessizlik
hakimdi. Ellerindeki enerji geldiği gibi gitmiş içine bir öfke, bir
nefret, bir kin furyası yayılmıştı. Tüm bu duygular arasında araftaydı
sahiden. Bu duyguları kalbinde hissettiğine inanamıyordu. Zira belki de
doğduğu ilk andan beri dilinde sadece "kalbimde kin, nefret, öfkeyi sil
Tanrım. Tüm bunlar şeytanın vesveseleridir, ben onlara sahip olmak
istemiyorum" der dururdu oysa olanlar olmuş, hayat hengamesinde kendini
kaybetmiş ve öfkesine yenik düşmüştü en sonunda.
Canı
yanıyordu elbetteki. Onu bu hale ne, neden, niçin, nasıl getirmişlerdi
kim bilir! Kalbinde hiç istemese de soğukluk yerleşmiş "sevgi" denen o
en merhametli, en değerli, en kıymetli hazinesini yeryüzünden gökyüzüne
uzanan devler ülkesine varmasını sağlayan o muhteşem destanlara konu
olan ağaca tırmanırken düşürmüştü. Tek elle asılı kalmıştı ağacın en
cılız dalına. Fakat ne hikmettir ki bu o en cılız, en sıska dal onu
kaldırabiliyordu boşluğa uzanan tüm bedeniyle. Rüzgara savurduğu saçları
kısacıktı, savrulmuyorlardı artık. İçi buna da burkulmuştu. Her
düştüğünde hıncını saçlarından alıp yeniden biraz enerji bulup
tırmanmaya başlıyordu var gücüyle hayat ağacının karmaşık dalları
arasından.
Havanın iyi olduğu vakitlerde her şey yolunda
gidiyordu elbet. Ne gariptir ki kaybettiği kahkahalarını da buluyordu
ara sıra. Mutluluğun en derin anında ona bir şeyler oluyordu ve bir
hüzün çörekleniveriyordu yüreğine ve ne gariptir bir kasvet çöküyordu
aortuna ve gök bulanıyor çalkalanıyordu koskoca okyanustaki zihni ve
yeniden tırmandığı daldan düşüveriyordu boşluğa.
Her
değişim rüzgarı estiğinde tüm bunlar gelirdi başına. Her sert rüzgar
estiğinde o dimdik durur akıntıya karşı yüzen balık misali çırpınırdı
bataklıkta ve yeniden bir yol bulup uzanırdı güneş gibi parıldayan
yıldızlara. Rüzgar tatlı tatlı yalar geçerdi yanaklarını, burnuna değen
oksijen dolardı ciğerlerine ve hayat ağacına bağlanırdı saçlarıyla
sımsıkı yeniden yeni baştan. Tüm engellere rağmen inadını bindirirdi
yaşamaya dair tüm ihtişamıyla.
Oysa şimdi durup
bakınırken uzandığı yatağından uğultulu tepelerde salınan ağacınının
dallarına gitmek ile kalmak arasında bir yerde, kıyıların en yalnız, en
ıssız durağında. Vazgeçmişliğin, pes etmişliğin, ruhu serbest bırakmanın
heyecanıyla değişimden korkan, ürken yüreğini elinde tutarak ve ona
yeniden son bir şans vermek istercesine "sessizliğin kıyısında" bir
yerde sadece durarak, var olmanın heyecanıyla titreşerek, "an"
da var olmak istercesine....
(
Uğultulu Tepeler başlıklı yazı
nurcan-aslansoy tarafından
4/17/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.