Kibir

Kibir, insan ruhunun karanlık bir köşesinde sinsice bekleyen bir duygudur. Bu duygu, kimi zaman zarif bir maskenin ardında gizlenir, kimi zaman ise çirkin yüzünü aleni bir şekilde gösterir. Kibirli olmak, kişinin kendisini başkalarından üstün görmesi, kendi varlığını yüceltme çabasıdır. Ancak bu çaba, çoğu zaman insanın kendisine ve çevresine büyük zararlar verir.

Kibir, insan ruhunu adım adım zehirleyen, içten içe çürüten bir hastalıktır. Bir düşünün, bir kimse kibirle dolup taştığında, aslında içinde ne büyük bir boşluk olduğunu fark edemez. Kendi değerini, başkalarını küçümseyerek artırmaya çalışan bir kişi, ruhunun derinliklerindeki eksikliği, yetersizliği göremez. Bu eksiklik, kibrin yıkıcı etkisiyle daha da derinleşir ve kişi, farkında olmadan kendi ruhunun mezarını kazmaya başlar.

Kibirli insan, çevresindeki diğer insanları kendisinden uzaklaştırır. Kibirli biriyle muhatap olmak, çoğu zaman soğuk bir duvara çarpmak gibidir. Bu duvar, sevgi ve anlayıştan yoksundur. İnsanlar, kibirli kişilerin yanında kendilerini değersiz hissederler ve zamanla bu duygudan kaçınmak için ondan uzaklaşırlar. Kibirli insan ise, yalnızlığının farkına vardığında genellikle çok geç kalmıştır. İçindeki kibir, bir ateş gibi onu yakıp tüketmiş, geriye sadece kül bırakmıştır.

Kibir, tüm inançlarda günah olarak nitelendirilir. Bu sadece bir tesadüf değildir; zira kibir, insanın hem kendisine hem de toplumuna karşı işlediği bir suçtur. Kendi değerini yüceltmek uğruna başkalarını küçümsemek, insanlık onuruna aykırıdır. İnançlar, kibri günah sayarak, insanları bu yıkıcı duygudan uzak durmaya teşvik eder. Zira kibir, insanı hem bu dünyada hem de öte dünyada felakete sürükler.

Kibir, insan ruhunun derinliklerinde saklı duran, fark edilmesi zor ama etkileri yıkıcı olan bir duygudur. Bu duygu, tarih boyunca sadece insanları değil, varlıkların en bilgesi ve en kudretlisi olan Şeytan'ı da ele geçirmiştir. Onun kibirle dolu hikayesi, insanoğluna ibret niteliğinde bir ders sunar. Şeytan'ın Adem'e secde etmeyi reddetmesi ve kıyamete kadar lanetlenmesi, kibrin ne denli yıkıcı olabileceğini gözler önüne seren çarpıcı bir öyküdür.

Şeytan, melekler arasında bilgeliği ve kudreti ile bilinen bir varlıktı. Tanrı’nın emirlerine itaat eden, göklerdeki güzellikleri ve bilgeliği ile övülen bir varlıktı. Ancak bir gün, Tanrı, çamurdan yarattığı Adem'e secde etmeleri için tüm meleklere emir verdiğinde, Şeytan'ın içindeki kibir uyanmaya başladı. O, ateşten yaratılmıştı; ateş, çamura boyun eğer miydi? Şeytan, kendi üstünlüğüne inandı, kendi varlığını yüceltti ve Yaratıcı'nın emrine karşı geldi. Şeytan'ın kibri, onu isyana sürükledi. "Ben ateşten yaratıldım, o ise çamurdan. Ona secde etmem," dedi. Bu sözler, sadece bir başkaldırı değil, aynı zamanda kibrin en karanlık ifadesiydi. Şeytan, kendi yaratıcısını ve onun iradesini hiçe sayarak, kendisini Yaratıcı'nın kararlarının üzerinde görmeye başladı. Bu kibir, onu geri dönülmez bir yola sürükledi. Yaratıcı'nın huzurunda baş kaldıran Şeytan, artık bir düşman, bir isyancıydı. Yaratıcı, Şeytan'ın kibirli başkaldırısını elbette affetmedi. Ona kıyamete kadar lanet okudu ve huzurundan kovdu. Şeytan, yeryüzüne düşerken, kibri ve isyanı ile birlikte düşüyordu. Artık o, insanlığın baş düşmanı, insanları yoldan çıkarmak için ant içmiş bir varlıktı. Kibir, Şeytan'ı sadece ilahi huzurdan kovmakla kalmamış, onun varoluşunu da lanetlemişti. Her adımında, her nefesinde, kibrinin bedelini ödüyordu. Şeytan'ın hikayesi, kibrin ne denli yıkıcı olabileceğini gösteren bir aynadır. İnsanlar, bu hikâyede kendi kibirlerini, kendi hatalarını görmelidirler. Kibir, insanı yücelttiğini sanırken aslında onu en derin çukurlara sürükler. Şeytan'ın kibri, onun yüceliğini alıp götürmüş, onu ebedi bir düşman haline getirmiştir. İnsanlar da kibirlerine kapıldıklarında, kendi içlerindeki iyiliği ve saflığı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Şeytan, her ne kadar kibirli ve isyankâr olsa da, içinde bir yerde pişmanlık duygusu taşıyor olabilir mi? Her lanetli adımında, cennetin kaybolan görkemini, Tanrı'nın huzurundaki masumiyetini hatırlıyor olabilir mi? Ancak kibir, onu bu pişmanlığı dile getirmekten alıkoyar. O, kendi yarattığı karanlıkta hapsolmuştur. İnsanlar da kibirlerine yenik düştüklerinde, geri dönüşü olmayan yollara girerler. Pişmanlık, kibrin ardında saklanan bir gölge olarak kalır. Şeytan'ın hikayesi, insanlara kibirden uzak durmaları gerektiğini öğretir. Kibir, sadece bireyin kendisine değil, çevresine ve tüm insanlığa zarar verir. Adem'e secde etmeyen Şeytan, aslında tüm insanlığa secde etmeyi reddetmiş, onları kendi karanlık yoluna çekmek istemiştir. İnsanlar, kibirlerinin farkına varmalı ve bu yıkıcı duygudan uzak durmalıdırlar. Kibir yerine, alçakgönüllülük ve sevgi ile hareket etmek, hem bireysel hem de toplumsal huzurun anahtarıdır. Şeytan'ın Adem'e secde etmeyişi ve kibirle dolu isyanı, kıyamete kadar sürecek bir lanetle sonuçlanmıştır. Bu hikâye, kibrin ne denli yıkıcı olabileceğini ve insanları nasıl geri dönülmez yollara sürükleyebileceğini gösterir. Kibrin gölgesinden çıkarak, sevgi ve alçakgönüllülükle aydınlanan bir yolda yürümek, insanın kendi ruhunu ve çevresini iyileştirmesinin en doğru yoludur. Unutmayalım ki, kibir, insanı bitip tüketen bir duygudur ve bu duygudan arınmak, gerçek huzurun ve mutluluğun anahtarıdır.

Tarih sahnesinde de kibir, birçok meşhur insanın düşüşüne neden olmuştur. Bu insanların kendilerini yüceltme çabaları, sonunda onları büyük bir çöküşe sürüklemiştir. Örneğin Napolyon Bonapart, askeri dehasıyla bilinen bir liderdi, ancak kibri onun sonunu getirmiştir. 1812 yılında Rusya'yı işgal etmeye karar verdiğinde, zaferden emin olarak yola çıkmıştı. Ancak Rusya'nın sert kış şartları ve gerilla savaşı taktikleri karşısında büyük bir yenilgiye uğradı. Napolyon’un kibirli kararı, yüz binlerce askerin ölümüne ve kendi imparatorluğunun çöküşüne neden oldu.

Bir başka tarihi şahsiyet Adolf Hitler, kibri ve megalomanisi ile bilinen bir diktatördü. II. Dünya Savaşı sırasında, Sovyetler Birliği'ne karşı başlattığı Barbarossa Harekâtı, kibrinin bir yansımasıydı. Kendini yenilmez sanan Hitler, Sovyetler'in gücünü hafife aldı ve bu hata, Almanya'nın savaşı kaybetmesine yol açtı. Hitler’in kibirli kararları, milyonlarca insanın ölümüne ve Avrupa'nın harap olmasına neden oldu.

Bizans İmparatoru I. Justinianus'un eşi İmparatoriçe Theodora, kendisine duyduğu aşırı güven ve kibirle tanınırdı. Nika İsyanı sırasında, saraydan kaçmayı reddederek kalmayı ve isyanı bastırmayı tercih etti. Bu karar hem sarayın hem de birçok insanın hayatına mal oldu. Theodora’nın kibirli tavrı, Bizans İmparatorluğu'nu büyük bir krize sürükledi

İngiltere Kralı Henry VIII, kibirli ve despotik yönetimi ile bilinir. Bir erkek varis sahibi olma hırsıyla, altı farklı kadınla evlendi ve kiliseyi bile kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdi. Bu kibirli tutumu, İngiltere'de dini ve siyasi çalkantılara neden oldu. Henry’nin kibri, sonunda onu yalnız ve mutsuz bir şekilde ölmeye mahkûm etti.

Edebiyat dünyasının güçlü kalemi William Shakespeare'in "Kral Lear" adlı eserinde, kibirli kral Lear'ın hikayesi anlatılır. Kral Lear, krallığını üç kızı arasında paylaştırırken, kibirli bir şekilde sadece kendisini en çok seven kızına en büyük payı vermeyi planlar. Ancak bu kibirli yaklaşım, trajik bir sonuç doğurur ve Lear, hem tahtını hem de ailesini kaybeder. Lear'ın kibri, onu deliliğe ve nihayetinde ölümüne sürükler.

Tarih kibriyle hezimete uğramış meşhur ya da meşhur olmayan birçok insanın hezimet hikayeleri ile doludur. Bir tür kötücül lanete benzeyen kibir, insanın kendisini sevgi ve anlayıştan mahrum bırakır. Kendi üstünlüğüne inanmış bir kimse, başkalarının sevgisini ve saygısını hak ettiğini düşünür. Ancak gerçek sevgi ve saygı, zorla kazanılamaz; samimiyet ve alçakgönüllülükle elde edilir. Kibir, bu erdemleri yok eder ve geriye sadece sahte bir üstünlük hissi bırakır. Bu sahte his, insanı giderek daha da yalnızlaştırır ve ruhunu tüketir.

Kibirli olmak, ruhun karanlık bir köşesinde hapsedilmiş bir acıyı ifade eder. İnsan, bu acının farkına varmadan, kibirle dolup taşar. Ancak bir gün, o karanlık köşede sıkışıp kalan acı, tüm gücüyle ortaya çıkar ve insanı pençesine alır. Kibir, kişinin kendi ruhunu yavaş yavaş yok eden bir duygudur ve bu yok oluş, çoğu zaman geri dönüşü olmayan bir yola çıkarır.

Kibirli olmanın hem kişiye hem de çevresine verdiği zararlar büyüktür. Kibir, insanı hem ruhsal olarak tüketir hem de sosyal ilişkilerini zedeler. Kibirden uzak durmak, insanın kendisiyle barışık olmasını ve çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlar. Kibir yerine, alçakgönüllülük ve samimiyeti seçmek hem ruhu hem de toplumu iyileştirir. Unutmayalım ki, kibir, insanı bitip tüketen bir duygudur ve bu duygudan arınmak, gerçek huzurun ve mutluluğun anahtarıdır.

( Kibir başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 4.06.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu