💙
Herkes, yapraklarının dikeni parmaklarını sızlatırken, bir ışığanı sevecek kadar yetenekli değildir.
💙
&&&
Odanın her köşesinde, söyleyemediği sözlerin yankısı vardı. Bir tavus kuşunun yürek burkan sesini andırıyordu. Sahilde gördüğü elleri nasırlı denizci geldi aklına. Ahtapot yakalamakta kullandığı, yüzlerce kilden çömleği iplere asmış, bu defa denize değil de Peyman'ın beynine sarkıtmıştı. Bilincindeki tüm acılar bir bir bu çömleklere av oluyordu..
En başa, yoklukta var olduğu yere geri dönmüştü, başını iki avucunun arasına alıp, dizlerini karnına kadar çekti. Kendini bildi bileli hayatını inşa eden ne varsa her şey, şiddet yüzünden travmaya uğramış bir çocuğun belleği gibi kayboldu, sanki hiç var olmamış gibi.. Herkesten ve her şeyden arınmış, sadece düşünüyordu..
"Bu noktaya nasıl geldik..!"
Bir noktaya gelmek için öncelikle o ilerleyen şeyin başlangıcına şahit olmak lazımdı. Ve giderek heybetini artıran bir nehir gibi yüreğimizin ortasından akmasına, bir ödülle taçlanmasına ve özsaygımızı göremeyecek kadar yükselip, irtifa kaybederek düşmesine ki o noktaya gelebilsin.
"Karanlığın dudaklarından dökülen inciler gibi sancılarım.. Gel artık.. Sensin benim sahnem. Sen varoluşumun dansı.. Sensin bacaklarım.. Nefesim sensin.. Dirayetim sen..."
&&&
1 gün önce
Peyman, bu günün heyecanını içine sığdıramamış, kendini dışarıya atmıştı. Şehri ikiye ayıran bu taştan köprü kendini iyi hissettiği, manzarasına hayran kaldığı bir yerdi.
Aşk, yıllarca boşlukta uçamazdı.
Elbet bir dala, bir suya veya bir ateşe tutunmalıydı. Kanatlarını serinletmeye, bir arifin gönlüne sadece "seviyorum" zikrini ezberletmeye, yalnızlık ateşini harlamaya gelmeliydi.
Vuslat artık Peyman'ın hücrelerini, düşüncelerini, rüyalarını bile kaplamıştı.
Mutluluğun saçlarına dokunmak artık ona yetmiyordu, hergün o saçları örüp aşkın penceresine tırmanmak istiyordu.
Peyman bunları düşünürken, köprünün burcuna yaslanmış güneşin tadını çıkarıyordu. Bugün uzaklardan izlediği insanlar, bulutlar, yerdeki çakıl taşları bile çok mutluydu.
Ciğerlerine dolan bu ilahi iklimi yaşamaya başlayalı, dünyanın güneşin etrafında kaç kez dönmüş olabileceğini düşünüyordu:
"Sana kavuşmayı beklerken, o kadar yılı nasıl geçirdim Lidya'm! Ama ben o vuslatı birgün yakalayacağımıza inanıyorum.. Gerçekleşmeyecek olsa bu iki yürek tekrar tekrar yanıp bir kömür madenine dönmezdi bu kadar."
Güneş, birazcık uzamış sakallarının arasından sızıyor ve yüzünün her çizgisine yerleşmiş o panayırı aydınlatıyordu. Bir sevinç dalgası vücudunu köşe bucak dolaşıyordu.. Ceketinin sağ yan cebini üstten eliyle yokladı. Saatine baktı, kalkıp toparlandı. Ömrünün miladına saatler kalmış, sevinci yüreğinin sıcaklığına dayanamayıp ufalandıkça ufalanmış, toprağa dönüşmüş ve dünyanın bütün ormanlarına serilmişti.
Yavaştan hava kararıyordu. Kasımın ılık bir akşamıydı. Erkenden gelmiş, ortamı kontrol ediyordu: Saflık, duruluk ve masumiyeti anlatan beyaz yaseminlerden oluşturulmuş, kokusu her yeri sarmış büyük bir kalp restoranın girişine yerleştirilmişti. Masaları süsleyen beyaz ve mor güpür kurdeleyle bağlanmış, camdan kavanozlar ve içlerinde yandıkça renk değiştiren mumlar..
"Benim için yazdığın ilk şiir mavi bir çerçeveyle süslenip masaya senin tarafına konulmuş. Ben bu geceyi ne kadar süslesem de, bakışların her noktayı afsununla güzelleştirecek."
Garsonla son kez konuşup rezervasyon yaptırdığı masaya oturdu. Zihninde cümleler değirmene su aktaran periler gibi önce dolu sonra bomboştu. Zaman ilerliyordu, sanki yapraklarını döken yandaki hurma ağacı değil de kendisiydi..
Lidya'sını düşünüyordu. Aramamıştı, bir türlü ona ulaşamamıştı da. Aklından bir sürü senaryolar yazıyordu.. Çocuk parkında unutulmuş, annesini ararken iyice kaybolmuş küçük bir çocuk gibi gözleri dolmuştu..
Artık beklemenin bir anlamı kalmamıştı. Masadan kalkıp yürüdü...
"Bir bardak dolusu aside dönüştü dünya ve ben bu bardakta karıştıkça eridim, yandım ve kayboldum. Her şeyin tek ve mutlak hakimi sessizlik, gel şefkatli kollarında sakla beni.. Artık gözlerim şuurumu kaybedene kadar kan akıtmasın. Yeminsiz tek organım kalmadı, muhteşem ihtişamına. Refüje uçmuş bir yakıt tankeri kadar seninim. Gel kutsa bu küçücük ellerimden..!"
Peyman eve geldi, kapıyı açınca antrede yerde bir zarf gördü. Zarfın dışında Peyman'a yazıyordu. Merakla açtı, içinden çıkan kağıdı okumaya başladı:
"Akıbetimizin zafer olduğuna inandığım gün, havada ıslık çalan oklar yaptım. Kan terleyen semavi atlar koştum yollarına.. Hedefi vuramayan okçuların gözlerini kararttım. Ve bir sahra yüzünden toz zerrelerine ayrıldım. Öyle parçalandım ki en ufak kibrine bile ulaştım."
Lidya
&&&