M.
NİHAT MALKOÇ
Dinî
hassasiyetler üzerine inşa edilen Osmanlı'nın Peygamber Efendimize duyduğu
derin sevgi ve muhabbetin birçok veçhesinden biri de "Kutsal
Emanetler"dir. Bilindiği üzere Peygamber Efendimize ve onun dönemine ait,
İslâm dünyasında “Kutsal Emanetler” olarak bilinen bazı özel eşyalar
İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmektedir. Belirli günlerde ziyarete
açılan bu eşyaların bulunduğu bölümün adı “Hırka-i Saadet Dairesi”dir. Bu daire,
adını Peygamber Efendimizin orada bulunan, bizim için mübarek ve mukaddes
sayılan hırkasından almaktadır. Peygamber Efendimizin günümüze kadar ulaşan
ikinci hırkası da yine İstanbul’da bulunmaktadır. Hırka-i Şerif Camii,
Peygamber Efendimizin hırkası için yapılan ve adını bu hırkadan alan, manevî
açıdan kıymetli bir camidir. Bu cami içindeki hırka, Veysel Karanî isimli
peygamber âşığına, Peygamber Efendimizin vasiyeti üzerine hediye edilmiştir.
Buradaki mübarek hırka da her yıl Ramazan ayının belirli bir döneminde Müslümanların
ziyaretine açılmaktadır. Caminin bulunduğu mahallenin adı da Hırka-i Şerif
Mahallesi’dir.
Bir şiir medeniyeti olan Divan
Edebiyatı'nın vücut bulduğu Osmanlı Devleti zamanında büyük şairlerin ekserisi
Peygamber Efendimiz için "Naat" yazmış ve ona duydukları sevgiyi şiir
diliyle ifade etmişlerdir. Yine bu dönemde “Kısas-ı Enbiya” denilen
ve peygamberleri anlatan eserler kaleme alınmıştır. Bu minvalde Ahmed Cevdet
Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ’sı ayrıca zikre değer bir
kitaptır. Bütün bunların yanında Peygamber Efendimizin hayatını kronolojik bir
şekilde anlatan siyerler, Peygamber Efendimizin isimlerine dair eserler
olan Esmâü’n-Nebîler, Peygamberimizin
fizikî ve ahlakî özelliklerini anlatan şemâiller, hilyeler; Peygamber
Efendimizin miracının anlatıldığı Mi‘râciyyeler, Hz. Peygamberin savaşlarının
daha çok dinî-destanî yönleriyle anlatıldığı şiir ya da düzyazı biçimiyle
anlatıldığı Gazavatnâmeler, Peygamber Efendimizin hadislerinden seçilen Kırk
Hadisler; Osmanlı'da Peygamber sevgisinin değişik türlerdeki tezahürleridir.
"Ehl-i
sünnet" Hz. Peygamber’in İslâm’ın temel hususlarını anla(t)ma tarzıdır. Osmanlı'da hiçbir
padişah "ehl-i sünnet"e muhalefet etmemiş, aksine onu bir hayat tarzı
olarak benimsemiş ve hep yanında olmuşlardır. Böylelikle de bunu devlet
yapısında çimento misali güçlü bir
birleştirici unsur olarak kullanarak devlet-i âliyyenin bekasını
sağlamışlardır.
Ta çocukluklarında başlayan ve
gençliklerine değin ısrarla devam eden bir İslâmî terbiyeyle yetişen Osmanlı
padişahları hemen her konuda peygamberi bir bakış açısını hayatlarına ikame
etmeye çalışmışlardır. Zaman ve mekân farkı gözetmeksizin her şey ama her şey
"ona göre" ve "onun için"di. Bunu sözden eyleme geçirerek
bir anlamda samimiyetlerini ispat etmişlerdir. Hâl ve hareketleriyle Necip
Fazıl'ın "Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim;/Sana uymayan ölçü, hayat
olsa teperim!" diyerek bu mısraların ifade ettiğini yaşa(t)mışlardır. Bu
hâl, onların Hak ve halk nazarındaki itibarlarını artırmıştır.
O zamanlar kıymet hükümleri ona
(Peygambere) yakınlıkla ölçülürdü. Peygamberin hayatı ve tavırları onlar için
bir çeşit mihenk taşıydı. Hayatlarını Peygamberî bir elekten geçirerek
yaşarlardı. Ona yaklaştıkça yükseleceklerine, ondan uzaklaştıkça da
alçalacaklarına inanırlardı. Nefislerine karşı sağır rolünde olan bu güçlü
insanlar geniş imkânlarına rağmen hayatlarını Hz. Peygamber’in tavsiye
ettiği şekilde sürdürme gayreti içinde olmuşlardır.
Osmanlıya şekil ve nizam veren bu
insanlar sünnetten taviz vermemek için dünya nimetlerini ellerinin tersiyle
itebilmişlerdir. Kınayanların kınamalarına aldırış etmemişlerdir. Onlar
peygamberi ilk, tek ve en güzel örnek; yani rol model edinme gayreti içerisinde
olmuşlardır. Bir davranışı Hz. Peygamberin yapmış olması onlar için yeterli
sebepti. Onun önünü, arkasını irdeleme ihtiyacı duymamışlardır. Onun hikmetine
teslim olmuşlardır. Nefse hoş gelse de hiçbir şeyi sünnete tercih
etmemişlerdir. Onlar Peygamberimizin yol arkadaşları olan sahabilerin
hayatlarından da hikmet devşirme yarışı içerisinde olmuşlardır. Böylelikle
Peygamber sevgisinin derecesini tavır ve davranışlarıyla göstermişlerdir. Onlar
sünnete ve onun mücessem şekli olan Peygambere bağlılığı Kur'an'ın (dolayısıyla
da Allah'ın) emri olarak görmüşlerdir. Sünnet konusu üzerinde titremelerinin
yegâne sebebi de budur.