M.
NİHAT MALKOÇ
Edebiyat ve hayat yapışık ikizler
gibidir. İnsanı ilgilendiren her şey edebiyatı da ilgilendirir. Hayatta ne
yaşanıyorsa o, bir şekilde edebiyata da yansır. Edebiyatı hayattan
soyutlayamazsınız. İster şiir olsun, isterse roman veya başka türler; bunların
hemen hepsi hayattan izler taşır. Hayat edebiyatı da içine alan geniş bir
dairedir. Bunun yanında edebiyat da hayata tutulan aynadır. O aynada hayatın
söz kalıbına dökülmüş halini görürüz.
Edebiyatımızda Ramazan konusu geniş
bir biçimde yer almıştır. Çok köklü bir tarihî geçmişi olan Türk edebiyatı bu
temayı da yaygın bir şekilde ele almıştır. Ramazan konusu ağırlıklı olarak
şiirimizde işlenmiştir. Türk Edebiyatı’nda on beşinci
yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Ramazan şiirleri, 18. yüzyılda yoğunluk
kazanmış, değişik nazım şekilleriyle kaleme alınarak günümüze kadar devam
etmiştir. Ramazan temalı şiirler, eskisi kadar olmasa da bugün de yazılmaya
devam ediliyor.
Divan ve Halk edebiyatlarında 15. yüzyıldan beri Ramazan
hem dini ve manevi yönüyle hem de mizahi yönüyle işlenmiş, bu çerçevede çok
geniş ve canlı bir kültür dünyası meydana getirilmiştir. İbadet yönünün yanında
iftar, sahur ve bayramıyla da insanlar üzerindeki etkisi, bazen hayal ve mizah
unsurlarıyla birlikte ele alınmıştır. Ramazan,
klasik edebiyatımızda da önemli bir yer tutmuştur. Divan edebiyatı şairlerinin, ramazan ayının gelişini kutlamak için yazdıkları ve devlet büyüklerine
sundukları kasidelere “ramazaniye” deniliyordu. Bu kasidelerde ramazan bahsi
giriş bölümünde ele alınıp işleniyordu. Örnek bir ramazaniyeden küçük bir kısmı
dikkatinize sunuyorum:
“Bu aya hürmet olunur / Herkese
izzet olunur
Ramazana mahsus
şeydir / Fakire ihsan olunur.”
Edebiyatımızda Ramazan konusunu ele alan diğer bir tür de
manilerdir. Konusu Ramazan olan maniler miktar olarak diğer edebî türlerden çok
daha fazladır. Ramazan manileri diğer maniler gibi anonimdir. Hiçbirinin
altında yazanın ve söyleyenin adı yer almaz. Muhteva açısından derinlik arz
etmezler, anlamları sığdır. Halka
hitaben söylendikleri için görünen anlamları esastır, şiirsel derinlikleri
yoktur. Bu manzumelerde imge yoğunluğu bulunmaz. Ramazan manilere şu örnekleri
verebiliriz:
“Hakk’ın bize
ihsanısın / Hem ayların sultanısın
Sen bir
saadet kânısın / Ey mâhı sultan merhaba
Kavuştuk Ramazan’a, / Hem de büyük ihsana,
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana”
Edebiyatımızda pek çok şair ve yazar, ramazanın
gelişini büyük bir iştiyakla beklemiş ve onu özlem dolu şiirlerle
karşılamıştır. Fakat inanç zayıflığı içerisinde bataklıklarda debelenenlerin bu
ayın gelişiyle birlikte keyifleri kaçmıştır. Orucun manevi ağırlığı onları
ezmiştir. Yahya Kemal bir şiirinde ramazana dair duygularını şöyle kelimelere
döker:
“İftardan önce gittim Atik-Valde
semtine,
Kaç defa geçtiğim bu
sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat
Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizara
çevirmiş sükûneti”
Ramazanın konu olarak işlendiği bir diğer edebi tür de
fıkralardır. Bektaşi fıkralarına baktığımızda bunlarda ramazanın ağırlıklı
olarak işlendiği görülür. Fakat fıkralarda ramazanın manevi ağırlığına zarar
verilmez. Bizim bilge Nasreddin Hocamız da fıkralarında ramazana değinmiştir.
Bu fıkralarda ölçü ve üslup dini duyguları asla rencide etmemiştir.
Eskiden televizyonlara mahkûm değildik. Ramazan gecelerinde
zamanı faydalı ve eğlenceli geçirmek için Karagöz, meddah, ortaoyunu
gösterileri yapılmıştır. Bu Oyunlarda ramazan bahsine genişçe yer verilmiştir.
Artık geride kalan o günleri özlemle anıyoruz.
Maneviyatı güçlü şair ve yazarlar; eserlerinde ramazanın
gelişinden duyulan sevinci, bu ayın bitişinden dolayı hissedilen hüznü, Kadir
gecesinin kıymetini, iftar ve sahurları, çocukluklarında geçirdikleri
ramazanları konu olarak ele alıp işlemişlerdir. Bu şair ve yazarlar arasında
Sabit, Nazım, Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf, Sururi, Nedim, Koca Ragıp Paşa,
Leyla Hanım, Edirneli Kânî, Enderunlu
Vasıf, Şeyh Galib, Sümbülzade Vehbi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Üftade, Niyazi Mısri,
Aziz Mahmud Hüdayi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mehmet Lütfi, Bursalı İsmail
Hakkı, Ahmet Rasim, R. Cevat Ulunay, Ruşen Eşref Ünaydın, Halit Fahri Ozansoy,
Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Samiha Ayverdi
ve Sezai Karakoç isimlerini sayabiliriz.
Ramazana dair hatırası olmayan yok gibidir.
Edebiyatçılarımız da bu mübarek aya dair hatıralarını değişik zamanlarda dile
getirmişlerdir. Bununla ilgili olarak Refik Halit Karay’ın ‘Eski
Zamanlarda Ramazan Hazırlığı’, Ercüment Ekrem Talu’nun ‘Birinci Gün’,
Samiha Ayverdi’nin ‘İbrahim Efendi
Konağında Ramazan Hazırlıkları’, Abdulbaki Gölpınarlı’nın ‘Eski Ramazanlar’,
Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Kandiller Yanarken’, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun ‘İbadette Cuşiş’,
Musahipzâde Celâl’in ‘Şeker Bayramı’ isimli nefis yazıları muhakkak
okunmalıdır. Gönül dünyamız o güzel hatıralarla beslenmelidir.
Romanlarımızda, hikâyelerimizde ve bir kısım tiyatro
metinlerinde ramazanın manevi atmosferine temas edilmiştir. Bugünkü şair ve yazarlarımız da ramazan
konusunu gerek şiirlerinde gerekse roman ve hikâyelerinde ele alıyorlar. Fakat
bu eserlerde yaşamakta olduğumuz ramazanlardan ziyade, daha çok eski
ramazanlara nostaljik(özlemli) bir bakış açısıyla yaklaşılıyor. Çünkü geçen
zamanla birlikte pek çok şeyimiz gibi, ramazanlarımız da heyecanını kaybetmiş,
bilinçli bir şekilde yozlaştırılmıştır. Eski ramazanları özlüyoruz.