YÜZLEŞİYOR MUYUZ YOKSA!
YÜZLEŞİYOR MUYUZ YOKSA!
İnsanoğlu,
kendini tanıyacak döneme girdiği günden beri nereden gelip, nereye gideceğini
hep merak etmiştir. İnsanlaşma süreci ilerledikçe; bu soru, bu kâinatın nasıl
oluştuğuna dönüştü. Bir kendine bakıyor, bir çevresine bakıyor, bir doğaya
bakıyordu. İlkel dinlerin; totemlerin/putperestliğin ortaya çıktığı dönemlerdi.
O dönemlerde en baskın inançlar, kitlesel inanç biçimine dönüşüyordu. Farklı isimler
altında yeni dinler ortaya çıkıyordu.
Hangi
din ortaya çıkarsa çıksın, insanoğlu her zaman kendisini sorgulamıştır. Kendisinin
kim olduğunu, niçin var olduğunu, sonrasının ne olacağını hep merak etmiştir. Geleneklerin
ve inançlarının gereği olarak sorularına cevaplar bulabiliyorlardı ancak hiçbir
zaman tatmin olamıyorlardı. Nasıl olabilirlerdi ki?
İlk
insan olarak bildiğimiz Âdem’den bugüne kadar insanlar çeşitli evrelerden
geçmiştir. Zira evrenimiz de milyarlarca yıllık bir süreç içerisinde
evrimleşerek bugünkü halini almıştır; ancak bu son değildir ve olmayacaktır. Yüce
Allah’ın evrim kanunu tüm haşmetiyle devam ediyor.
Ve
dinler son şeklini aldı. Hz. İbrahim ile başlayalım. Hz. İbrahim’in tebliğ
ettiği din “tevhit” diniydi. Yani Allah’ı birleyen bir dindi. Allah’tan başka hiçbir
ilahı kabul etmiyordu. İyiliği, dürüstlüğü, adaleti ve ibadetleri emrediyordu.
Hz. Musa da kavmine peygamber olarak gönderildi. Kavmine “tevlit” inancını vaaz
etti. Tanrı’ya eş koşulamazdı. O tek ve mutlak bir güçtü. İbrahimî dinde olduğu
gibi iyiliği, adaleti, dürüstlüğü ve ibadetleri vaaz ediyordu. Her iki dinde de
cennet-cehennem kavramı sürekli insanlara anlatılıyordu. Amaç; insanların
işlediği günahlar sebebiyle cehennemde yanmalarını istemiyordu. Bu emirler
silsilesinin bir başka amacı; huzurlu bir dünyayı inşa etmekti. Hz. İsa/Chris
döneminde de “tevhit” inancı vaaz edildi. Tanrı tekti, eşi ve ortağı yoktu.
Cennet ve cehennem vardı. Yani tüm dinlerde ölüm sonrası yeniden bir diriliş
olacaktır; günahkârlar hesaba çekilip, günahı nispetinde azap çekecektir. İyi
insanlar ise cennet ile ödüllendirilecektir. Hz. Mu-hammed de, İslam dininin
tebliğcisi olarak sahneye çıktı; tıpkı diğer peygamberler gibi “tevhit” dinini
vaaz etti. Diğer peygamberler gibi delil olarak kutsal vahiylerini gösterdi.
Diğer dinlerde olduğu gibi cennet, cehennem, ibadet, adalet, iyilik ve
yardımlaşma konularını vaaz etti.
Tüm
dinler dönemlerini tamamlamıştır; ancak İslam dini son dindi ve tüm insanlar bu
dine inanmalıydı. Musa’nın dini de, İsa’nın dini de aslından koptu, “melikler”
dinine dönüştü. Bozulmaların temelinde mezhepleşmeler bulunmaktadır. İslam
dini de bir takım yorumlarla, Musevilikten ve İsevilikten nakledilen batıl
inançlarla bozuldu; ancak bozulmayan bir gerçek vardı o da Kuran’dı. Kuran, bozulan
tüm dinleri bünyesinde toplayarak gelecek nesillere orijinal halini bildirdi. Böylece
tüm dinler Kuran ile koruma altına alındı. Kuran’ı okuyan her din mensubu aynı
zamanda kendi dininin vaazlarını da okumuş olacaklardır.
İnsanların
akıllarını kurcalayan tüm sorular dinler sayesinde cevap bulmuştur. Her din
mensubu nereden geldiğini, nereye gideceğini öğrenmiş oldu. Her din mensubu,
kendi dinlerinin vaazlarını en doğru kabul ettiğinden öteden beri dinler arası
savaşlar yaşanmış; baskın olan dinler, diğer dinleri hızar gibi biçip
geçmiştir. İnsanlar, o dönemlerde din adına ağır bedeller ödemiştir. İnsanları rahatlatan
tek kaide, din adına yapılan savaşlar Allah katında “cihat” kabul edileceğinden
karşılığında cennete gireceklerdi. İnsanlar böylece gideceği yeri dinleriyle
bulmuş oldu. Ya nereden geldiğimiz konusu! O soruların cevabını da insanlar
yine dinlerinde buldular. Bu dünya bir imtihan alanıydı; hak ile batılın savaş
alanıydı ve bu Allah’ın/Tanrı’nın ilahi muradıydı. Sorunun ikinci kısmını da
insanlar dinleri sayesinde buldular.
Diğer
dinlerin bozulduğu gerçeğinden hareket ederek, kendi dinimiz üzerinden devam
edelim:
“Dinde
zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları
reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her
şeyi işitir ve bilir.” Bakara-256
“Sizinle
savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah,
aşırı gidenleri sevmez.” Bakara-190
Kuran’da
daha pek çok ayet vardır. İki ayet üzerinde düşündüğümüzde Kuran’ın kesinlikle
dayatmacı olmadığı anlaşılır. Hiç bir kavim kılıç zoruyla İslamlaştırılamaz.
İslam dininin tebliğ dini olduğunu halen anlayamayan bir takım Müslümanlar,
Müslüman olduğu halde kendi mezhebinden olmadığı için cihat ilan edip, “Müslümanlar
birbirinin kardeşidir” anlayışın tepeleyip, kelle kesmeye cihat diyor! Karşılığında
cennete gireceğine inanıyor. Araplar, Türkleri İslamlaştırmak için savaş ilan
etmiş, binlerce Türk’ün kanını akıtmıştır. Bu tarihi hakikattir. Oysa cihat
kavramını tam ve doğru olarak anlayabilselerdi bu tür kanlı vahşetlere cihat
demezlerdi. Cihadın belirli şartları olduğunu anlardı. Yüce Allah, Müslümanlarla
savaşanlara karşı savunma amaçlı cihada izin vermiştir ve aşırılığa asla
müsaade etmemiştir.
Şimdi
cihadın şartlarına bir göz atalım:
Bunlardan
ilki; insanın şeytan/nefsani duygular ile mücadele ederek kalbini
temizlemesi anlamına gelir. İkincisi; İslam’ın dil ile yayılmasıdır.
Üçüncüsü; insanın doğru şeyleri yapması anlamına gelir. Durum böyle iken,
geçmişte yanlış anlaşılan cihat aynı tazelikte devam ediyor. Geçmiş dönemlerde
ganimet elde etmek için uyduruk bahanelerle savaşlar yapılmıştır. “Kızlar,
kadınlar, mal ve mülk cihat eden Müslümanlara helal kılınmıştır.” Bunun adı,
Kuran’ın beyanıyla bir zulümdür ve karşılığı da cehennemdir. Bu dünyaya imtihan
için geldiğine inanan Müslümanlar, bu yaptıklarınızla cehenneme gidip bedel
ödeyeceksiniz. O bedeli ödemeye hazır olun?
Bugünkü
inancımdan kaynaklanan bilgiler ışığında aklımda şöyle bir soru yankılanıyor.
Neden in-sanların çoğunluğuna bu dünya zindan? Neden masumlar katlediliyor?
Neden zalimlerin iktidarı vücut buluyor? Masum çocukların suçu nedir ki,
hunharca katlediliyor? Kendime sorduğum sorunun cevabını İslam’da buluyorum:
İnsanlar, insanlıklarıyla yüzleştirilerek; hatalarını görüp, ibret alsınlar.
Çok
defa şahit oldum ki, insanlar; “Allah, neden bunlara müsaade ediyor? Neden
kötülerin başına bela yağdırmıyor? Allah neden müdahale etmiyor? Diyorlar. Bu,
bana göre bir vicdan sızlamasıdır. Yüce Allah, hiçbir kuluna zorluk vermez. Hiç
bir kuluna zulmetmez. İnsanlara akıl, fikir, vicdan vermiş; bu değerli
araçlarla insanların dünyayı yaşanır hale getirmesini istemiştir. Temel emir ve
yasaklarını peygamberleri aracılığıyla tüm insanlığa bildirmiştir. Allah’ın
yolundan sapıldığında insanlar kötülük üretmeye başlar ve bu kötülükten çocuk,
genç, ihtiyar, masum, hayvan, doğa etkilenir. Bu dünya sahnesi, insanların
yaptıklarıyla yüzleştirildiği bir dünyadır. Yüce Allah, isteseydi; kötülük
üreten her insanı o anda taş eder, başına ateşler de yağdırırdı.
Yüzleştirildiğimizi
Kuran’da görerek konumuzu kapatalım:
“Başınıza
gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir.
Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” Şura-30