DUYGUDAŞLIĞA YOL AÇALIM
Dünyadaki olumsuz gelişmelere baktığımızda hırs, kibir, daha fazlasını istemek, hükmetmek güdülerinin etkin olduğunu görürüz. Bu durum, karar vericilerin içinde bulunduğu duruma göre değişiklik gösterebilir. Karar vericiler, karar verdiklerinde mutlaka bir kısım insanın ya da bölgenin canının yanacağını bilir ancak içinde bulunduğu durum bunu zorlarsa bu kararı vermekten çekinmez. Yani yıkımlar altında bırakılan insanların yerine kendilerini koymaktan kaçınırlar. Gelen tepkileri göğüslemek için alınan kararların milli bir mesele olduğunu ileri sürerek işin içinden sıyrılırlar. Bugün yaşanan savaşlara ve yapılan açıklamalar bakıldığında bu tür söylemlerin yetkili ağızlardan dillendirildiğini görürüz.
Her yerde geçerli olabilir mi bilemem ama yine de empatinin/duygudaşlığın çok ama çok önemli olduğuna inanıyo-rum. Empati; eşduyum ya da duygudaşlıktır. Bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışla-rındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir.
Memorial.com’a
göre:
Empati
nasıl kurulur?
a-)
Yeni İnsanlarla Konuşmak,
b-)
Konuşmayı denemek,
c-)
Başkasının hayatını denemek,
d-)
Ortak bir amaç için güç birliği yapmak,
e-)
Önyargılı olduğunuzu kabul etmek,
f-)
Kendine karşı dürüst olmak,
g-)
Ayrıcalığınızı kontrol etmek,
Empati
kurmak bizlere neler kazandırır?
Kişinin
karşısındaki insanı anladığını ve onu önemsediğini göstermesini sağlar. Bu
sayede iletişim kolaylaşır. Yanlış anlaşılmalar azalır, samimiyet ve güven
ortamı hızla gelişir, sorunlar daha kolay dile getirilir ve bu sayede bunlara daha
çabuk ve kolay çözümler üretilir.
Bu
konu, bilimsel açıklamalara muhtaç bir konu olduğundan bilimin alanına giremem.
Ancak günümüze dönersek eğer bir takım çıkarımlarda bulunabilirim.
Ülkemizde ve dünyanın bazı ülkelerinde öyle akıl almaz olaylara tanıklık ediyoruz ki akıl-vicdan adeta feryat ediyor. Kendimize bakıp insanlığımızdan utanıyoruz. Toplum düzenini bozan bireylerin durumlarına baktığımızda onlarca sabıkasının olduğunu ve hiçbir ceza almadan salıverildiğine tanık oluyoruz. Bu tür insanımsı yaratıkların ceza almadan salıverilmesi kararını verenlerin hiç mi vicdanı sızlamıyor acaba? Karar verirken neden kendilerini mağdur-acılı insanların yerine kendilerini koymuyorlar? Onların çektiği acının dayanılmaz acılar olduğunu yüreklerinde neden hissetmiyorlar? Bu tür olayları gördükçe, “nerede adalet, nedene vicdan?” diye feryat ediyoruz, öyle değil mi? Adaletle örtüşmeyen, vicdanları sızlatan bu kararların uzun yıllar verilmesi toplumun hissiyatını çürüttü. Can yakan, toplumu çürüten ne kadar vahim olay yaşansa da “bana necilik”, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” vurdum-duymazlığının acı bir sonucudur.
Düşünüyorum
bir an! Acaba sosyal patlamalara neden olabilecek olayların temelinde sosyal ve
kültürel bir anlayış mı, yoksa aile eğitiminde mi bir problem yatıyor? Veya
alınan eğitimler mi yetersiz? Bu üç soru arasında gidip-geliyorum! Fakat şunun bilincindeyim:
Eğitim kurumları bir insana insani meziyetleri veremez. Eğitim ile ancak bilgi
eksikliği giderilebilir. Eğitim alan kişiler, doktor, mühendis, avukat,
arkeolog vs. olabilir; bunun dışında kişilerin kişiliğini geliştirmeye ya da
değiştirmeye yetmez. Burada bir konu daha var ki; kişisel gelişim kurumlarında erken
dönemde çocuklardaki kişilik bozukluğu tespit edilip, çocukların
kişilik bozukluğu giderilebiliyor. Demek ki eğitim ile erken dönemlerde insanların
zihin dünyasına girilebiliyor, çocuklar zihinsel olarak sağlığına kavuşabiliyor.
Psikolojik travma yaşayan yetişkinler de psikolojik seanslarla sıkıntılarından
kurtulabiliyorlar.
Konuya bilim yoluyla baktığımızda; bilimsel yollarla insanların empati kurması sağlanabilir. Eğitim kurumlarında gerek tiyatro, gerek animasyonlarla veya anlaşılır kitaplarla empati kurmanın yolu; insana ve topluma sağladığı faydalar pekala aşılanabilir. Olaya böyle yaklaştığımızda bilim temelli eğitimlerle yetişen nesiller, empati kurabilen, berrak zihinli olarak yetişecek; devletine ve milletine hizmet edecektir.
Böyle bir eğitimden geçen bireyler, çevresinde gördüğü bir çaresiz kişinin yerine kendini koyduğunda vicdanında bir ses o kişiye yardım etmesini söyler. Kişi, o anki imkânı dâhilinde yardımda bulunarak insani vazifesini yerine getirmenin iç huzurunu yaşar. Bu bir insan olabileceği gibi çaresiz köpek, kedi veya yaralı bir kuş olabilir. Hayvanlar-la empati kuran kişi, imkanı dahilinde yardım eder ve içi huzurunu yaşar.
Böyle
özlenen bir toplumu inşa etmek çok kolay olmayacak elbet. Erken dönemlerde başlayan
sıkı eğitim ve sağlık politikalarıyla ancak birkaç nesil sonrasında huzurlu
bir toplum inşa edilebilir.
Bana göre, dikkat edilmesi gereken asıl husus, insanları cinnete sürükleyen yoksulluk, işsizlik ve sahipsizlik gibi temel sorunların mutlaka çözülmesi gerekir. Bu sorunlar tamamen çözülmeden eğitim de, sağlık politikaları da sonuç vermez, diye düşünüyorum.
Makalemi, Tolstoy’un şu meşhur sözüyle tamamlıyorum: “İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabi-liyorsa insandır.”