M. NİHAT MALKOÇ
Yıllardan beri hep söyleriz:
Türkiye’de un var, şeker var, yağ var; fakat helva yapacak maharetli eller yoktur.
Bu belki öznel bir yargıdır, ama yaşanan hakikatler bunun nesnel yanlarının da
görmezlikten gelinmemesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz
dünya devletlerinin iştahını kabartıyor. Büyük bir hazinenin üzerinde
yaşıyoruz, lakin nedense ‘Derya içredir deryayı bilmezler’ berceste mısraının tecellisini
hayatımızın her yanında ve anında görüyoruz. Bizi bu halden kurtaracak, bize
geçmişin ihtişamını yaşatacak, maddî ve manevî değerlerimizi hayatımızın mühim
bir parçası haline getirecek yüce şahsiyetlere bugün dünden daha çok
ihtiyacımız vardır.
Ülkemizde zaman zaman sıra dışı
insanlar da ortaya çıkıp güzel şeyler yapıyor. Fakat bu insanlar çarpık düzene
çomak soktukları için değişik merciler tarafından bir şekilde susturuluyor.
Buna en güzel örnekler yakın zamanda aramızdan ayrılan Turgut Özal, Adnan
Kahveci ve Recep Yazıcıoğlu’dur. Zamanlarını aşan ve bütün engellemelere rağmen
çok büyük işler yapan bu üç kişinin de ölümü şaibelidir. Bu üç kişiden Turgut
Özal aniden rahatsızlanarak vefat etmiş, Adnan Kahveci ve Recep Yazıcıoğlu
şüpheli trafik kazalarına kurban gitmiştir. Turgut Özal’ın zehirlendiğine dair
bilgi ve belgeler değişik kurum ve kişiler tarafından dile getirilmiştir.
Özellikle eşi Semra Özal bunu defalarca vurgulamıştır.
Trabzon’un yetiştirmiş olduğu iki
büyük bürokrat olan Maliye eski bakanı Adnan Kahveci ve Denizli eski Valisi
Recep Yazıcıoğlu izahı mümkün olmayan şekillerde kaza geçirerek hayatlarını, genç
denilebilecek yaşlarda kaybetmişlerdir. Bunlar kamuoyuna sıradan kazalar olarak
duyurulmuş, fakat zihinlerdeki şüphe ve tereddütler silinememiştir.
Türkiye’nin süper valisi olarak
nitelendirilen Recep Yazıcıoğlu 1948 yılında Trabzon’un Köprübaşı ilçesinde
dünyaya gelmiş kıymetli bir şahsiyetti. Recep ayında doğduğu için ailesi bu adı
uygun görmüştü ona. 1968 yılında, Aydın Maiyet Memuru olarak göreve başlayan
Yazıcıoğlu, 1971-1984 yılları arasında sırasıyla Kalkandere, Bahçe, Hamur,
Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca ilçelerinde kaymakamlık görevinde bulunmuştu.
1984 yılında Tokat Valiliği’ne atanan Recep Yazıcıoğlu daha sonra, 14 Ağustos
1989’da Aydın Valisi olarak göreve başlamıştı. 19 Ağustos 1991 tarihinde
Erzincan Valiliği’ne atanmış, bu görevinden sonra, 26 Eylül 1999’da da zamanın
Başbakanı Süleyman Demirel tarafından Merkez Valiliği’ne düşürülmüştü. Bu
şekilde bir anlamda cezalandırılarak geri hizmete alınmıştı. Peki, suçu neydi?
Sadece zamanı aşan düşünceleri ve demeçleri…
O sıra dışı bir valiydi. Evli, üç çocuk ve bir torun sahibi
olan Recep Yazıcıoğlu, zaman zaman yaptığı sistem eleştirileriyle ve aykırı
görüşleriyle dikkat çekti. Son olarak Denizli Valiliği görevinde bulunan Yazıcıoğlu, 2
Eylül 2003’te Eskişehir-Ankara Yolu üzerindeki Temelli Belediyesi yakınlarında şüpheli
bir trafik kazası geçirdi. Ankara İbni Sina Hastanesi’ne yatırılan Yazıcıoğlu,
kazadan iki gün sonra bitkisel hayata girdi. 8 Eylül 2003’te Ankara İbni Sina
Hastanesi’nde vefat etti. Cenazesi bir gün sonra, Söke ilçesinde mahşeri bir
kalabalığın katılımıyla defnedildi. O yaşarken de, öldükten sonra da çok
konuşuldu, tartışıldı.
13 yıllık kaymakamlığında
kimsenin tanımadığı Recep Yazıcıoğlu, Tokat’ta rakıya yasak koydurunca bir anda
Türkiye gündemine oturuverdi. Onun akıl dolu uygulamalarını art niyetli kişiler
saptırarak aleyhine delil olarak kullanmaya çalıştı. Fakat ne olursa olsun onu
hiç kimse hak bildiği yoldan döndüremedi. Karadeniz inadı ve kararlılığı
genlerine sinmişti onun. O, bürokrasi hazretlerine meydan savaşı açtı. Resmi
dairelerde resmiyeti rafa kaldırdı, onun yerine dürüstlüğü ve samimiyeti
yerleştirdi. Kapısını halka ardına kadar açtı. Her gittiği yerde halkın içine karıştı.
Zaman zaman tebdil-i kıyafetle denetimler yaptı. Sporu bizzat yaparak halka
sevdirdi. Değişik çevreler onun uygulamalarını çok tartıştı. Hak veren de,
yeren de oldu.
Çabuk kızardı Recep Yazıcıoğlu,
bir o kadar da çabuk sakinleşirdi. Kişisel hesaplar değildi kızdığı mevzular.
Devletin sömürülmesi ve kaçak güreşmek onu çileden çıkarırdı.
Son zamanlarda özel televizyon
kanallarından birinde merhum vali Recep Yazıcıoğlu’nun hayatını ve icraatlarını
anlatan ‘Köprü’ isimli bir dizi yayınlanıyor. Dizi Ayşe Kulin’in aynı adlı
romanından film haline getirilmiş. ‘Köprü’
romanın kurgusu idealist bir valinin merkeziyetçi bürokratik yapının doğal
sonucu olarak soğuttuğu, birbirinden uzaklaştırdığı, hatta kimi zaman
kopardığı devlet-halk ilişkisindeki kısır döngüyü kırma çabası üzerine
şekillendirilmiştir. Roman gerçekçi bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır.
‘Köprü’ romanında anlatılan konu Erzincan’da bürokratik engellerle
yapılamayan bir köprünün acıklı başlayan, mutlu sonla neticelenen hikâyesidir. Erzincan’ın
Kemaliye İlçesine bağlı Başpınar Köyü’nde bir köprü bulunmaması sebebiyle
insanların hayatlarında çektikleri sıkıntılar anlatılıyor bu eserde. Uzun
yıllar boyunca yapılamayan bir köprünün Vali Yazıcıoğlu’nun seferberliğiyle
inşa edilmesi dile getiriliyor. Bir dayanışma öyküsü anlatılıyor.
Yazar Ayşe Kulin’in aynı isimli romanından Ahmet
Yurdakul’un senaryolaştırdığı, yönetmenliğini Sadullah Şentürk’ün yaptığı
Köprü’nün başrollerinde Erdal Beşikçioğlu, Ayşegül Ünsal, Selim Bayraktar, Ali
Hakan Beşen, Haldun Boysan, Yurdaer Okur ve Melis Birkan oynuyor. Dizi
Eskişehir’de çekiliyor. Bence Erzincan’ı ve oranın efsaneleşmiş bir valisini
anlatan dizinin Erzincan’da ve Tokat’ta çekilmesi daha gerçekçi ve uygun
olurdu. Diziyi hangi akılla burada çektiklerini anlayamıyorum. Bunun dışında
diziyi başarılı buluyorum. Zira diziden alacağımız pek çok ders vardır. Bu dizi
merhum Vali Recep Yazıcıoğlu’na gösterilen vefanın güzel bir örneğidir. Demek
ki vefa can çekişse de henüz ölmemiş… Ben söz konusu romanı okudum, diziyi de
takip ediyorum. Herkese, özellikle Trabzonlulara bu diziyi izlemelerini, Ayşe
Kulin’in ‘Köprü’ adlı romanını okumalarını tavsiye ediyorum. Zira böyle şahsiyetlerin
unutulmaması ve unutturulmaması gerekir.
Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu bürokrasinin hantallığından
şikâyet ederdi çoğu zaman. Onun için de yerinden yönetimin önemine değinirdi.
O, Tokat’ta uyguladığı torba bütçeyle bu şehre Cumhuriyetten bu yana kazandırılan
dersliklerin toplamından daha fazla derslik kazandırmıştır. Daha bunun gibi
nice hizmetler onun adının “sıra dışı vali, süper vali, efsane vali, aykırı
vali” olarak anılmasına sebep olmuştur. O aslında yapılması gerekenleri
yapıyordu. Fakat yapılması gerekenleri yapmayan bürokratların yanında sivri
görünüyordu.
Yazıcıoğlu, devleti kutsallaştıranlara ve bunun üzerinden
menfaat sağlayanlara şiddetle karşı çıkmıştır hep... Bununla ilgili olarak
söylediği “Devletin kutsalı olmaz. Kutsal olan insandır, millettir, duygudur.
Üç-beş kişinin bir araya gelip kurduğu yönetim organizasyonunun adı olan
devletin nesi kutsal…” ifadesi bir kısım çevrelerden tepki görse de halktan
takdir görmüştür. Bu ifadeler siteme, bürokrasiye ve klasik devlet anlayışına
yerinde bir tepkiydi. O, ileri görüşlü biriydi; çok enteresan ve yerinde
tespitleri vardı. Fincancı katırlarını ürkütmekten korkmaz, aksine bunu mühim
bir vazife sayardı. Onun tespit ve teşhisleri önümüzü aydınlatacak türdendir.
Bu görüşlerden bir kısmını paylaşmak istiyorum:
“Herkes sisteme teslim, yeniden yapılanma için eylem yok.
Halkın talebi yok. Halkımız duyarsız, ilgisiz. Çarkıfelek’e, Sibel Can’a
gösterdiği ilgiyi değişime göstermiyor. Halkımız korkuyor çünkü ana dayağı,
baba dayağı, polis dayağı, asker dayağı ile halkımızı korkutuyoruz. Bu kadar
dayaktan sonra duyarsız oluyor. O kadar ki; kendisine zararlı olan yiyecek ve
içecekleri söylüyoruz adam anlamıyor. Beyaz ekmek yeme, beyaz ekmek demek
nişasta demek, tansiyon, kolesterol demektir diye anlatıyoruz, adam yine gidip
beyaz ekmek alıyor. Boyalı içecek içme diyoruz, tabii içecek, ayran iç diyoruz
adam anlamıyor. İçki, sigara tüketiminde ve kumar oynamada dünyada
dördüncüsüyüz. Bu muazzam halktan ne beklenir!”
Merhum Recep Yazıcıoğlu’nun halleri şahsına münhasırdı. Çok
kere güleçti, fakat bazen yaşadıkları onu sertleştirirdi. Anadolu insanının
doğal ve sıradan duruşu onda da vardı. Gösteriş meraklısı değildi. Halkla
bürokrasi arasındaki uçurumları sevgi köprüleriyle birleştirmişti. O sadece
Tokat’ın, Erzincan’ın, Aydın’ın, Denizli’nin değil, bütün Türkiye’nin
valisiydi. Onun uygulamaları halkla devlet arasındaki soğukluğu ortadan
kaldırmıştır. Onu unutmadık, unutmayacağız. Bu ülkenin onun gibi bürokratlara
her zaman ihtiyacı vardır.
Vefatının 21. yılında kendisini rahmetle anıyoruz. Ruhu şâd,
mekânı cennet olsun.