Bu gece uyumayacağım. Sabahlara kadar karalayıp duracağım. Gözlerimden, bedenimden, beynimden, kalbimden, kendimden intikam almalıyım çünki. Sabahlara kadar karalayıp duracağım, hem de midemin bulantısından öğüre öğüre. Kusmak mı istiyorum? Evet ve işte tam şu ânda kusuyorum, yıllarca içimde biriktire biriktire kördüğüm hâline getirdiğim kıskançlıklarımı. 

Ben hep kıskandım. Kimi zaman benden iyisini, kimi zaman benden kötüsünü, kimi zaman bana dengini, kimi zaman ise sâdece beni. Sâdece beni kıskandığım geceler bi' hayli oldu. Tıpkı bu gece gibi. Hayır henüz kusamadım, hâlâ öğürüyorum. Defâlarca yutkunuyorum ve dilimin altında biriktiriyorum îtirâflarımı. Daha sonra bir ağız dolusu îtirâfı kusmuk diye bocalayıveriyorum saman kağıdına. Kalbim, istemiyor elbette böylesine iğrenç bir manzaraya şâhit olmayı lâkin ne fayda. İstemsizce parmaklarımı sokuyorum soluk borumun taa içine içine. Üç parmağıma rağmen yetmiyor gücüm derinlerdeki îtirâfları söküp alıp sağa sola savurmaya. Sinirleniyorum, mâlum ben çok çabuk sinirleniveren bir şaklabanım ya. Sinirleniyorum ve çıkartıyorum boğazıma zorla müdâhil olan parmaklarımı al kanlara bulanmış hâlde. Şâir diyorum, buraya ne güzel bir hüsn-i ta'lil yapardı: "Bîtâp parmaklarına kına yakmış bir şaklaban..." vesâir vesâire. 

Al kanlara bulaşmış parmaklarımla kavrıyorum ömr-û hayatım boyunca aldığım ilk hediyemi. Bu, bir kalem. Epey güzel, idi. Ne oldu, neler gördü, neler geçirdi bu kalem; bir ben bilirim bir de elâlem. Daha kim bilecek derseniz, bilmeyen mi var neler çektiğimi. Ben ki çok mutlu hemen sonra çok melûl hemen sonra biraz kızgın veyâ hemen sonra biraz küskün, her zaman bir tutam depresif bir şaklaban. 

Tabiî elâlem bilmez bu şaklaban mevzusunu. Bir ben bilirim bir de zâten Allahû a'lem. Hattâ bâzen ben bile bilmem, şu ân şaklaban mıyım yoksa gerçek ben mi? Etrâfıma bakarım: herkes mutlu mesût, herkes kırgın dargın, herkes âşık bâzıları platonik, herkes kaybeden ama herkes kazanan. Acabâ diyorum böyle zamanlarda, maskemi çıkarabilen tek şaklaban mıyım ben?Peki biz, hepimiz şaklabansak kim kralımız? Kime niçin böyle yaranma çabalarımız? Her gece yastığa başımızı koyduğumuzda yarına uyanmak için mutlu, umutlu bir sebebimiz bile yoksa niye bir başkasında umut arıyoruz? Kendimizden, kendi bedenimizden, kendi duygularımızdan, kendi düşüncelerimizden nefret ediyorken bir başkasına niye böylesine tapınıyoruz? Herkes birer şaklabansa ve her bir şaklaban bir başka şaklabana şaklabanlık yapıyorsa bu şaklaban esâsında kendi geçici mutluluğu için başkasının geçici mutluluğunu tatmîn etmeye çalışmıyor mudur hunhârca? Hem de bu uğraşı mutlak mutluluğundan fedâ ederek yapmıyor mudur? Şaklabanlar -pardon insanoğlu- ne kadar da zavallıdır aslına bakılırsa değil mi?

Derken, gözlerimi açtığımda görüyorum ki bi'-iki tutam îtirâftan başka hiçbir şey çıkmamış gün yüzüne. Hâlâ daha mîdemin derinliklerinde oturmuş bekliyorlar. Hazmedemiyorum. Hazmedemiyorum derken âniden öğürüveriyorum. Mîdem çalkalanıyor, yetişemiyorum içimden etrâfa saçılacak îtirâfları saman kağıdına geçirmeye. 

Hazmedemiyorum. Ben zâten bugüne kadar bana yapılan hiçbir şeyi hazmedememişimdir. Aldığım iltifâtları, güzel dilekleri, bir kucak sarılmayı, belki de hiç gerçekleşmeyecek o buseyi, kalbini kırk parçaya yarsalar da kırk parçasının her birinde bana sevgi besleyen birini hiç hazmedememişimdir. Fenâ şeyleri mi, elbette hayır. Onlar hazmetmeye gerek duyulmayacak denli çürük. Metabolizmamın hazmedebilmesi için gece yarılarını beklemeye gerek duymayacak kadar karanlık, o denli karamsar. Geceyle gündüzü şaşırtacak; ne gündüz ne gece, ne uyutacak ne uyanık tutacak kadar karamsar fenâlıklara mâruz kalmış bir hayat benimkisi. O yüzden hazmetme kavramı bu denli fenâlıkların esiri olamayacak derecede mühim. Çünki sağlıklı bir hazım için evvelâ beni sevenleri hazmedebilmem gerekir. Beni niçin sevdi, seviyor, sever, sevecek? Ben, onun kendi hazımsızlıklarını giderebilmesi için kullandığı geçici bir hazdan mı ibâretim? Vesâir vesâire... Elbet bunlar da hazmedilemez şeyler değil, her şey zamanla.

Fakat hazmedemeyeceğim yegâne bir şey var ki: Mâşukumun âşığının gözlerine baka baka, yazdığı aşk şiirlerinin hiçbir mâşuka ithâf olmadan yâni bîâşık bi' hâlde yazdığı iftirâsında bulunmasıdır. Bunu niye mi yazıyorum? Bir şaklabanın şaklabanlara şaklabanlık yaparken edindiği tecrübelere dayanarak bu hazımsızlığı gidermenin tek yolunun îtirâf etmek olduğunu biliyorum. Biliyorum ama inanmıyorum. Neden derseniz geçmedi hâlâ daha hazımsızlığım. 

Hâlâ daha psikopatça intikam almak istiyorum en ufak zerremden dahî. Ben, gaddar bir mazoşistim belki de. Kellemden asılmak, tüm etlerimle lime lime parçalanmak, bütün hücrelerimle birlikte yanmak, küllerimle evrenin dört bir yanına savrulmak istiyorum. Veyâ tüm uzuvlarım okkalara bölünerek dokuz hissenin girdiği bir kurbanda parça pinçik hâldeyken okkalarımdan yalnız birinin bin iki yüz seksen üçte birlik kısmına tekâbül eden farklardan mütevellit kurbân sâhiplerinin kurbânı keserlerken sahiplerinin 
-benliklerinin- kurbânı oluşlarını zevk û sefâ içinde seyreylemek istiyorum. Veyâ sâdece saçlarımdan çekile çekile canhıraş hâlde sürüklenmek istiyorum kilometrelerce.

Saçlarım diyorum, saatler önce kınalı gelinlerin nârin ellerine öykünmüş al kanlı ellerim, kafama gidiyor mihaniki. Saçlarım yok, hatırlamaya çalışıyorum ki çok da zorlanmadan hatırlıyorum pekâlâ. Onlar artık yok. Yandı, bitti, kül oldu, gitti. Ne şaka ne mecaz, hakîkaten kül oldular. Ne olduğunu soranlara söylemiyorum. Isrâr edenlere "siz hiç tecâhül-i ârifi bilmez misiniz?" diyorum. Bir kez daha mı sordular: "tamam", diyorum. "Siz haklısınız, ateşe tapınırken tutuşuverdi saçlarım. Üzülüyor musun diye siz sormadan ben cevaplayayım, elbette hayır. Nasıl olsa bu da bir kurbân." diyorum. Minicik yavrucaklar mîsâli nasıl da seviniyorlar bir görseniz. Ben de takınıyorum yalancı tebessüm maskemi hemencecik. Şaklabana yakışır şekilde, bir çırpıda. Hâlbuki kimseler bilmiyor içimin kan revân olduğunu.

"Bu gece uyumayacağım." diyerek başladığım yazıyı gecenin üçünde devâm ettiriyorum. Kulağımda kısık sesli bir nakarat: 
"Kalktım baktım gecenin üçündeymişim.
Ben nasıl bir adamım, hiç sevilmemişim."
Bu şarkı beni anlatıyordu tam olarak bu ânda. İçimi saran buhranlara karşın yazı yazmaya oturmuş ve kafamı kaldırıp baktığımda gecenin üçünde olduğunu fark etmiştim. Hiç sevilmemişliğimden ayrıca bahsetmeye zaten gerek yok çünkü yazmaya başlama sebebim o. 

Tüm bunları düşünürken artık uyumak istediğime karar veriyorum. Hemencecik buracıkta, koridordan gelen kesif bir parfüm-tütün kokusunun en yoğun biriktiği yerde öyle bir uyumak istiyorum ki bir daha aslâ uyanmazcasına uyumak istiyorum. Sabah kalkanlar kalemimin, kağıdımın başında yerde yüzükoyun yatar hâlde bulurlarsa belki o ân anlarlar değerimi. Malımla yetinmeyene canımdan parça verdiklerim o canları bana geri takmak için ne kadar gayret sarf ederler orası muammâ lâkin emîn olduğum tek şey, işin artık işten geçmiş olacağıdır. 

Bu satırlar tüm muhâtaplarıma, bilhassa herkesten çok sevip kendimden bile kıskandığım nânkörüme, Z'âm'a...



Furkan Enes ABÇA 
18-19.09.2024
23.00-03.36


( Gece Karalaması başlıklı yazı Furkan Enes ABÇA - Sadraz tarafından 19.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu