Yaşam, Amaç, Anlam ve Yalnızlaşan İnsan
Yaşam dediğimiz yalnız başına nefes almak mıdır?
O, ne bir ekmek kavgasıdır,
Ne de inanç ve ideoloji savaşı…
Ekmek de kutsal bizim için, gönül nağmesi de
Toprak, su, emek, alın teri ve gözyaşı…
Hani özlemimiz şuydu:
İnsan özüne dönüp, hakla yoğrulacaktı
Sen eğer düzelseydin, her şey doğrulacaktı
Yolcu yolunu bulup, su duru akacaktı
…Bilgiye ulaştınız, yöntem bilemediniz
…Ve insanı tanıyıp, tartıp sevemediniz
Asla sevemediniz…
05.10.2024 a.r.m.
Evet yazıma şiirsel bir betimlemeyle başlamak istedim.
Önceden negatif bir
olay karşısında tepki olarak: “haksızlık, ahlâksızlık işte” deyip geçiyorduk.
Şimdi daha ötesine vardık ki; “kirlenme, yozlaşma, bozulma ve kokuşma”
tanımları bile yetersiz kalıyor. Peki neyimiz eksik, neyimiz tükendi, neleri
ihlal ve ihmal ettik ki, tüm imalatlarımız yetersiz kalmaktadır? Toplumsal
erozyon neden bu kadar hızla yayılmakta ve tüm değerler ve deneyimler
ayağımızın altından kaymaktadır.
Kişilerin,
kurumların, genel kabul görmüş inanç ve düşüncelerin; bu olumsuz süreci
hızlandırmada, etkin rolü olsa bile, kolaycılığa kaçıp, yükü üzerimizden atmak;
“önyargı, hazırcılık, taklitçilik, keyfilik, tenperverlik ve tembellik” olur
kanısındayım.
Teknolojik
gelişmeler, sanayi, bilişim ve internet devrimi; bireylere sahte özgüven
aşıladı ve adeta uyuşturdu, esir aldı. İnsanlar arasındaki iletişim, etkileşim
ve yüz yüzelik ve yan yanalık azalınca; insani duygularımızı yaşamın içerisine
dahil etme gereği duymadık. Farkındalık kısırlaştı. Bu tür iyi duygu, düşünce
ve niteliklerimizi, küllenen kor bir alev gibi, enerji olarak beynimizde nadasa
bıraktık. Külüne üfleyecek bir iradeyi beklemekte. Ve bu bilim/teknolojiyi
çoğunlukla ithal ettiğimizden; vaz geçemediğimiz konfor, bireyi ve toplumu daha
da fakirleştirdi. Eskiden donanımı, birikimi noksan şahsiyetler için:
“Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede
Nerde kaldı gayrıya himmet ede”
beyiti ile durum tespiti yapılırdı. Şimdi ise: “Ayranı yok içmeye, atla gider
çeşmeye” tekerlemesi daha vizyoner bir yakıştırma ve yakınma gibi duruyor.
İnsan farklı
ölçeklerde farklı kimliklere bürünmektedir. Yalnız başınaysa şahıs, ailede
birey, mahallede komşu, işyerinde meslektaş, okulda arkadaş, yurtta yurttaş, dünya ölçeğinde ise dünya
vatandaşıdır.
Dünya vatandaşı: Bu kavram, insanın tüm dünyaya aidiyetini vurgular ve
sorumluluklarının yerel sınırların ötesine geçtiğini ifade eder. Dünya
vatandaşları, küresel sorunlara duyarlıdır ve çözüm bulmak için çalışırlar.
Hangi kavramı kullanırsak kullanalım, insanın dünya
ölçeğindeki kimliği, yerel kimliğinden farklı olarak daha geniş bir
perspektif ve daha büyük bir sorumluluk gerektirir. Küresel sorunlar
karşısında birlikte hareket etme ve çözüm bulma ihtiyacı, insanı dünya
ölçeğinde birleştiren en önemli faktördür.
İnsan biyolojik
canlı evresinden geçip; aidiyetler ve yeni kimlikler kazanınca; sorumlulukları
ve ödevleri de artıyor. Toplumda birlikte yaşama bilinci, üretimde takım ruhu,
yönetimde çoğulcu demokratik kültür devreye giriyor. Bu süreç, planlanan ve
arzu edilen düzeyde olmayınca, yıkım ve hüsran dönemi başlıyor.
Topraktan uzaklaşan
insanoğlu; sağlığını, işini, aşını, refahını, huzurunu, geleceğini, yaşam
kültürünü, üretme ve paylaşma aşkını da yavaş yavaş kaybediyor.
Bir örnekleme
yapmak gerekirse; projesi ve üretim planlaması hazır olan bir otomobil için
binlerce girdi, sistem, donanım, parça ve malzemeye ihtiyaç vardır. Fabrika
yönetimi, bunların bir kısmını kendi bünyesinde üretir, bir kısmını ithal eder,
bazı parçaları da yerel firmalardan tedarik eder. Tüm parçalar, daha önceden
belirlenen üretim yöntemleriyle bir araya gelerek, artık satışa sunulabilecek
araç üretilmiş olur. Normal şartlarda, eksik veya fazla bir parçadan söz
edilemez.
Geri kalmış,
bırakılmış ve ne yapacağına karar verememiş toplumlarda; hiçbir şey olması
gereken yerde değildir. Her şey dışa bağımlıdır. Adalet, eğitim, kültür, sanat,
güvenlik, sağlık, üretim, sanayi, tarım, teknoloji ve savunma sistemleri
yetersiz kalır.
Orkestra şefi, yeteneksiz ve yetersiz ise; ortaya uyumlu bir koro sesi
çıkmayacaktır.
Toprak, su, güneş, tohum, gübre ve ekipman var fakat üretim ve satış planlaması
yoksa; hayvansal ve tarımsal üretim de arzu edilen düzeyde olmayacaktır.
Tarafsız, bağımsız, liyakatli, ehliyetli, özerk bir yargı sistemi yoksa;
hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı, maddi gerçeklik, adalet, hakkaniyet,
meşruiyet, ve hukuk güvenliği yalnızca yazılı yasalarda, kağıt üzerinde
kalacaktır. Yasayı hazırlamak, dışardan almak yeterli olmuyor. Onu uygulayacak,
yorumlayacak, içselleştirecek yeterli bilinçli bir irade de gerekiyor.
Kısacası toplumda
herkes kendince bir şeyler üretiyor, söylüyor, yazıyor, anlatıyor, bağırıyor,
karıştırıyor, koşuşturuyor. Fakat metodolojik bir amaç ve yaklaşım olmayınca,
fabrika üretimi gibi toplumsal bir bütünlük arz etmiyor. En basit ve güncel bir
örnek: Üretici tarlasından hasat ettiği domatesin kilosunu, maliyetinin altında
1₺’ye satamazken, bizler kilosunu marketten yaklaşık 30₺’ye satın almaya devam
ediyoruz. Yani üretici en pratik yöntemle, ürünlerini bir kooperatif
marifetiyle; reçel, salça, turşu, konserve, dondurulmuş gıda standardında
satamıyorsa, yalnızca üretici mağdur olmayacak, olumsuz etkileri tüm topluma
yansıyacaktır.
Yöntem, araştırma,
etüt, proje, zamanlama, planlama ve uygulama bir saatin çarkları gibi
çalışabiliyorsa; bir toplumdan, sistemden, yönetimden, üretimden, kalkınmadan
söz edilebilir.
Diğer türlü ortada bir toplum ve millet yoktur. Günübirlik yaşayan, akıbeti
belirsiz topluluklardan oluşan, geçici mutluluk tadan bir kabile, klan, aşiret
ve cemaatten söz edilebilir.
Elbette ki, modern
toplumlarda da sivil toplum, gönüllü birliktelikler, gruplar, oluşumlar,
platformlar olacaktır, olmalıdır. Fakat bunlar devlet ve millet oluşumuna
alternatif veya rakip değil, bütünü kucaklayan, işleyişi daha verimli hale
getiren sistematik yapılar olmalıdır.
Modern toplumlarda
bireyler, maddeden mahrum ve mağdur yaşamayacak fakat maddenin kulu, kölesi ve
bağımlısı da olmayacaktır.
Bir toplumda din, mezhep, felsefi düşünce, diğer inanç ve ideolojiler; hiçbir zaman
makam, mevki, menfaat kapısı ve aracı durumuna düşmemelidir. Hele ki, manevi
inanç ve düşünceler, toplumda aldatma, kandırma aracı olarak kullanılmaya
başlamışsa, bireylerin, düştüğü yerden kalkma ihtimalleri azalmaktadır.
Birlik, beraberlik,
kararlılık, tutarlılık, adalet, dayanışma, güvenlik ve kalkınmada kol kola;
özgürlük, düşünce, inanç ve bireysel tercihlerimizde, bütünlüğü ihlal etmeyen
her adımımız, özgür irademizin etki ve yetki alanını belirleyecektir.
Mutluluk, huzur,
güven, sevgi ve adalet aslınca çok uzakta değil. Tabi ki siz onu içinizden ve
kökünden kazıyıp atmadıysanız eğer.
Şen ve esen kalın. Sevgiyle yoğrulup, aşkla yol alın.
Samsun, 06.10.2024
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr