Çağlar boyu ve farklı coğrafyalarda, çok
farklı karakterlere ve donanımlara sahip; bilim, sanat, kültür ve düşünce
insanları, yaşadığımız gezegeni daha yaşanabilir hale getirebilmek için, anlam,
çözümleme ve rehberlik arayışlarını hep sürdürmüşlerdir. Bu çabalar, zamanın
ruhuyla şekillenmiş ve her dönemde yeni bir anlam ve önem kazanırken, birey ve
toplum arasındaki dengeyi sorgulama ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Buna
rağmen soru ve sorunlar azalmamış, katlanarak büyümüştür. Dil, üslup, anlam,
kelime ve kavram sorunlarımız, diğer sorunları da beslemiştir. Dar dairede,
lokal bir çevrede dahi birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. İnsanoğlu
ideallere sarıldı, inançlar büyüttü, umutlar yükseltti fakat bu ağların dışına
çıkmayı başaramadı. Ölçü, vurgu, kıvam, zamanlama ve terkip her alanda
önemlidir. Örneğin üzüm suyundan farklı tekniklerle sirke, şıra, şarap, pekmez
üretilebilir. Yanlış bir teknik ve tercihle, ihtiyacınız olmayan bir şey de
üretebilirsiniz.
Modern dünya, teknolojik ve bilimsel ilerlemelerle yeni bir boyut
kazanırken, insanoğlunun sosyal ve ahlaki değerleri ile bireysel özgürlükleri
arasındaki çatışma devam etmektedir. Toplumların yüzleştiği sorunlar, çoğu
zaman karmaşık bir nedensellik ağında incelenmeyi gerektirir. Bu çalışma,
bilimsellik, tarihsellik, evrensellik ve akılcılık gibi temel kavramların
ışığında insanın bireysel ve toplumsal konumunu sorgulamaktadır.
Dil, kavramlar, kelimeler, üslup ve yorumlar üzerine yaşanan
anlaşılmazlıklar, insanlığın kendini ifade etme ve birlikte yaşama çabalarını
zorlaştırmaktadır. Bu durum, bireylerin ve toplulukların birbirini anlamasını
engelleyen, adeta "kendi kısırlığında kaybolan" olumsuz bir yön
kazandırmaktadır. Makalemizin odaklandığı nokta, bu sıkıntıları aşabilmek için
eleştirel düşünce, tarihsel bilinç ve evrensel değerler üzerine bir sorgulama ve
önerme yapmaktır.
Tarihsel ve bilimsel bakış açısından hareketle, bu metin özellikle
felsefenin ve bilimin doğruyu arama yolunda nasıl farklı yöntemler kullandığını
irdeleyecek; bireyin kendi özgün iradesini ve toplumsal değerlerle ilişkisini
sorgulamasına rehberlik edecektir. Bu çerçevede, bireysel ahlak, toplumsal
adalet ve evrensel etik ilkeler üzerine eleştiriler sunularak, çağın ruhuna
uygun bir çözüm arayışı gerçekleştirilecektir.
Anlatımlarım; bilim, felsefe, sosyoloji, hukuk ve davranış bilimleri
veri ve gözlemlerinin ışığında yazılmıştır. Bir kısmı deney ve deneyimlerle
doğrulanmış; bilgi, yorum, gözlem, kanı ve öneriler içermektedir. Bu veriler;
bilgi, sezgi, tez, kuşku, duyuru, deney, algı, teori varsayım ve önerilerden
oluşmaktadır. Pratik düşünceden yola çıkarak; irfandan ümrana ve imara doğru
bir toplumsal sistematik süreci takip edeceğiz. Bu makale, bilim, felsefe,
sosyoloji, hukuk ve davranış bilimleri verileri süzgecinden geçirilerek,
insanın anlam arayışını ve bu arayışın önündeki engelleri incelemeyi
amaçlamaktadır.
Çoğunlukla başkalarının tepki verebildiklerine karşı çıkıyor, ancak başkalarının
sevebildiklerini sevebiliyoruz. Bu taklit kültürü yörüngesinde ise hiçbir zaman
kendimiz olamıyoruz. Özgür irademizin de önüne geçen, kararlarımızı zorlayan
istem dışı etkenlerin olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Ahlak, anlam, adalet
ve kimlik arayışı, değerler, hakikatler zincirini, çoğunlukla bir dine ihale ve
havale etmişiz. Yönetim, üretim, denetim, ekonomi ve doğal kaynakları da
devlete teslim ettiğimizde; insan faktörü, onur, erdem ve haysiyeti, özgür ve özgün
iradesi ipotek altına alınmış olmuyor mu? “En iyisini, en doğruyu devlet
bilir, inançlar tek yol göstericimizdir” mantığı bireysel aidiyet, irade ve
özgürlük alanını daraltmaktadır. İnsanı gerçekliğe ulaştıran değerler/doğrular
dizisi; onu insan yapan, erdemli kılan, adalete yaklaştıran, özgürleştiren,
geliştiren ve mutlu yapan unsurlar bütünlüğüdür. Kaçış, sığınış, arayış, dışlama, kabullenme,
sahiplenme, umut ve bekleyişin birleşimi; bir insan yaşamını özetler bize. Her
olay, haber, yorum, karar, hamle ve her girişim karşısında, öncelikli olarak
soracağımız soru şudur: İnsan bunun neresinde?!.. Oysaki; kanın, alın
terinin, gözyaşının rengi, sevincin ve üzüntünün mimikleri her coğrafyada aynıdır. Elbette ki tercihimiz; insanı merkeze
alan, demokratik, laik, anayasal bir hukuk devletidir.
Çağımızın en büyük yanılgı, aldanma ve aldatmalarından biri de; çok
büyük bir sorun varmış algısı yaratarak, onu gerçekten çözüyormuş gibi
davranmaktır. Oysaki, çok daha büyük ve çözülmesi gereken sorunlar vardır. Ama
sorunlar da, konjonktürel ihtiyaçlara göre tedavüle sunulmaktadır.
Bir insanın; nostaljik, mistik, ütopik, spiritüel, sinerjik, terapotik, simyatik,
auratik, telepatik, melodik, fantastik, metaforik, lirik, ontolojik, harmonik,
estetik, romantik, semantik, platonik, fütürist, idealist, realist, sürrealist,
nihilist, diyalektik, holistik beklentileri ve özlemleri olabilir. Bu onun
ulaşılamaz, sorgulanamaz, dokunulamaz, yanlışlanamaz özel duygu ve gönül
dünyasıdır. Başkalarına doğrudan zarar vermediği, yaşam alanını daraltmadığı,
kısıtlamadığı müddetçe; bireyin dilediği şekilde yaşama hakkı, evrensel ve
anayasal bir normdur ve güvencedir. Mutlak doğrulanamayan, niteliği tam
keşfedilemeyen bir varlık için tersi yöndeki önermeler de bilimsel ve tutarlı kabul edilmelidir.
///
Açıklayıcı giriş bilgileriyle
sürdürdüğümüz yazı ve düşünme serüvenimizi; kavramlar, bilimsel ve evrensel
değerlerle genişletelim.
“Evrensellik” niteliği olan bir değer; bütün zaman dilimlerinde ve tüm
mekanlarda geçerli olandır. Kazanılmış, edinilmiş değerleri geçmişe hapsedip,
geleceği de sınırlamak, kısırlaştırmak; mantıklı ve vicdanlı bir yaklaşım
olmaz.
Tarihselci bir bilimsel bakış açısıyla yorumlarsak; bugün herhangi bir
felsefeci, eski çağlarda yaşayan bir filozoftan çok daha fazla ve çeşitli
bilgiye sahiptir. Çünkü tüm filozofların görüşünü toplu şekilde ve çağlar sonra
yorumlama yeteneğine sahiptir. Aynen bu gözlem ile şunu da söyleyebiliriz,
herhangi bir fizik bölümü mezunu, fizik kanunlarını Newton’dan daha ileri
düzeyde bilmektedir. Bilimin dogmatik olmaması, gelişim ve değişime açık
olması, bilim insanlarının putlaştırılmasına engel olmaktadır. Tarihselci bir
bakış açısıyla, günümüz bilim insanları geçmiştekilerden daha fazla bilgiye
sahiptir. Bilimin dogmatik olmaması, gelişim ve değişime açık olması, bilim
insanlarının ve tüm öğrenmeye ilgili insanların aydınlık dünyasını
genişletecektir.
Tarihselcilik, insan düşüncesi ve emeğinden çıkan her şeyin, sonlu ve
geçici olduğunu, insanın tarih içinde gerçekleştirdiği her şeyin tarihsel
olduğunu savunur. Tarihselcilik, toplumsal olayların bir defalık gerçekleşen
şeyler olduğunu ve doğdukları tarihsel durum ve koşullardan hareketle
kavranabileceğini öne sürer. Yeni Tarihselcilik, bir edebi metnin tarihsel
bağlamından koparılarak incelenmesine karşı çıkar ve eserin içinde doğduğu toplumun
tarih ve kültürünün de dikkate alınması gerektiğini savunur.
Bir hekimden; mesleği dışında ayrıca hemşirelik, hasta bakıcılık, sağlık
memurluğu, laborantlık yapmasını bekleyemeyiz. Bir restoranda aşçıdan; hem
garsonluk, hem bulaşık yıkayıcılığı, hem kasiyerlik, hem satın alma görevi
bekleyemeyiz. Demek istediğim bir
başlangıç, bir kuruluş, bir hamle; zamanın şartlarına göre oluşur şekillenir.
Fakat gelecekteki tarihsel süreçte en iyisine dönüştürmek, zamanın öznelerine
bağlıdır., onların yetki, ödev ve sorumluluğundadır.
Bilim ve felsefe; ikisinin de amacı, doğru olanı ortaya çıkarmak olsa da
yöntem ve süreç farklılıkları çalışma alanlarını belirliyor. Bilim adeta bir yol
açıyor, felsefe kazmayı vuruyor. Bilim, olay ve kavramların nasıl olduğunu
araştırıyor, felsefe ise ne olduğunu sorguluyor. Doğru ile gerçeklik aynı
şeyler değildir. Bundan dolayıdır ki; her bilimin bir felsefi boyutu olmalıdır.
Felsefe, gerekçelerin de derinliğine iniyor. Bu bazen tam tersi de olabiliyor.
Beden sağlığımızı kaybedip, bu duruma yenik düşerek ve kafa yormadan,
ruhun kurtuluşu arayışına girmek; hem bedenen hem ruhen çöküş sürecine girmek
olur. Bir başka deyişle ise; bu dünyayı kirletip, umut, sevgi, aşk ve tüm
insani duygularımızı başka bir dünyaya havale etmek, hem yanılmak hem de
yanıltmak olur. Bundan dolayıdır ki; akıl gücünün tüm sınırlarını zorlayarak,
bir mantık kurgusu içerisinde, farklı formlarda ifade sanatlarına dönüştürüp,
tüm canlıların istifadesine sunmakla yükümlüyüz. Peki birey olarak yaşamdan ne
istiyoruz ve istemeliyiz: Güvenlik, mutluluk, haz, maddi-manevi tatmin, statü,
yaşama ve yaşatma sevinci, evrenle entegrasyon süremiz ve sürecimiz nasıl
işlemeli?...
Kazanılmış hak ve değerleri geçmişe hapsedip geleceği sınırlamak
mantıklı ve vicdanlı bir yaklaşım değildir. İnsanı gerçekliğe ulaştıran
doğrular dizisi; onu insan yapan, erdemli kılan, adalete yaklaştıran,
özgürleştiren, geliştiren ve mutlu yapan unsurlar bütünlüğüdür. İnsanların
doğası, doğallığı, işlevi, doğumu, yaşamı, ölümü ve biyolojik yapısı her
coğrafyada, her toplumda ve her çağda aynıdır. Kültür, gelenek, görenek ve
yerel değer yargıları; farklı medeniyetlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Bilgi ile aklımızı besleriz. Bilgiyi sadece "beslemek" değil,
aynı zamanda işlemek, analiz etmek, sentezlemek ve eleştirel bir şekilde
değerlendirmek de aklın gelişimi için önemlidir. Zekânın bileşiminde mantık,
empati, deneyim, sezgi ve sevgi vardır.
Vicdan ise tüm somut ve soyut donanımızdan beslenen sosyal bir filtredir.
Bilgelik ise bu unsurların sentezlenip hayata uygulanmasıdır. Bilgelik;
evrensel etik değerler düzleminde, zekâ
ve vicdanın ahenkle çalışmasıyla gelişir. Bilginlik ile bilgelik arasında
dağlar kadar fark vardır. Bilge kişi; kimsenin dümen suyunda yol almaz. Öneri
ve öngörülerini de dayatmaz.
Filozofların farklı zaman dilimlerinde, farklı kültürlerde, farklı
coğrafyalarda, farklı amaçlar ve farklı işlevlerle farklı somut veya soyut
düşünceler ürettiklerini gözlemlemekteyiz. Felsefe, kesin bilgi ve kanı üretme
çabasında değildir. Yol ve yöntem önerir. Bilim de bunlardan faydalanır. Zaten
birbirinden farklı görüşlere sahip filozoflar, çoğunlukla diğerlerinden alıntı
yapmamış ve diğerlerini onaylamamıştır. Bize düşen mantıklı tercih ise hepsinden
istifade edip; aydınlanmacı ve toplumsal faydacı bir güzergâh tayin etmektir.
Somut bir hedef veya sonuca doğrudan ulaşma önceliği olmayan felsefi
sorgulamalar; başka bir bilim, üretim ve girişime kılavuzluk etmeyecekse
yalnızca piyasa gürültüsü olarak kalacaktır.
Hukuk; özgürlüğü zedelemeden, ötelemeden, adil ve belirli kurallarla toplumsal
güvenliği sağlıyorsa, kabul edilebilir konumdadır. Hukukun amacı adalet,
adaletin hammaddesi ise hakkaniyet, doğruluk, dürüstlük, şeffaflık, bilim ve
vicdandır. Hukuku bir bilim olarak kabul edebilmemiz için; herkese aynı
uygulanan ilkeleri, kuralları olmalıdır.
Bu ilke ve kuralları da tüm hukukçular, tüm bireysel kimliklerinden
arınarak aynı algılayıp, uygulamaları gerekir. Diğer türlü, kişiye, zamana ve
zemine göre değişen keyfi kurallar zincirini hukuk olarak kabul etmek zorunda
kalırız.
Adaletin ve devletin bir dini inanca ihtiyacı yoktur. Adaletin evrensel
ve ilkesel kuralları vardır. Ve sürekli gelişmektedir. Dolayısıyla sabit inanç
kriterleriyle adalet aramak, hüküm kurmak yanıltıcıdır. Devlet ise tüm
insanlara ve inançlara eşit mesafededir. Adaletin ruhu ve gücü ise hepsinin
üzerinde konumlanmış, vazgeçilmez bir güvencemizdir. Onun için herkese adalet.
Dinliye de adalet, dinsize de adalet, putpereste de adalet. Adalet, herkese
hakkını, eşit, bağımsız ve zamanında vermektir. Hüküm kuran bir hakim olan
yerde, denge ve denetleme için hakem de olmalıdır. Yalan, yanlış, eksik,
kusurlu, hatalı, aykırı, sıra dışı, yasadışı kelimelerinin hepsi ayrı ayrı
anlam ve açıklamaları vardır. Birinin yerine diğerini koyarsanız yanılmış ve
yanıltmış olursunuz. Sorunun, şüphenin, ithamın ve iddianın da bir geçerlilik
tarihi, zaman aşımı olmaktadır. Bir gerçeğe, karara ve doğruya ulaşılmazsa yok
sayılmalıdır.
///
Gelişimi ve değişimi ağır aksak ilerleyen toplumlarda; inançlar,
efsaneler, töreler, gelenekler, masallar, rüyalar, varsayımlar, temenniler,
vaatler, umutlar, etnik kimlikler ve tüm soyut kavramlar, bir sığınak ve kaçış
rampası değerinde ve niteliğindedir. Kuruluş, kurtuluş, yönetim ve
sürdürülebilirlik için; sabit, değişmeyen, değiştirilemeyen, geliştirilemeyen
ilke ve kurallar belirlemek, dogmatik bir yaklaşım olur. Hiç beklemediğiniz bir
zamanda, hiç ummadığınız bir noktadan patlar. Kurtuluş reçetesi tek bir öge
içerebilir mi? Irkımızın devamı mı, alın terinin karşılığını almak mı,
karnımızı doyurmak mı, inançlarımız mı, ideolojimizin iktidar olması mı,
ailemizin zengin olması mı yoksa gücün bizden tarafa çalışması mı? Nedir
idealize etmeye çalıştığımız kurtuluş öge ve normları?...
Tarihsellik süreci; arkeolojik veya kronolojik bir zaman niteliğinde
ilerlemez ve öngörülemez. Bu kavramları yalnızca inanç, düşünce ve felsefe
penceresinden açıklamaya çalışanlar gibi düşünmüyorum. Kendinizi hangi merkeze
konumlandırırsanız oradan gözlem yapmak zorunda kalırsınız. İnsan, evren ve
aralarındaki ilişkiler; bizim görüp de hayal ettiğimizden daha fazla ve
çeşitlidir. Tarihselciliğin temelinde, bir edebî metnin incelenmesinde eserin,
tarihsel bağlamından koparılarak zamandan ve mekândan soyutlanmış bir biçimde
incelenmesine karşı çıkış vardır. Eserin içinde doğduğu toplumun tarih ve
kültürü de dikkate alınarak incelenmesi gerektiğini savunur.
Tarihselcilik; bir düşünme ve yorumlama biçimdir, yöntemidir. Tarihsellik,
insanın amaçladığı ve bu düşünce-amaçlar çerçevesinde gerçekleştirip yaşamını
onlara göre düzenlediği her şeyin tarihsel olduğunu ve tarihsel kaldığını ifade
eden bir terimdir. İnsan düşünce ve emeğinden çıkmış her şeyin sonlu, geçici
olduğu düşüncesine dayanan tarihsellik, insanın tarih içinde gerçekleştirdiği
ekonomilerin, tekniklerin, bilimlerin, felsefelerin ve bunlar doğrultusunda
ortaya çıkan toplumsal yaşamın çeşitliliğini ve sürekli değişip dönüşmelerinden
dolayı tekil kalmalarını ifade eder.
Tarihselcilik ise insan var oluşunun
sabit, değişmez, ezeli ve ebedi niteliklerinin bulunmadığı, bu nedenle tarih
üstü veya tarih dışı bir konumdan hareketle toplumsal olaylar hakkında
konuşulamayacağı; bunların bir defalık gerçekleşen şeyler olması nedeniyle
doğdukları tarihsel durum ve koşullardan hareketle kavranabileceğini ileri
süren felsefe anlayışıdır.
Dünün güneşi ile ısınamayız, geçmişin ateşi ile yanamayız, aynı ırmağın
suyu ile iki kez yıkanamayız. Tedavülden kalkmış ölçülerle, bugün ölçüm
yapamayız. Aslında görünen köy kılavuz istemez ve perşembenin gelişi
çarşambadan belli olur.
Bir maneviyat bilgesi de: "Eski hâl muhal; ya yeni hâl veya
izmihlâl..." sözü ile aynı tarihsel gerçekliğe farklı bir yorum yapmıştır.
Bundan ne anlamalıyız? Eski hâl,
geçmişteki durum artık geri dönüşü mümkün olmayan, saltanat ve otoriter yönetim
şekilleridir. Ya yeni hal olan; anayasal, demokratik, laik, çoğulcu bir hukuk
devletine dönüşeceğiz, ayak uyduracağız, adapte olacağız. Ya da bozulup
gideceğiz, perişan olacağız, tanınmaz hale geleceğiz. Emperyal odakların
oyuncağı haline geleceğiz. Zaman, mekân ve şartların değişmesi hükmün, bakışın,
algının değişmesini gerekli kılmaktadır.
Bu ifadeler, geçmişin ve bugünün bağlamını birbirinden ayırarak,
tarihsel bir perspektifin gerekliliğini vurgulamaktadır. Tarihsellik, bu
ifadelerde tarihsel bağlamı göz önüne almayı önerirken, tarihselcilik, tarihsel
süreçleri bir bütünsellik içinde ele alarak değişimi anlamaya çalışır. Her iki
yaklaşımda da, geçmişe dair aşırı nostalji veya geleceğe dair aşırı indirgemeci
bakıştan kaçınma önerisi görülmektedir.
Tarihsellik, araştırma sonuçlarının tarihsel bağlam içinde yorumlanmasını
gerektirir. Tarihselcilik ise, araştırma sonuçlarının mutlak gerçekler olarak
değil, belirli bir tarihsel ve kültürel bağlamın ürünü olarak görülmesi
gerektiğini savunur.
///
Haz da, mutluluk da insan içindir. İkisi de biyolojik ve sosyolojik
tatmin arayışlarına hizmet eder. Haz tekil, mutluluk çoğul sonuçlar doğurur.
Hazzı yalnız başımıza tadarken, mutluluk için daha fazla özne gerekir. Bir
insanın yaşamında haz ve mutluluk dengesi önemlidir. Haz arayışları, mutluluk
oranını geçmişse; bozulma, kokuşma, sosyal kirlilik ve suçluluk artabilir. Hazın
amacı, etkileri ve sonuçları; maddesel bir girdi ile, uyutur, uyuşturur,
oyalar, avutur, teskin eder, problemi dondurur, umut oranını artırır.
Başkalarının da mutluluğundan biz de
mutluluk ve gurur duyamıyorsak; benliğimizi bencilliğe kaptırmışız
demektir.
///
Holistik kültür, yaşamın her
alanını bütüncül bir yaklaşımla ele alan ve parçaları birbirinden ayrı değil,
birbiriyle bağlantılı bir bütünün parçaları olarak gören bir anlayışı temsil
eder. "Holistik" kelimesi, Yunanca "holos" (bütün)
kelimesinden türetilmiştir ve bir şeyi tüm yönleriyle incelemeyi ifade eder. Bu
kültür, genellikle insanın fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal boyutlarını
bir arada değerlendiren bir dünya görüşünü kapsar.
Holistik kültür, modern bireycilik ve materyalizmden farklı olarak,
toplumsal dayanışmayı, ekolojik farkındalığı ve içsel derinliği ön plana
çıkarır. Bu anlayış, genellikle doğu felsefelerinden ve yerel halkların
bilgeliğinden esinlenmekle birlikte, Batı'nın bilimsel ilerlemeleriyle de
bütünleştirilebilir. Holistik kültür, bireyleri ve toplulukları bir bütün
olarak ele alan ve zihin, beden ve ruh arasındaki bağlantıyı vurgulayan
bir yaklaşımdır. Bu kültürde, parçaların toplamından daha büyük bir bütünsellik
anlayışı vardır ve her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu düşünülür.
///
Permakültür, "kalıcı tarım" veya "kalıcı kültür"
kelimelerinin birleşiminden oluşan bir terimdir. Doğal ekosistemlerin
çeşitliliğine, istikrarına ve direncine sahip olan tarımsal olarak üretken
ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımıyla ilgilenen bir tasarım sistemidir.
Permakültür, sürdürülebilir tarım ve yaşam biçimleri tasarlamayı hedefleyen,
doğanın işleyişini ve ekosistemlerin döngülerini model alan bir yaklaşım olarak
tanımlanabilir. "Permanent" (kalıcı) ve "agriculture"
(tarım) veya "culture" (kültür) kelimelerinin birleşiminden
türemiştir. Temelinde, doğal kaynakların verimli kullanılması, biyolojik
çeşitliliğin korunması ve ekolojik dengeye saygılı bir yaşam oluşturma
prensipleri yatar. Temel etik ilkeleri: yeryüzüne özen, insanlara saygı,
adil paylaşım. Özetle, permakültür, hem doğa hem de insanlar için uzun vadeli
fayda sağlayacak, sürdürülebilir bir yaşam modeli yaratmayı hedefleyen bütüncül
bir yaklaşımdır. Bu sistem, modern toplumun tüketim odaklı yapısından
uzaklaşıp, doğayla uyumlu bir yaşam biçimini teşvik eder.
Yumurta, larva(tırtıl), koza; yetişkin bir kelebeğin oluşma evreleridir.
Koza evresi bir "dönüşüm ve yenilenme" sürecini temsil eder. Bu
nedenle, koza ile kelebek arasında güçlü bir biyolojik ve sembolik bağ vardır.
Hiçbir evreden geriye dönüş yoktur, buna ihtiyaç da yoktur.
Kozadan çıkmışsa artık kelebek; o artık bambaşka bir ortamın canlısıdır ve
kozaya ihtiyacı yoktur. İnsanların da fiziki, biyolojik, sosyolojik, düşünsel
ve toplumsal gelişim süreçleri; geriye dönüşe ihtiyaç hissettirmeyecek
niteliktedir, hatta imkansızdır.
///
“Benim
en iyi, en mantıklı dostum terzimdir. En fazla ona güvenirim çünkü ne zaman
beni görse, derhal o andaki ölçülerimi tekrar alır. Oysa bütün öteki
tanıdıklarım, benim hâlâ eskisi gibi olduğumu, eski zamanda yaşadığımı
düşünürler.” George Bernard Shaw’a ait olan bu sözün bize verdiği ders;
doğruluk, tutarlılık, adalet ve güven için sürekli teyit, denetim, özen,
araştırma ve sorgulama gereklidir. Bu söz, bireylerin değişebileceğini ve her
seferinde yeni bir değerlendirme yapmanın önemini vurgulamak için mecazi bir
şekilde kullanılır. İşi sansa bırakmamak, süreklilik ve güvenlik için tüm
normlar bu süzgeçten geçirilmelidir.
Mitoloji felsefeye yol ve yön verdiği gibi, felsefe de bilimsel disiplin
ve ekollerin gelişmesine katkı sağlamıştır. Ve bilim somut olarak teknolojinin
temelini oluşturmuştur. İnançlar da kendi alanında ilerleyip toplumda yer
edinirken; bu gelişim ve değişimlerle çatışmaması için, birey bilincinde
yeniden yorumlanmaya ihtiyaç vardır.
Zamanın ruhu belirleyici baş etkendir. Konjonktürel şartlar ve politik
çıkarlar ile aynı anlama gelmez. Zamanın ruhu; taşkın sel suları gibidir. Önlem
almazsanız, yolunu açmazsanız, onu kabullenmezseniz, önüne kattığı her şeyi
devirir geçer. Zeitgeist yani zamanın ruhu; geçmişin belleğiyle de bağ kurarak,
zamanı ve mekânı yeniden yorumlayan, ona nüfuz eden, toplumsal gerçeklik ve
sosyal bir güçtür. Çağın ve insanoğlunun kimlik arayışlarına kılavuzluk yapar.
Bileşenleri değişken ve geçişkendir. Her zaman sürprizlere hazırlıklı olmak
gerekir.
Doğa bilimleri ve kozmografik yasaların; değişmesi ve yeniden
yorumlanması gibi bir talebi ve ihtiyacı da yoktur insanın. Zaman içinde Zeitgeist
kavramı, belirli bir dönemde insanlar tarafından yaygın biçimde kabul
edilen, geçerlilik niteliğine sahip olan fikirlerin ortak bir kanaate dönüşmesi
veya bu düzleme yansıması olarak kabul edilmiştir. İlgili dönemin toplumsal ve
kültürel atmosferini, davranış kurallarını, ahlaki yaklaşımını vb. değişkenleri
biçimlendiren bir izdüşüm olarak düşünülmeye başlanmıştır.
Tekerlek buluşu, çağlar boyu, bilim, teknoloji ve icatlarla sürekli
değişip, gelişerek fonksiyonelliğini ve kalitesini artırmıştır. Bu en basit bir
örneklemedir. Fakat bilimle evrene yeni şekil veren, arayışlarını sürdüren,
nesnelere rol biçen insan; sosyal ve duygusal insani olgunluğunu tamamlayamayıp
sürekli daha da geri gitmiştir. Yani insaniyet vasfı ile bilimle yarışamamış,
yenik düşmüştür. Ne kendini güvende hissetmiş ne de başkalarına güven
vermiştir. İcat ettiği kantarın ayarlarıyla oynamış ve kendi kazdığı kuyuya
düşmüş, sözde kazanımlarını kaybetmiştir.. Ve hiç yüzü kızarmadan da bu
olumsuzlukların failini, başka etkenlerde aramaktadır. Hele bir de inanç ve
umut istismarıyla; ahlak, adalet, refah kalitemizi düşürüp, geleceğimizi
çalanlar yok mu?... "İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna
etmekten daha kolaydır." der Mark Twain.
///
Pragmatizm; "Bir düşünce, görüş, öneri işe yarıyorsa doğrudur"
anlayışıyla doğruluğu, haklılığı, gerekliliği yalnızca “faydaya” indirger. Oysaki
hakikat, gerçeklik ve bilimsel bakış; faydaya indirgenemeyecek kadar yüce,
bağımsız ve evrenseldir, üst kümedir. Anlam ve hakikat arayışını; kısa vadeli,
aceleci, somut sonuçlara odaklı kurgulamak yanıltıcıdır. Yani Kâr-zarar bilanço
mantığıyla devleti şirket gibi yönetirseniz; devleti ayakta tutan, oylarıyla
onay veren yurttaşı da müşteri konumuna indirgersiniz.
Doğal yaşama uygun minimalist tercihler; mutluluk, doygunluk, tatmin,
özgüven, yeterlilik katsayımızı artırır. Hem kendimizle, hem doğayla, hem çevreyle
hem de tüm evrensel değerlerle barışık olmamızı sağlar. Minimalizm, yaşamda,
sanatta, tasarımda ve düşüncede sadelik ve gereksiz detaylardan arınma
anlayışını benimseyen bir felsefe ve estetik yaklaşımdır. "Daha az, daha
çoktur" prensibine dayanır.
Minimalizm, sadece gerçekten gerekli olanlara odaklanmayı ve
fazlalıklardan kurtulmayı, yaşamı daha anlamlı hale getirmeyi amaçlar.
Minimalizm sadece bir yaşam tarzı değil, aynı zamanda sanat, müzik ve mimari
gibi alanlarda da görülen bir akımdır.
///
Bilmek, inanmak ve yapmak arasındaki ilişki; bilinç yolculuğumuzun
rotasını çizecektir. Sevgi, aşk ve merhamettir, evrenin hamur ve mayası. Her
cana, canlıya farklı nitelikte sunulmuştur. Sahibini bir istasyonda 9 yıl
bekleyen köpek, eski bakıcısına 12 yıl sonra sevgi gösterisi yapan fil, aşkı
için dağları delen Ferhat, mecnuna dönen Leyla da aynı manevi kaynaktan
beslenmiştir. İnsanların doğası, doğallığı, işlevi, doğumu, yaşamı, ölümü,
biyolojik yapısı, her coğrafyada, her toplumda, her çağda aynıdır. Yaşam boyu arama, anlama, öğrenme ve üretme
sorumluluğumuz var. Hiçbir birey, ayağında bir kelepçeyle doğmaz. Sonradan ya
kendisi ya da çevresi onun iradesini bağlar.
///
Felsefe; varlığı ve sorgulamasıyla,
karşı duruş ve rekabet halinde olduğu unsurlar elbette vardır,
olmalıdır. Genel bir anlatım vardır; “hiç kimse aynı nehirde iki kez yıkanamaz”
çünkü nehirden akan suyun niteliği değişmiştir ve sizin bedeninizi oluşturan
biyolojik hücreler de değişmiştir. Dünün güneşi ile ısınamayız. Geçmişin
ateşiyle yanamayız. Dürüstlük, evrensel ve erdem yüklü değerlere sadakat,
doğanın tüm bileşenlerine saygı ve merhamet; insanlık mertebemizin ölçüsü
olacaktır.
Gelişim, değişim ve dönüşüm bir sonuca ulaştığında; geride bıraktığı
birikim ve donanıma öncelikli olarak yine ihtiyaç duyuyorsa, bu süreç bilimsel
ve toplumsal değildir. Bir uçak ürettiğimizi düşününüz. Farklı bilim,
teknoloji, deneyimleri ve ilkeleri kullanarak sonuca ulaşırız. Yani fizik,
kimya, biyoloji, matematik, elektrik, elektronik, mekanik vd. bilimsel
literatürü, üretimde kullanılan teknolojik donanımı, uçağın bagajında, havada
taşımayız. Daha farklı metaforlarla pekiştirelim. Dereden karşıya geçen bir
kişi, kayığı sırtında taşır mı? Araçsallaştırma ve içselleştirme meselesi yani.
Bazı değerler, ondan beklenen görevi tam yerine getirebilmesi için aynı
anda ve yan yana mevcut olmalıdırlar. Bir insan doğruyu söyleyebilir ama aynı
zamanda açık sözlü ve dürüst olmayabilir. İnançlar, gelenekler ve görenekler;
günlük yaşamda oksijen, su, güneş, gıda ve düşüncelerden daha fazla hacim
kaplıyorsa, bir denge sorunu var demektir. Avuntu, teselli, teskin ve umudun
bir son kullanma tarihi olmalıdır. İdeal, beklenti, azim ve kararlılıkla
ulaşabileceğimiz somut hedefler, planlar daha yoğun, çeşitli ve öncelikli
olmalıdır.
Zihin ve gönül dünyamıza yükleyeceğimiz bilgi, değer, kanı, duygu ve
gözlemlerin de dengeli bir ölçüsü olmalıdır. Miktar, karışım oranı, ısı ve
zaman önemlidir. Yumurta haşlama makinemiz bile “hazneye şu kadar su doldur, şu
kadar dakika kaynat, su sonucu alırsın” diye önceden beni uyarıyor. Zihin ve
gönül dünyamızı tamamen iman ve inanç ile doldurursak; neye, nasıl, niçin, ne
zaman, ne kadar inanacağımızı sorgulaması gereken akla, mantıklı bilince yer
kalmaz.
Bilim ve felsefe, insanın anlam ve mutluluk arayışında birbirini
tamamlayan iki temel yaklaşımdır. Bilim, evrenin ve yaşamın nasıl işlediğini
sorgularken; felsefe, bu işleyişin anlamını ve insan üzerindeki etkilerini
araştırır. İkisi de doğruya ulaşmayı amaçlasa da, yöntem ve odak noktası
farklılıklar gösterir. Bilim somut verilere dayanırken, felsefe soyut sorularla
derinlemesine bir düşünce yolculuğu sunar. Bu iki disiplinin uyumlu bir şekilde
bir araya gelmesi, insanlığın daha bilinçli ve anlamlı bir yaşam sürmesine
katkı sağlar.
Tarihsellik ve tarihselcilik, bu anlam arayışının çeşitli yönlerini
açıklamada önemli bir rol oynar. Tarihsellik, insan düşüncesinin ve
eylemlerinin tarihsel koşullar çerçevesinde değerlendirilmesini önerirken;
tarihselcilik, toplumsal olayların belirli bir tarihsel ve kültürel bağlam
içerisinde çözülmesi gerektiğini savunur. Bu iki kavram, bireyin ve toplumun
özgürlük ve sorumluluk dengesini anlaması için önemlidir.
Ahlak ve etik, bireyin yaşamında rehberlik eden temel unsurlar
arasındadır. Ancak bu değerler, tarihsel süreçler boyunca din, gelenek ve
göreneklerle büyük ölçüde şekillenmiştir. Modern çağda, bireylerin bu değerleri
eleştirel bir gözle yeniden değerlendirmesi önem kazanmıştır. Bu değerlendirme,
bireyin hem kendisiyle hem de yaşadığı toplumla barışçı bir ilişki kurmasını
sağlayabilir.
Doğanın yasalarıyla uyumlu yaşamak, insanoğlunun hem bireysel hem de
toplumsal boyutta sürekliliğini sağlamak için önemlidir. Holistik bir
yaklaşımla düşünüldüğünde, bireyin zihin, beden ve ruh sağlığını bir bütün
olarak ele alıp, evrenle uyumlu bir yaşam sürmesi gerekliliği ortaya çıkar.
Permakültür gibi sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımlar, hem birey hem de
topluluklar için uzun vadeli faydalar sağlayabilecek birer rehber niteliği
taşır
Sonuç olarak özetlersek:
Metnin genel amacı, bireyin kendisini ve çevresini daha iyi anlamasına
katkı sağlayacak bir bakış açısı sunmaktır. Bu bağlamda, bilim ve felsefenin
birbirini tamamlayan yönleri, tarihsellik ve tarihselcilik gibi kavramlarla
zenginleştirilerek ele alınmış; bireysel ve toplumsal değerlerin sorgulanmasına
olanak tanınmıştır.
Bireylerin, evrensel etik
değerlerle özgün iradelerini birleştirerek, daha anlamlı bir yaşam sürmeleri
mümkün hale gelebilir. Bu anlamda, ahlak, adalet ve bilgelik gibi kavramların
derinlemesine sorgulanması, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla olan ilişkisini
daha uyumlu hale getirecektir.
Son olarak, insanoğlu kendi
potansiyelini keşfederek ve evrensel değerleri yaşamının merkezine koyarak,
sadece kendi mutluluğunu değil, aynı zamanda toplumsal barış ve refahı da
destekleyebilir. Bu çaba, insanoğlunun tarihsel süreçte ulaştığı en yüksek bilinç
seviyesi olarak kabul edilebilir. Bireyler tek tek ne ise; birlikte
oluşturdukları toplum da odur.
Samsun, 29.12.2024
Ali Rıza MALKOÇ
arm.web.tr