Mazeretim var, Bilgisizim Ben(!)
5237 Sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun amacı; 1. Maddede şöyle belirtilmiştir:
Ceza Kanununun amacı
Madde 1- (1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve
özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve
çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu
amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar,
ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.
4. Maddede ise “Kanunun
bağlayıcılığı” şöyle hükme bağlanmıştır:
Madde 4- (1) Ceza kanunlarını bilmemek mazeret
sayılmaz.
Yasanın, gerekçesi ve amacını; hukuk devleti, yasa önünde
eşitlik, hukuki belirlilik ve hukuk güvenliği kapsamında değerlendirdiğimizde,
bu cümlenin kısır, noksan ve kusurlu olduğu kanaatindeyim. Çünkü hukuk
terazisi, önce kendini tartmalı, kusurlu ve yetersiz olmamalı ki; yetki aldığı
millete adalet dağıtırken, hiçbir mazerete sığın(a)mamalıdır. Her ne kadar
yasa, verilecek olan cezalarla ilgili maddeleri kapsasa da; “yanılgı, mazeret,
keyfilik, etik dışı davranışların” neticesinin yükümlülüğünü, yalnızca şüpheli
veya sanığa yüklemek, silahların eşitliği, masumiyet, meşruiyet ve
hakkaniyetten uzak bir kanunilik olur.
Kaldı ki bu kanunun muhatapları, yalnızca suçlu ve şüpheliler değil; bilirkişi,
iddia, savunma ve hüküm kurma makamlarını da kapsamaktadır. Diğerlerini; yasaları,
bilmeme, yanlış bilme, yanlış yorumlama, yanlış ve noksan hüküm kurmadan muaf
tutmak; evrensel, anayasal, demokratik hukuk devletinin özü ve temelleriyle
bağdaşmaz.
TCK Madde:2/2: “İdarenin düzenleyici işlemleriyle,
suç ve ceza konulamaz.” diyorsa; yürütme organının da yasaları yanlış, yanlı ve
keyfi yorumlama mazereti olmayacağı çok açıktır.
“İşlenemez bir suç” niteliğinde bir olay karşısında, kısıtlayıcı, cezai
müeyyide gerektiren hukuki bir norm yoksa; sanık veya şüpheli, hangi kanunu
bilmeme mazeretine sığınabilir ki?...
Madem ki; “yasaların kısıtlamadığı her şey serbesttir”; anayasa ve yasalar,
özgürlüğü geniş, idareyi, yetkiyi, cezalandırmayı dar anlamda yorumlamak
içindir.
Bundan dolayıdır ki; TCK Madde-4 için yeni bir düzenleme
yapılarak şu şekilde değiştirilmelidir:
“Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve tüm diğer kanunlar, yönetmelikler;
yetki, görev ve sorumluluk alanına göre herkesi bağlar. Bir duruşmanın tarafları;
iddia makamı, yargıç(lar), savunma makamı, sanık, tanık, katılan, bilirkişiden
oluşur. Hiçbirinin hukuki normları bilmemesi, yanlış ve eksik bilmesi, yanlış
yorumlaması, yanlış hüküm kurması, olmayan yasayı varmış gibi davranma
keyfiyetinin bir mazereti olamaz. Dalgınlıkla yapılan hata en kısa sürede
düzeltilmiyorsa, olumsuz sonuçlardan, mazeret üretenler yasal olarak sorumludur.”
Yargıçlar duruşmada; hak dağıtmak için değil de haklı olmak
ve haklı çıkmak için bulunuyorlarsa, kararını önceden vermiş ve altını
doldurmak için yasal veya yasa dışı delil arıyorlar demektir. Bu olumsuz durum,
ihsas-ı reydir. Daha açık bir
nitelendirmeyle; masumiyet ilkesini zedeleyerek, yargısız hüküm kurmak olur. Anayasal
demokratik hukuk devletinde, bağımsız ve tarafsız olması gereken bir yargıda
böyle bir durum olamaz.
Yargılamanın amacı, tüm duruşma süjelerinin ve taraflarının;
hakkaniyet, meşruiyet ve meriyetten beslenenler dışındaki kimliklerini, dışarda
bırakıp, cüppesiyle ölçüp, adalet terazisiyle tartı yapmaktır.
Ve kanunları bilmek, detaylı bilgi edinmek, bir yurttaş
içinde bir suç değildir, lüks değildir, fazlalık değildir, gereksiz değildir
çünkü hakkında iddianame düzenlenen, hakkında hüküm kurulan milletin bir
ferdidir o. Fert ne biliyorsa, nelerden
sorumluysa, yargılama yapanlar da aynı şeyi bilmek zorundadır. Kanunları bilip
de uygulaması gerekenler, yanlışlıklar karşısında mazerete sığınıp, bundan muaf olurlarsa; hukuk devletinin,
güvenilir bir dayanağı kalmaz.
Doğruluk, dürüstlük, yasaları bilme zorunluluğu, etik
davranış vb. yasa maddeleri; kişiye özel yazılmamıştır. Gerekçesi sadece
şüpheli, sanık ve hüküm giyenler için olamaz. Tıpkı “dürüstlük kuralı gibi.
Yasayı kim uyguluyor ve kime uyguluyorsa, zincirleme olarak herkes için
geçerlidir.
M.F.Ö şarkısında “Mazeretim
var asabiyim ben.” diyebilir. Fakat yasaların bilinmesi ve doğru yorumlanması,
yasayı uygulayan, iddia ve isnatta bulunan, hüküm kurar herkesi bağlar. “Mazeretim
var, bilgisizim ben” metaforuna kimse sığınamaz, bu mazeretle aklanamaz.
Kanunların amacı, gerekçesi ve ruhu bunu gerektirir.
Haklı mazereti olanlar; yalnızca “akli melekelerini yitirmişlik” raporu olanlardır.
Hukuk normları çerçevesinde yasal dayanak olmadan, hukuka
uygun, kuvvetli şüpheyi destekleyecek delil olmadan, delilleri duruşmada
taraflarla birlikte tartışmadan gerekçe yazmak; maddi gerçeklik arayışı değil, gerekçe uydurmak olur.
İki yıl ve üzeri cezayı gerektiren
davalarda, her duruşmanın görüntülü-sesli kaydı alınması, on yıl saklanması,
gerektiğinde çözümleme yapılması gerekir. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı,
hukuki belirlilik, hukuk güvenliği, hak merkezli bir adalet sistemi için;
duruşmalarla bağımsız bir gözlemci atanması yerinde olur. Her duruşma için
düzenlemiş olduğu gözlem tutanağı; tutanağa eklenir. Karar, istinaf, temyiz,
AYM ve AİHM sürecinde dikkate alınır.
Mazeretsiz, güvenli, huzurlu, mutlu ve umutlu bir gelecek dileğiyle…
Samsun, 28.01.2025
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr