
İnsan yüreği tıpkı mevsimler gibidir. Kimi zaman güneşli,
kimi zaman kasvetli ve kimi zaman da puslu olabilen insan yüreği, mevsimlerin
bir örneğidir adeta… Sevinçliyken, ışıltılar saçan bir güneşi içinde barındıran
insan kalbi, hüzünlüyken en amansız bir sağanak yağışın ortasında bulur
kendini. Ya da bazen derin bir dinginlik iklimine giren insan, yüreğini bu
fasılda bir kış uykusuna yatırır tam manasıyla.
Her duygu ve her yürek
iklimi çok farklı lezzetler sunar fakat insanı en derinden sarsan iklim,
sonbaharla özdeşleşmiş olan ‘hüzün’ iklimidir hiç şüphesiz. Hüzün, güzde güzide
bir anlam kazanır ve insana bitmek bilmeyen bir takat verir. Sonbaharda
yapraklar vals edip yere düşerken, insan yüreği de tüm efkârıyla yere düşer.
Fakat bu düşüş, bir hezimet ve yok oluş değildir. Bilakis, nasıl ki ağaçların
eşsiz balosundan ayrılıp dans ederek yerlere kanatlanan yapraklar, toprağa bir
renklilik ve ruh katıyorsa; öylece bir hüzün seremonisi yaşayan insan kalbi de bu
sayede yeniden silkinip kanatlanmanın huşusuna varmış olur.
Sağanaklar toprağı bir
sonraki bahara hazırlarken; insanın gözünden ve yüreğinden dökülen hüzün
gözyaşları da onu yeni mevsimlere, iklimlere ve aşklara hazırlar. İnsan böylece
kendi özünün, doğasının ve evreninin hikmetine varmış olur. Bir diğer yandan
sonbahar, mevsimler konçertosunun yüreklere en çok dokunan enstrümanını çalar.
Tüm kaygılardan ve ıstıraplardan azade bir melodi yayan sonbaharın melankolik
çalgısı, insan ruhunun tutuşarak alev alev yanmasına yol açar. Dehşetli
ateşlerin sardığı insan ruhu, sanılanın aksine en huzurlu ve serin anlarını
yaşar. Hüzün alevinde yandıkça yürek, yeniden tomurcuklanır ve dirilir. Bu,
alevlerin berrak bir suya; sonbaharın ise taptaze bir ilkbahara dönüşmesi
merasimidir. Doğa, sayısız yaprağın oluşturduğu ‘Sarı Coşku’ içerisinde arz-ı
endam ederken, insan yüreği de sayısız duyguyla kuşatılmanın ‘gusto’suna varır.
Bulutlar çepeçevre sararken gökyüzünü, hüznünü güzle güzelleştirmiş insan, bu
fasılda ‘yüreğinin gökyüzünü’ ebedi bir duruluğa kavuşturur. Böylece insan,
havalar soğurken yüreğini bir volkana çevirebilmenin hayaller ötesi manasına
ulaşmış olur.
Şairlerin, meczupların ve
meftunların en sevdiği mevsimdir sonbahar. Şair ve tutkun yürekler, bütün bir
yıl boyunca, tıpkı bir kölenin esaretten kurtulacağı günü beklemesi gibi bekler
güz mevsimini. Bu devrede ruhlar arındırılır, tutsak duygular salınır ve
kalpteki hüzün pınarından oluk oluk aşklar, dizeler ve sözcükler akıtılır. Doğa
bu mevsimde ölürken, şairler ise yüreklerindeki aşklarını ve hüzünlerle bezeli
umutlarını diriltmenin mucizesiyle karşılaşırlar. Onlar dizelerini yazarken,
diğer durgun ve şairane olmayan yüreklere de bir diriliş yolu açarlar. Bu,
uçsuz bucaksız çöllerde esrarengiz ve mümbit bir vahayla karşılaşmakla
tıpkıdır.
Denizler sonbaharda gittikçe
hırçınlaşırken ve dalgalar artık kıyılara sığmazken, insan yüreği de
kıpırdamaya ve yürek bedene sığmamaya başlar. İşte bu tabloda, insan yüreğinin
durulmasının tek yolu, hüznüne layık ve aşk dizelerine muhatap birini bulmasıdır.
Böylece insan yüreği artık mevsimin efsununa kapılmış ve ruhunu bu dünyadan göç
ettirmiş olur. Bu, hüzün ve melankoli aromalı kadehlerde içki içmekle eşdeğer
mest olma hali, kişinin, hayallerini ‘sarılığın sonsuzluğuyla’ birleştirmesi
demektir. Sayısız yaprak sonbaharın büyülü melodisiyle yerlerde ve göklerde
vals ederken; insan da hayallerini ve duygularını ‘Yürek Balosu’nda dans
ettirmenin coşkunluğuna ulaşmış olur.