
HATTAT, RESSAM,
KALİGRAF, GAZETECİ ETEM ÇALIŞKAN İLE SÖYLEŞİ
“KENDİNİ YENEN İNSAN
KENDİNİ BİLEN İNSANDIR.”
Etem Çalışkan’ı ben
iyi tanıyorum. Ancak yeni neslin tanıması açısından “Etem Çalışkan kimdir ?” dediğimde
kendinizi nasıl anlatırdınız?
Beni tanıdığınız kadarıyla yazın; çünkü ben herkesin
bilebildiği kadarım.
O halde ansiklopedik
bilgilere de dayanarak şöyle diyorum: Türk hattat, gazeteci, ressam. Okullarımızdaki Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
ve İstiklal Marşının yazımını yapan, Atatürk’ün Nutuk adlı eserini iki cilt
olarak kaligrafik olarak yazan, Anıtkabir’in inşası sırasında kitabelerin
yazımında emeği geçen, meşhur Atatürk portresini yapan, Atatürk’ün imzasını
stilize eden, Kur’an- ı Kerim’in Türkçe mealini yeni yazı ile yazan sanatçı…
1928 yılında
Tarsus'un Göçük köyünde doğduğunuzu biliyoruz. Ailenizi ve köyünüzü tanımak
istiyoruz. Acaba rica etsem neler anlatırdınız?
Göçük Köyü, Toros Dağlarıyla Çukurova arasında, Ankara
yoluna beş kilometre uzaklıkta güzel bir köydür. Çocukluğumuzda köyde yol, su,
elektrik yoktu ama o yokluğun ve yoksulluğun farkında değildik. Belki
büyüklerimiz sıkıntıların farkındalardı ama biz bilmiyorduk. Çocukluk
günlerinin neşesi içinde oldukça mutlu yaşıyorduk. Üç erkek iki kız olmak üzere
beş kardeş idik. En büyükleri bendim. İlkokulu köyümde okudum. Göçük Köyü
İlkokulunda ilk harfi yazdığım gün sevinçten uçmuştum.
Babam çiftçiydi. Tarlalarımız vardı. Bu tarlalarda buğday,
arpa, pamuk, nohut, mercimek gibi ürünler yetiştirirdi. Topraklarımız verimliydi,
ne ekersek yetişirdi. Annem köy kadınıydı. Hem temizlik yapmak, bulaşık ve
çamaşır yıkamak, yemek pişirmek gibi ev işleriyle hem de çocuk bakımı ile
uğraşırdı. Babamla birlikte tarlada çalışırdı. Hayvanlarımıza bakardı, inek
sağardı. Dikiş dikerdi, çulta dokurdu. Çul değil, çulta… Çultalarda bez, astar
ve giysiler dokunurdu.
Resme nasıl
başladınız? Bilinçli olarak yaptığınız ilk resim ne resmiydi, hatırlıyor
musunuz? O resmi hangi duygular içinde yapmıştınız?
Her çocuk gibi eğer
toprakta oynuyor isem toprağı elimle düzeltip bir çöp ucuyla toprağa çizgiler
çizerdim. Deftere, kaleme ulaştığımda (yani ilkokula başladığımda demek
istiyorum.) yazmaya, okumaya, çizmeye başladım. Ne mi çiziyordum? En çok hoşuma
giden avlumuzda çok tavuklu kırmızı horozumuzdu. Kıpkırmızı ibiği, başından
kanatlarına doğru uzun tüyleri, kanatları ve kaligrafi güzelliğindeki kuyruğu,
ayakları, bir de o kadar tavuğun horozu olmanın duygularıyla yüksekçe bir taş
üzerine çıkması, önce dimdik durup sonra da en uzun nefesiyle ötmesi çok hoşuma
giderdi. Horoz resmi çok çizdim. Sonra da bahçemizdeki, bağımızdaki
tarlamızdaki otlar, çiçekler, atımız, öküzümüz, eşeğimiz, karasabanımız,
kuzular, koyunlar ve hele altın gözlü papatyalar…
Köyümüzün kahvesinde gündüz tarlalarında alışıp akşam çayla
karışık sohbetlerdeyken Çukurova’nın sıcağında kara yağız yüzlerdeki çizgilere
bakar, onların resimlerini yapardım. Köylülerimiz o resimlere bakıp “Aynı sen,
aynı sen!” diyerek gülüşürlerdi.
Ben Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılıp birinci dönem ilk
sömestr tatiline geldiğimde aynı kahvede, aynı kahveci, aynı köylülerimiz: “İstanbul’da nerede okuyorsun?” diye
sorduklarında “İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Türk Süsleme
Bölümünde okuyorum.” dedim. Gülüştüler, “Enginini okudun da yükseği mi kaldı? O
ne ki?” diyerek dalga geçtiler. İşte ben bizim köylülerimize bunu anlatamazdım.
Çukurova’dan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne giden ilk değil ama üçüncü
öğrenciydim. Yıl 1951…
O yıllarda güzel
sanatlarla ilgilenmek zor olmalı. İmkânsızlıklar var mıydı? Varsa nelerdi?
Elbette yokluk ve sıkıntılar vardı.Kömürden mürekkep yaptım,
olmadı. Lamba şişesinden is aldım. Şekeri zamk olarak kullandım. Arapzamkının boyada, mürekkepte yapışkan
olarak kullanıldığını sonradan öğrendim.
Güzel Sanatlar
Akademisininsimgesi olan baykuş sanıyorum iki anlam taşıyor. Baykuş simgesi
eski Yunan tarihine kadar dayanıyor. Yunan mitolojisinde baykuşun, sanatı ve
bilgeliği simgelediğini biliyoruz. Yunanlar baykuşu aynı zamanda birlik sembolü
olarak da görüyorlarmış. Diğer bir anlamı ise eski Mısır'daki Firavun
asasındaki baykuş simgesi... Bu kabartmayla da o asa insanlık tarihinin ilk
sanat eserlerinden sayılıyor. İkiseçenek de yakın duruyor ama kesin birşey
söylemek zor… Sizin bir baykuş öykünüz var. Bunu bizimle paylaşır
mıydınız?
Çocukluğumda tarlamızda bulunan bir ağaca baykuş yuva
yapmıştı. Ben de her gün giderek baykuşu ve yavrularını beslerdim. Onları
yıllarca hep sevdim ve korudum. İyiliklerimden dolayı galiba, anne baykuş bir
gün beni kanadına aldı, Toros Dağlarından aşırdı, sabaha karşı İstanbul’da
Güzel Sanatlar Akademisi’nin kapısına bıraktı. Baykuş bana dedi ki "Etem
Çalışkan seni ana baba ocağıma getirdim." Bildiğiniz ve az önce dile
getirdiğiniz gibi Güzel Sanatlar Akademisi’nin simgesi baykuştur.
Resim yaparken hangi
teknikleri kullandınız? En çok kullandığınız resim tekniği ile en çok sevdiğiniz
teknik hakkında bilgi verebilir misiniz?
Resim yaparken
hiçbir teknik kullanmadım. İçimden geldiği gibi çalıştım. Bazen şu teknik bu
teknik diyorlar ama…
Atatürk resimleri
yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Bizim öğrenci olduğumuz yıllarda Atatürk, bayrak, cumhuriyet
çok büyük önem taşıyordu. Özellikle Cumhuriyet bayramı kutlamalarına büyük önem
verilirdi ve törenlere de çok özen gösterilirdi. İlkokuldayken kara tahtaya çizdiğim Atatürk
resimlerine ortaokul yıllarımda da devam ettim. Daha sonra gazetelerde
çalıştığım dönemlerde 10 Kasımlarda ve Cumhuriyet bayramlarında çizmeye devam
ettim. Eskiden gazeteler bugünlere çok değer verirlerdi. Okuyucularına farklı
resimler hediye etmek isterlerdi. Bu özel günleri çok ciddiye alırlardı. O
dönemlerde pek çok Atatürk resmi yaptım.
İlk serginizi ne zaman ve nerede açtınız? İlk serginizde hangi çalışmalarınızı
sergilediniz?
Gazetelerde çalıştığım için yaptığım çalışmalar basılarak
okuyuculara dağıtılıyordu. Sonuç olarak çalışmalarımı sergilemiş oluyordum. İlk
kişisel sergimi sanırım 1981 yılında Mersin’de açmıştım. Bu sergide Atatürk ve
Türk Büyüklerinin resimlerini sergilemiştim.
Sizin farklı bir
serginiz var. "Yazmaya Yazdım Yazıyı" ilginç bir sergi bence. Bu
fikir nasıl doğdu? Bu sergi hakkında neler söylersiniz?
İstanbul Şeker
Sanat Evi sahibi Sayın Sabriye Şeker Hanımefendi ile konuşurken yazmalardaki
iğne oyalarının güzelliği konusuna değindim. Sonra Mersin'den, Tarsus'tan
Türkmenlerin yaptıkları iğne oyalarını getirttim. Bu yazmaları 80cm-112cm. ebadındaki
çok büyük kartonlara yapıştırdım. Onlar da Şeker Sanat Evi olarak Karacaoğlan
giysileri hazırladılar. Ben de yazmaların üzerine Karacaoğlan şiirleri yazdım.
Birlikte bir sergi açtık İstanbul'da...Sanıyorum 2005 yılıydı. Bu sergi
Karacaoğlan’dan yola çıkılarak oluşturuldu. İğne oyalı yazmalar Toroslardan
Yörük ve Türkmen kadınlarının, kızlarının, gelinlerinin göz nuruydu. Kendi
yöremize ait yayla kızlarının el emeğiydi. Yöresel bir çalışma idi.
Ben de Sayın Sabiha
Tansuğ Hanımefendi'den etkilendiğinizi düşünmüştüm. Malum Sabiha Hanım,
folklorik giysiler, özellikler Anadolu Kadın Başlıkları üzerinde çalışmaları
ile ünlüdür. Onun gezi, inceleme, araştırma yazılarını da öğrencilerimize Türkçe
derslerinde çok okutmuşuzdur. Nedense böyle bir düşünce geldi aklıma.
Sabiha Tansuğ ve eşi arkadaşımdır. Sabiha Tansuğ’un sözünü
ettiğiniz Türkmen giysileri ve başlıklarından oluşan o çok zengin koleksiyonu
bir yangında kül oldu.
Adana Valisi Sayın Recep Birsin Özen Beyefendi kültüre
sanata çok değer veren bir valiydi. Adana Valiliği 1991 yılında Karacaoğlan
Sempozyumu düzenlemişti. “Her yıl devam edecek.” dendi ama sadece iki defa
oldu, maalesef arkası gelmedi.
1991 yılında Karacoğlan Sempozyumu’nda Sayın Sabiha Tansuğ
ile beraberdik. Karacoğlan Sempozyumu’nun ikincisinde Sabiha Tansuğ Hanımla
akşam Onbaşılar Restoran’da veda yemeği yiyecektik. Hava karardıktan sonra
otobüsle Onbaşılar Restoran’a geldik. Lokantanın karşısındaki durakta bekleyen
genç bir kızı bana göstererek “Etem bak bak! Şu durakta otobüs bekleyen kız var
ya çok güzel bir kız, Türkmen giysileri içinde görmek istediğim Türkmen güzeli
işte bu!” dedi. Otobüsten inince kızla konuştu, Unutmuş olabilirim ama
sanıyorum yemeğe kızı da davet etti.
Hat ve Kaligrafi
sanatı konusunda uzmansınız. İlk yazdığınız yazı ne idi?
“Kendini yenen insan,
kendini bilen insandır.” sözünü yazdım ortaokul 1. Sınıf öğrencisiydim.
Köydeki evimizdeki ocağın üstündeki duvarın boşluğuna yazdım. O zaman bu sözün
kime ait olduğunu bilmiyordum. Sonra bu sözün Hazreti Muhammet’e ait olduğunu
öğrendim.
Kur'an-ı Kerim sizin
el yazınızla ne zaman, niçin ve kaç defa yazıldı?
1983’te Ramazan
armağanı için Güneş Gazetesi’ne yazdım. Kur’an ilk defa yeni yazı ile el
yazması olarak yazıldı ve okuyuculardan büyük ilgi gördü. Daha sonra Sabah Gazetesi
de yine Ramazan armağanı olarak okuyucularına verdi aynısını. Sonra sabah
gazetesine Yunus Emre Divanını el yazması olarak yazdım ve onu da okuyucularına
ramazan armağanı verdi. Aynı yıllar içinde Milliyet Gazetesi için de 100 Türk
Büyüğünü çizdim. Ben bu birkaç yıl içinde yaptığım çalışmaları söyledim. 1982de
hürriyet gazetesinin ressamı ve grafik sergisi yönetmeni olarak Çukurova’nın
Kurtuluş Bayramı olan 5 Ocak’ta emekli oldum. 5 Ocak ayrıca benim doğum
günümdür. Özellikle o güne denk getirdim.
Anıt- Kabir ile
ilgili çalışmalarınız hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
Yaşamım boyunca büyük onur duyacağım bir çalışmayı, İstanbul
Güzel Sanatlar Akademisi’nin Afiş Bölümü 2. Sınıf öğrencisi iken Hocam Hattat
Emin Barın ile yaptım. Hocam Emin Barın yazı üzerine Almanya'da öğrenim gördüğü
için yazının hem kitabelerde, hem de kâğıt üzerinde ne olduğunu uygulamasıyla
biliyordu. Anıtkabir inşaatının yapımı da o yıl bitecekti. Daha önce
uluslararası yarışmalar açılarak ihaleler yapılmıştı. Anıtkabir'in yazı işi,
verdiği projeyle Emin Barın Hocamda kalmıştı. Böylece Anıtkabir'in yazısını
Emin Barın üstlendi.
Emin Barın bana o yaz birlikte çalışacağımızı söyledi. Emin
Barın hocama ne yapacağımızı sorduğumda, bana Anıtkabir'in kitabelerini
yazacağımızı söyledi. Önce anlamadım, hocamın söylediğindeki sorumluluğu ve
yüksek onuru birden kavrayamadım. Ama bildim ki, hocam bana iyi bir görev
verdi.
Daha sonra yazılacak projeleri gördüm. Anıtkabir'deki
kulelerin ayrı ayrı isimleri var. Bu kulelerin içine yazılacak yazılar, Ankara’
da yetkililer tarafından oluşturulan heyet tarafından belirlenmiş. Bu yazılar
hocama gönderildi. Oturup kartondan yazı kalıpları hazırladık günlerce. Ben
ölçülerine göre bu yazıları kâğıt üzerine metrelerce yan yana yapıştırarak yazdım.
Onları önce Emin Barın Hocam kontrol ederdi.
Daha sonra o kâğıtları Anıtkabir'e götürürdüm ve oradaki taş işçilerine
teslim ederdim. Daha önce götürdüğüm çalışmaları ve taş işçilerinin yaptığı
işleri de kontrol ederdim.
Çok onurlu ve sorumluluk taşıyan bir işle karşı karşıyaydım.
Anıtkabir'in şeref holünde sağlı sollu duvardaki kabartmaları yapanlar,
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki bölümlerin hocalarıydı. Onları
görünce çok heyecanlanırdım. Anıtkabir'e gittiğimde sık sık zamanın Bayındırlık
Bakanı Kemal Zeytinoğlu'nu görürdüm. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes'i,
Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı da gördüm. Çünkü herkes çalışmaları yakından takip
ediyordu.
Sizin ünlü bir
Atatürk portreniz var. Öğrenciliğimizde 10 Kasımlarda yakamıza iğnelediğimiz çok
güzel bir Atatürk portresi…
Bugüne kadar pek çok devlet adamının portresini çizdim, en
kalıcısı bu oldu. Milliyet Gazetesi’nde çalışırken 10 Kasım 1969 tarihi için hazırladığım
o portreyi Atatürk’ün fotoğraflarına bakarak yaptım.
Bir firma bu portreyi halı olarak dokudu, hatta o halı da
Çin’den Afrika’ya kadar dünyanın pek çok ülkesine gitti. Atatürk’ün portresi
bütün dünyaya ulaşsın diye bu eserimden hiçbir telif ücreti almıyorum. Matbaaya
mümkün olduğu kadar fazla basıp dağıtmasını istedim. Okul duvarlarında asılı
olan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinden de telif ücreti almıyorum. Halı
firmasından da telif ücreti yerine bir halı aldım.
Çizdiğim Atatürk portrelerinden sadece bunun orijinali
Londra’da kızımda bulunuyor. Bir arkadaşım bu resmi satın almak için çok ısrar
etti hatta karşılığında daire teklif etti ama almadım.
Atatürk’ün imzasını
stilize ettiğinizi biliyorum. Bu, hangi tarihte ve nasıl gerçekleşti?
Milliyet Gazetesi’nde çalışırken 10 Kasım 1969 tarihi için Atatürk
portresi yapmıştım. Bugüne kadar pek çok devlet adamının portresini çizdim, en
kalıcısı bu oldu. Atatürk; Mustafa
Kemal, Gazi Mustafa Kemal ve Kemal Atatürk diye üç ayrı imza atmış. Bütün bu
imzalara bakarak ortak bir şey ortaya koydum. Bu imzayı stilize ederek ilk defa
bu portrenin altında kullandım.
Sanat yaşantınızda
sizi üzen olaylar olmuştur kuşkusuz… Şu an aklınıza ilk gelen olay hangisidir?
TizianoVecellio tablosunun biri Berlin’de müzede, diğeri ise
Mersin’de… O tabloyu Kültür Bakanlığı’na kaydettirmek için bir arkadaşımla çok
uğraştık. Arkadaşım ölünce girişimlerimiz yarım kaldı.
Yapmadığınız için pişmanlık duymadığınız bir
çalışma oldu mu?
Milliyet Gazetesi’nde çalışırken bir gün Yaşar Kemal beni
aradı. Kendisinin “Deniz Küstü” isimli eserini resimlendirmemi istedi. Benim
için güzel bir şeydi ama istediği şey tarzıma uymadığı için tereddüt ettim.
Deniz Küstü’yü benim gibi gazete kuralları ile yetişen bir ressam değil de,
daha özgür çalışan birisi resimlemeli diye düşünmüştüm. Sonra Abidin Dino resimlemiş onu. İyi ki de o
resimlemiş. Abidin Dino Sanat Parkı’nda Abidin Dino’nun çizgileriyle Yaşar
Kemal’in Deniz Küstü’sünü bir arada görünce bir kez daha o zaman doğru
düşündüğümü anladım.
Bildiğim kadarıyla
parayla aranız hiç iyi değil… Size para kazanmakla ilgili olarak sorulan bir
soruya verdiğiniz cevabı hatırlıyor musunuz?
Çalışmaktan para kazanmaya vakit bulamadım. “Nekadar paran
olmasını isterdin?” diye sordular:
yanıtım isteyene verecek kadar olsun, oldu.
Sizi etkileyen ilginç bir anınızı bizlerle
paylaşır mısınız?
Berlin’de bir dükkânın duvarında Emin Barın Hocam tarafından
Arap harfleriyle yazılmış çerçeveli “ B*ku yedik.” yazısını gördüm. Merak
ettim, sordum. Dükkân sahibi bu yazının öyküsünü anlattı.
İstanbul’dan Almanya’ya göç etmişler ve Berlin şehrine yerleşmişler
yıllar önce… Savaş başlamış Almanya’da… Rus askerleri her tarafı yakıp yıkıyor,
talan ediyorlar. Dükkân sahibi beyefendi, karısı ve kızıyla Rus askerlerinin
hışmına uğruyor. Rus askerler, adamcağızın kızına sarkıntılık etmeye başlayınca
adam dayanamayıp öne atılıyor. O esnada askerin süngüsü karnına doğru
yöneltiliyor. Çaresiz kalan adam “ Şimdi b*ku yedik.” diyor. Bunu duyan
askerler silahlarını bırakıp adamı kucaklıyorlar.
Meğer Kırımlılarmış. Türkçe konuşup gülüşmeye başlıyorlar.
Adama söz veriyorlar:” Savaş boyunca kılınıza bile zarar gelmeyecek.” diyorlar.
Hakikaten de öyle oluyor. Adam da hayatını kurtaran bu sözleri Arap harfleriyle
yazdırarak dükkânının duvarına asıyor.
Medeni durumunuz nedir? Çocuklarınız var mı?
Çocuklarınızın sanata ilgileri var mıdır?
Sanata ilgileri varsa hangi boyuttadır? Hangi sanat dallarıyla
ilgileniyorlar?
Evliyim. Üç çocuğum var. İki oğlum bir de kızım var. Kızım
Londra’da yaşıyor. Sanata yetenekliler
ancak bu yeteneklerini kullanmadılar. İçlerinde heykeltıraş olan da var, piyano
çalan da, flüt çalan da…
Gençlere öğüdünüz nedir?
Sözüm gençlere değil herkesedir.Bir çocuk tertemiz doğar.
Hepimiz çocuktuk. Suçlu çocuk yoktur.
Çocuklar suçlu olamazlar. Suç varsa sorumlusu asla çocuklar değildir. Tolum
böyle zedeleniyor. Onlara örnek olmak
lazım ve dünyada altı buçuk milyar insan vardır. Onların hepsi de yaratanın
kullarıdır. Bunları söylemek istemiyorum.
Uygarlığın temeli sanattır. Bütün sanatların temelinde de
yazı ve yazının icadı vardır. Gerçi yazıdan önce mağara duvarlarına yapılan
resimler var ama yazının icadıyla insanlık tarihi ve uygarlık başlamıştır.
Küçük yaşlardan
itibaren insanlar sanatla ilgilensinler.
Sayın Etem Çalışkan bu röportaj için
değerli vaktinizi bana ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum. “Güz İkindisi” ve “Çocukluğum Sende Kaldı
İstanbul” adlı şiir kitaplarımın kapaklarını hediye olarak yaparak bana dünyaları
bağışladığınızı da ifade etmek isterim. Saygı, sevgi ve minnetle ellerinizden
öpüyorum. Son olarak bizlere ne söylemek istersiniz?
Bu satırları yazarken
Zeytingillerden bir iğde geldi elime
Çiçek kokusu ile…
Karacaoğlan’dan bir demet
Boynu bükük mor menevşe
Telli turnalar gördüm.
Şafak vakti gökyüzünde
Ve “Çanakkale içinde aynalı çarşı, /Ana ben gidiyom düşmana
karşı.”
Ve pır pırrrrrr uçuveren ibibikler…
Ve “Bana seni gerek seni.” diyen Yunus Emre
Ve “Dağlar çiçek açar, /Veysel dert açar.” diyen arkadaşım
Âşık Veysel
Ve bir demet de gül geldi “İnsanların en hayırlısı insanlara
faydalı olandır.”
Ve bendeniz “Olduğum gibi göründüm, göründüğüm gibi oldum.”
Ve seksen altı yıldır çalışmaktan para kazanmaya vakit
bulamadım.
Çok teşekkür ederim.
Sizi tanımış olmak benim için bir gurur kaynağıdır. İlk karşılaşmamız Tarsus
Karacaoğlan Uluslararası Şiir Şöleninde olmuştu. Üzerinizde Atatürk’ün gri-
beyaz renklerdeki süveteri vardı. O günü ömrümce unutmayacağım. Değerli hocam
size uzun ve sağlıklı ömürler dilerim.
Ben teşekkür ederim.
HARİKA UFUK
ADANA
15 OCAK 2012