1 Bir Yazı Üç Yorum

Serbest Kürsü / Mektup

Eklenme Tarihi : 20.04.2009
Okunma Sayısı : 1571
Yorum Sayısı : 0
GÜL'e MEKTUPLAR-2 / Öğretmen kızıydık ama, onun bunun eskisini giyerdik.


Tarih:18 Aralık 2008 Perşembe 18:34:35
RE:

selam en selame

88 Kırşehir doğumluyum. Babam öğretmen, annem ev hanımı. Görücü usulü ile evlenmişler. Babamın annesi, babası köyde oturuyor. Onun bunun yardımlarıyla camide, türbede yatarak okumuşlar. Babam imam hatip’i bitirip, imam olmuş. Evlendikten sonra da üniversite okuyup, sınıf öğretmeni. Hayatım boyunca, babamın nasıl öğretmen olduğuna şaşırdım zaten.

İlk senelerde durum neydi bilemeyeceğim. Benim hafızam çok iyi değil. İlkokulu hatırlıyorum net olarak, en uzak. Babam askerliğini yapmış, gelmişti. Kendi köyüne tayin istemişti. 1 den 5 e kadar olan sınıflar birleşik olarak tek dershanede eğitim görüyorduk.Birleştirilmiş sınıf diyorlardı sanırım. 6, 7, 8 dekiler taşımalı sistemle 15 km uzağa gidiyordu. 1 den 5 e kadar babam okuttu bizi,tek öğretmen oydu.

Teneffüslerde ne kızlarla oynayabilirdik, ne oğlanlarla. Oğlanlarla zaten oynanmazdı köy yerinde. 2. sınıfta bile. Kızlarla da oğlanlar bakar da babam bir şey der, diye oynayamazdık. Hem annem sık sık eve çağırırdı teneffüslerde. Çocuklara bakılacak, suya gidilecek, yerler silinecek. Onun da altından kalkamayacağı kadar çok işi vardı. İnek, dana, bağ, bahçe. Biliyor musunuz en küçük kardeşim bana anne dedi, dillenince. Annemi gördüğü mü vardı. Hiç birimiz doğru dürüst göremezdik. Özellikle benden bir yaş küçük kız kardeşim ve ben, daha kötü şartlar altında büyüdük.

Evde kavga dövüş hiç eksik olmazdı. Babaannem yüzünden. Annem 4 kız doğurmuştu. Oğlu yoktu. Annem onun laflarına dayanamaz, ya da babam anneme soğuk davranır, sıklıkla kavga çıkardı. Sonunda bir de oğlan kardeşim oldu. Beni annesi zanneden oydu. Çok dövdü babam, annemi.Banyoya sokup, kemerle dövdüğünü unutamam, hiç. Annem de beni çok döverdi. Kesinlikle babamdan dayak yemedik ama, onunla da hiç konuşamazdık. Dövmedi belki ama, ağır konuşurdu, aşağılardı. Kalemimiz bitse, annem söylerdi babama; çocuklara kalem al, diye. Öyle susturulmuş, öyle korkutulmuştuk. Anne baba yanında da, akrabalar yanında da, arkadaşlar yanında da eziktik.

Öğretmen kızıydık ama, onun bunun eskisini giyerdik. Bayramda bile yeni kıyafet alınmazdı, bize. Paramız olmadığı için değil ama. Babam tazı alır, tüfek alır, fişek alır ava giderdi. Demek ki vardı, parası. O paralarla ev aldı zaten, sonradan. Ama üç beş milyonu ayıramaz mıydı bize. Akraba kızlarının, arkadaşlarımızın yanında, bir de bu yüzden ezilirdik. Pısırıktık, daha beter olduk. Utangaçlığımızı kitapların arkasına sakladık. Millet gülüp oynarken bayramlarda, biz elimize bir kitap alıp, içimize kapanırdık. Derslerimizin hep iyi olması bu yüzdendi. Edebiyatımızın akranlarımıza göre kuvvetli olması ise gerçek hayatımızın iğrençliğinden.

İlkokul yıllarında ‘’yılan hikayesi’’, ‘’kobra takibi’’, ‘’küçük ibo’’ revaçtaydı. Yaşıtlarımız akşam onları izler, sabah sohbetini yaparlardı. O sohbetlere bile katılamazdık biz. Yasaktı, bizim tv izlememiz. Akşama kadar suya git, ahıra git, kümese git, kaçan hindileri bul, güneşin alnında bahçeyi sula… Saatlerce, 4 çocuğa bak ve karşılığında tv izleyeme. Babam annem yatınca, gizlice açardık bazen. Gelip kızar, kapatırdı, babam. Bir gün hıçkıra hıçkıra ağlamıştık, kardeşimle. Kapatması geç olduğu için de değil. En geç, saat sekizde yatardık, zaten. İşte bunlar itti bizi kitapların ve hayallerin dünyasına.

Ben kendi tercihimle lisede kapandım. Ablalar sayesinde. Kardeşim açık. 150 mg antidepresan kullanıyor. Liseden beri sigara içiyor ve babamdan nefret ediyor. O da İstanbul da okuyor. O biraz daha duygusal. Haliyle daha çok etkilendi.

Evde kitaplık vardı. Babam üniversite mezunuydu. Annemden gelen kitaplar da vardı. Ne zaman boş kalsak kitap okurduk. Ama, boyumuzdan büyük kitaplar. ‘’Bostan’’ benim kitabımdı, ‘’gülistan’’ Rabia’nin. ‘’Cumhuriyet devri Türk şiir antolojisi’’ benimdi, öteki antoloji Rabia’nın. Hadis kitapları, peygamber hayatları, dini hikayeler, edebi romanlar neler neler.. Şu an Konya’da ‘’Türkçe öğretmenliği bölümü’’ son sınıftayım.Sınıf arkadaşlarımın adını bile duymadığı kitapları, ben ilkokulda okumuştum.

Çok okumak da yazmayı gerektirir.Bahçe sularken suyun karığın sonuna varmasını, sulanmasını beklerken hikayeler yazardım. Kimse okumasın diye yırttım, sonraları. Ortaokul ve lisede de, ara ara yazdım. Üniversite yıllarında bir tutku başladı bende. Yazar olma tutkusu. Ben yazar olmak istiyorum. Nette falan yazı yazdım. Babam okumuş, bağırıp çağırıp sildirdi, yazılarımı. Normal deneme yazıyordum. Bu yazılardaki açıklığın noktası bile yoktu, o yazılarda. Yaşama sevinci üzerine, insanlar üzerine şeyler. Ondan habersiz, yine bir blog açtım. Onu da son sevgilim, kocam sildirdi. Erkekler yorum yapınca kıskanıyormuş. Bırak yazar olmamı, çalışmaya karşıydı zaten. Bunu da kocamdan habersiz açmıştım. Ayrılınca haberi oldu. Anlatmaya çalıştığım şey, ben cidden yazar olmak istiyorum.

Uzaklarda,bir yerlerde boynu bükük bir kız çocuğu var. Benim çocukluğum. Ancak yazar olursam, bunları anlatırsam, başkalarına yol gösterirsem gülecek onun yüzü.

Ne dersiniz. Becerebilir miyim.



Selam Gül,

Sana Gül diye seslenmek istiyorum.Öyle geldi içimden.Gülesin istedim,bundan böyle.Yazdığın kısa hikayenin yazarı,çok üzgün,kırgın..Ne kendisiyle ne de çevresiyle barışık değil.Üstelik aşağılık duygusu içinde.Kaderinden hiç memnun değil.Köy kökenli olduğundan utanıyor.Kendisini doğuran annesinden,büyütüp okutan babasından,neredeyse nefret ediyor.

Hayatta elde ettiklerinin hiç farkında olmadan,elde edemediklerinin derdinde.Bunu kendisine sağlamayanlardan öç alıyor.Baba otoritesinden nefret ediyor,ama kurtulur kurtulmaz da belki de babanın en çok korumaya çalıştığı,zinaya koşmuş.En kutsalına sıradan insanları dokundurmuş.Beğenmemiş veya kendisini beğendiremediğini zannedip bir başkasına koşmuş..Birine daha,birine daha…Zaten bu kafayla yüzüne gitse,duramaz yüz bire gider.

Allah’ın hakkını korumayan,atasına isyanla kalmayıp,üstüne üstlük kin güden,kendisinden nefret eden,aşağılık duygusu içinde, kendinden üstün gördüğü herkesi kıskanan,hasta ruhlu birinin mutlu olması zaten imkansız bir şey.

Kendisini mutlu hissetmeyen birisi,erkeğini mutlu edemeyeceğinden,daha evlenmeden boşanması mukadder biri olur.

Bu çağda kim mutsuz biriyle uzun uzun yaşamaya dayanabilir ki.

Başkaldırmaya alışmış,birçok erkek yüzü görmüş bir kadını,içinde bulunduğu hastalıklarıyla bir erkek mutlu edip elinde tutamaz.

Biliyor musun; ben de bir köy çocuğu,köy öğretmeni,yedi çocuk babası,yok yoksulluk içinde yaşamış,ev bark sahibi olmuş,her çocuğuna çevre şartlarını yaşatmak uğruna kendini parçalamış bir garip ihtiyarım şimdi.

Çocuklarımın geleceği uğruna dünyayı kendime zindan ettim.Ömrümün yarısında yemeğimi oturarak yemedim.Aynı anda dört iş yaptığım oldu.
Üç çocuğum üniversite bitirdi.Üçü biz okumayacağız diye tutturdu.
İlkokulda dört yıl okutan öğretmenleri,sosyal demokrattı.Ben yirmi üç yaşımda, bir Allah dostuna yolum düştüğü için dinle,tasavvufla tanışmıştım.Çok zikir yapar senenin iki yüz gününü oruçlu geçirirdim.

Ama ben de sosyal demokrattım.Arasıra dinden bahsediyorum diye bana kinlenen öğretmen arkadaşım,iki oğlumu, tam dört sene boyunca kesintisiz günlük olarak dövmüş.

Her seferinde;
-şimdi siz gider babanıza söyler,bizim arkadaşlığımıza da zarar verirsiniz.Komşuluğumuzu da mahvedersiniz demiş.Çocuklar,korkmuşlar bana hiç bahsetmemişler.Sonunda dördüncü senenin sonuna doğru, oğullarımın bir sınıf arkadaşı,başka bir öğretmenin oğlu,bana durumu anlattı.
-Neden çocuklarınızın bu kadar haksız dayak yemesine razı oluyorsunuz,öğretmenim. Makbule öğretmenden niçin bu kadar korkuyorsunuz, dedi.

Durumu öğrenir öğrenmez çocukların sınıfını değiştirdim ama,okuldan da öğretmenden de,okumaktan da nefret etmiş olan ilk iki çocuğuma liseyi zar zor okuttum.Sonra başıma bin bir bela açan bu oğullarımın hesabını ahirete havale ettim.

Diğerlerini okutabildim,halen okuyanları da var.Hayatın neresini kontrol edebiliyoruz.

İnsan bir yerlerle meşgulken öteleri çevre şartlarıyla gelişiyor da bazen, bütün emeklerimizi boşa götürebiliyor.

Sen hayatının ne kadarını denetiminde tutarak yaşadın da Anne babanı ,şunu yapmadılar,bunu vermediler,böyleydiler,şöyleydiler..Suçlama üstüne suçlama.O yok yoksul köyden çıkmış,türbelerde yatıp okumuş,öğretmen olmuş;benim çektiklerimi çocuklarım çekmesin diye çırpınmış,ek işlerle para kazanmaya çalışıp,kınadığın şekilde tasarruflarla sizi büyütmüş…Kız çocuğudur, ne hali varsa görsün dememiş.İkinizi birden üniversitede okutuyor.
Ya sen……
Sen namusuna bile sahip çıkamamış,………..Kalkmış nelerden şikayet ediyorsun.

Yalnız sen değil tabii…Şimdi, akranlarının neredeyse yarısı senin gibi nankör.

Hem yaratana,hem canı pahasına doğuran anneye,hem emeğiyle büyüdüğü babaya,hem kendine nankör.Aklı fikri boğazında,giyiminde,eteğinde.Ver ver doymaz.

İki hindi toplamış,bahçe sulamış,tv seyredememişte, babasına düşman olmuş.Hem hafızam zayıf diyor ham kinlerinin sıkı sıkı sahibi.Affetmiyor,edemiyor.

Aman ya rabbi.Bunlara mı bu ülkeyi teslim edeceğiz.Kendilerine bile hayırı olmayanlara mı.

Senin gibi bir düşman oğlum vardı.Daha doğrusu var.Aslında hepsi düşmandır ya bu açıkça söyleyeni.İki numara.Doğduğunda en güzel saatte ana rahmine kalmış,en güzel zaman diliminde doğmuş diye aşırı umut beslediğim,belki de severken hak geçirdiğim, gelecekte başaramadıklarımı başarmasını umduğum oğlum.Makbule öğretmenin harcadıklarından biri.Liseyi zor bitirdi.Hatta şu anda bitirip bitirmediğinden bile emin değilim.Diplomasını hiç göstermedi. Ben de öfkemden gidip araştırmadım.Bir faydası yoktu.
Önüne tam dokuz kere dükkan açtım.Hepsini de batırdı.
Hovardalık,bira ve avcılıkla kendini,eşini ve beni el içine çıkamayacak hale getirdi.Yapma oğlum senin için üzülüyorum dediğimde,
-Sen üzülsün diye yapıyorum bunları, dedi.Senin üzülmenden haz alıyorum..
İyi ki o gün sırını açığa vurdu..
O günden sonra ona yeni dükkan açmadım.Emekli maaşıyla bir de onun çocuklarına ve eşine bakıyorum..O da sürünüyor.

Bir zaman menzile gitti.Arkadaşları içkiyi bırakmıştı. Bizimki günlük ondan aşağı olmamak kaydıyla bira, şarap karışımı içiyordu.Acınacak haldeydi.Hastalanmıştı.Öleceğini anlayınca menzile razı oldu.Güya tövbe etti.Eşi kendisinden iki çocuğu ile birlikte ayrıydı.Evinin eşyalarını üç kuruşa satmıştı.Evimin bodrumu onun yıkımlarıyla doluydu.Her batırdığı dükkan bugünkü para ile en az elli milyarlıktı.

Onların döküntülerini satıp satıp yiyor,bir süre sonra aracılarla bana,o işi başaramadım ya şu iş olsa yaparım deyip, yenisini açtırıyordu.

Merhamet duygularımı ve utancımı hep kötüye kullandı.Çevremde de akıllı kimse yoktu ki bana akıl versin.Ben de olmadığını anlamışsındır diye kendi akılsızlığımı anlatmam gerekmiyor,sanırım.Sonunda menzildeki şeyhe yalvarmış,

-babam bana artık kendi isteğimle yardım etmez,siz yardımcınız Fikret beyi babama arcı gönderin,bana eşimi ve çocuklarımı getiriversin.Hanımına da şunu şunu iste diye tembih etse gerek,yeni gelin alır gibi,,altınıyla beyaz eşyasıyla bir kere daha ev düzdürdü bana.Dokuzuncu dükkanı açtırdı.

O zaman beni bir kere daha ikna eden Fikret hoca elli yaşından sonra bana öyle bir ders verdi ki uzun uzun anlattığım bu mesele o dersi sana anlatabilmek içindir.

Dedi ki;
-hocam bazı insanlardan uzak durmayı bilmezsen başın beladan kurtulamaz.Bunlar kim biliyor musun.
-Kim?
-Allah’a inanmayan,annesine babasına dargın olanlarla,kocasına düşman olan kadınlar.
-hikmeti nedir pekiyi hocam..
-İnsanın üstünde en fazla hak sahibi, Allah tır değil mi ?
-Evet.
-Eee sonra Anne ve baba değil mi? Ve ekmeğini yediği koca..
-Evet..

-Eee sayın hocam,bunların hakkını vermeyen senin hakkını verir mi?.Bunlardan dost olur mu? Bunlara acınır mı? Allahın gazabına uğramışlara sen nasıl yardım edebilir yola getirebilirsin ki.Bu tip insanlar tövbe edip Allah’ın rahmetine dahil olmadan sen, ben,bir başkası asla yardımımızla bir yerlere getiremeyiz.Bunları bırakacaksın yıkıldığı yere kadar gidecek.Ya Allah’a yönelecekler ya da cehennemlerini boylayacaklar.Su testisi su yolunda kırılıp gidecek.
Dedi.Daha neler dedi.
Hayatımın öğüdüdür.Binlerce cilt kitap okudum, böylesini elli yaşımdan sonra öğrendim.Sonradan anladım ki ben de cezalılardandım,o güne kadar bu kolay mantığı yakalamama Allah izin vermemiş.Çocuklarım diye,dünya peşinde koşarken Mevla mı ihmal etmişim.

Birgün,en içten yakarışla bu başıma gelenlerin hikmetini bildir ya Rabb diye inlediğimde,sağ kulağıma atıftan bir ses;

-Sen beni terk ettin,ben seni hiç terk etmediğim halde sen beni terk ettin,kulum dedi.Başka yollarla akıllanmadığımı gören Mevla kulağıma seslenerek beni uyandırdı.

Çok uzun oldu.Seninle daha konuşmalıyız,Gül kızım…Senin derdin de ne oluyormuş.Gel de dertli gör.

Hadi,görüşmek üzere.İyi geceler.
Dost acı söyler sözü de nerden aklıma geldi şimdi.Tamam..Yazdım işte.


nertenn


4/20/2009 10:31:02 AM

tavsiyenize uyarak takip ediyorum gül’e mektuplar yazınızı sayın hacı ali bey
bir anne babanın asıl görevi allahın izniyle dünyaya getirdikleri (ki bu zaman ve mekan da allahın izniyledir ve allahın her zaman ve mekanı değerlidir.bence sizin vefasız oğlunuza atfettiğiniz güzel zamanda ana rahmine düşmesi vs gibi)evlatlarını hakkıyla bakmak ve bakabileceği kadar evlat sahibi olmak.bu evlatlara kız yada erkek olarak ayırım yapmak Allah’a en büyük isyandır bence.bizi yaratan cinsiyetimize de karar veren o değil mi.diyorsunuz ki iki oğlumu öğretmenleri çok dövmüş benim yüzümden,nasıl bir zihniyet nasıl bir öğretmendir makbule hanım anlayamadım.esef duydum tanıdığım tüm öğretmenler adına.yalnız size de hayret ettim nasıl olurda çocuklarınıza bu denli uzak olabildiniz de sınıftaki durumlarının farkına varamadınız.

küçük kızım ilk okulda okumadan yazmaya başlamış,arkadaşları okuyunca ezberleyiveriyormuş.bir iki dedim öğretmenine yok dedi o sınıfın ilk okuyanlarından.inanmadı bir gazete alıp gittim okula ve öğretmenimize kızımı nasıl atladığını,aslında çocuğun okuyamadığını okul kitaplarını sadece ezberlediğini ispatladım .biraz geç de olsa anladı ama o kızım bunun acısını hala çeker.sizinki de sizin ve öğretmeninin yanlışını hala çekiyor.öyle kolay değil sayın hacı ali sonradan ben elimden geleni yaptım o hayırsız çıktı falan filan.çok üzgünüm çok özür diliyorum bu benim düşüncem.
zamanında daha küçükken çocuklarımıza veremediklerimizi sonradan istesek te veremiyoruz artık.

tabi bizler vicdan azabıyla bir şeyler yapmaya çalışsak da olmuyor.bir de ben şöyle düşünüyorum rabbim her birimize bir sınav veya birkaç sınav koyuyor işte sizin sınavınız da bence bu oğlunuz .sadece sevin bence oğlunuzu yol değiştirin ne olursa olsun bir anne baba evlatlarını karşılıksız sevmeli .hep var olduğunu hissettirmeli onlara sevgisi vermeli öncelikle..

dedim ya sayın hacı ali bu benim düşüncem .kimseyi eleştirmek yada kırmak deil derdim .
gelelim gül kızımıza.
evet anladığım kadarıyla o da sevgisiz ilgisiz büyümüş.kız olduğu için aşağılanmış.kendi isteğiyle değil ablaların etkisiyle kapanmış saçı belki ama ya yüreği ,yüreciği.hala sevgi arayışı içinde.o yüzden babasından görmediği sevgiyi belki görürüm diye başka erkeklerde arıyor.

akıllı olmalı bence .önce kendini sevmeyi öğrenmeli.ne değerli olduğunu rabbinin onu ne çok sevdiğini bilmeli.her olumsuzluğa sevgisizliğe rağmen çıkar yolu bulmuş.okumuş ve kendi ayakları üzerinde durabilecek hale gelmiş.
bir kadın önce kendi ayakları üzerinde durmalı,kendine saygı duymalı,kendi ekmeğini ama ev kadını olarak ama iş kadını olarak çıkarmalı(diyorsunuz ki kocasının ekmeğini yiyor kadın diye çok üzüldüm bu düşüncenize kadın evde ağır işçi ama eş bunu farkına varmıyorsa yaptığı haksızlığı Allah’a havale ederim).kendi insiyatifini,kendi yaşamının ehliyetini kimseye vermemeli.Allah ona akıl da vermiş fikir de

(ki okumuş)önce insan olduğunu bilmeli.önce rabbini ve onun yarattıklarını sevmeli karşılıksız.alamadığı,ondan esirgenen sevgiyi doğru şekilde vermeye başladığın da görecek bakın herşey nasılda yoluna girecek.

çiçeği sev bebeğim,böceği,kurdu, kuşu ,dağı ,taşı.her zerrede rabbimi göreceksin.sana varlığını hissettirecek.ve senin ne değerli olduğunu .

şu an ağlıyorum gül.karşımda bir papatya var bir arkadaşım çok çalıştığım dışarı çıkmaya vaktim olmadığı için ama doğayı çok sevdiğim için bana getirmişti.üç gündür karşımda seviyorum onu konuşuyorum.ve şimdi şu yazıyı yazarken gördüm ki tomurcuk vermiş.bir bebeği olacak papatyamın .onu ne sevdiğimi ne değer verdiğimi fark etti.koparılmışlığa rağmen sevgimle dimdik ayakta ve tomurcuklandı.rabbimin izniyle doğru yolda olduğumu bana gösteriyor.

herşeyin sevgiyle başladığını sevmek gerektiğini dedim ya önce rabbimi sonra en değerli yarattığı insanı ve her şeyi
sevgimle,rabbimin izniyle
size bu yazılarınız için bu paylaşımınız için binlerce teşekkürler sayın hacı ali bey

nertenn tarafından 4/20/2009 10:34:19 AM zamanında düzenlenmiştir.




4/20/2009 2:24:08 PM

çok çok güzeldi..yazınız için size teşekkür ediyorum hacı ali bey..var olun...saygılar..





4/20/2009 4:42:05 PM

Sayın nertenn;


Yazıya gösterdiğiniz ilgiye,yaptığınız yoruma ne kadar teşekkür etsem azdır.Yazı serilerimiz doğrudan yardım almak isteyen kızlarımızla evlat baba,öğrenci öğretmen,iki insan ilişkisi olarak başladı.Maksat dertleşmek,karşılıklı etkileşmek,mümkünse yardımlaşmaktı...

Belli bir seviyeye geldiğinde kızlarımızdan birisinden kendiliğinden gelen yayınlanması fikrini,diğerlerine de ben teklif ettim.Kabul edenleri yayınladık,etmeyenler aramızda kaldı.Hatta mektuplarını yayınlatanlar bazı mektupların yayınlanmasını istemeyenler de oldu,seri içinden o bölümleri atladık.Amaç hizmetti.İncitmeden yardımcı olmaktı.Doğrudan gönüllere hitaptı.

Ortalama otuz kırk kişilik okuma sayısına ulaşan bu mektuplar,blok sayfamızda daha fazla okuyucu tarafından taktir edildi.gide gide her mektup daha çok ziyaretçiye ulaştı...tavsiye üzerine okuyup bizden yardım talep edenler oldu.Elden geleni esirgememek üzere tavsiyelerimize uyup kendilerinde değişim hissedenler olduğu gibi,ilişkimizi kısa kasenler de var.

Mesela bu Gül hanımla ilişkimizi kısa kesmek zorunda kaldık.
Devamında nedenlerini de göreceksiniz.

Doğrudan klavye başına oturup sıcağı sıcağına cevapladığımız mektuplarda duygusal davrandığımızdan,hem mantık hataları hem yazım kurallarında yanlışlarımız var.Sonradan değiştirmek samimiyete ve duygu aktarımına zarar verir kaygısıyla değiştirilemedi.

Maksat güzel yazı değil güzel iletişim idi.

Kendi kusurlarımı kızımıza aktarmakla,herkesin kusurlu davranmaya açık olduğunu anlatmak istedik.Kendisini ölçüsüz olarak suçlamak suretiyle yaralanmalarını önlemekti.

Bazı hatalarını yüzüne vurmaktan maksatta,biraz da kendine baktırmak,şok yaratıp akla ayar yapmak olarak değerlendirilmeli sanırım.Amacımız buydu..Başaramadık ise kusur bizimdir.

Ben de kızlarımızdan gelen hemen her mektupta ağlamışımdır...Nedense kadınlarımızın kızlarımızın düştükleri incitici durumlardan daha fazla acı duyuyor olmamdır.Erkeklere nazaran daha duygusal davrandıklarından,iyi niyetlerinin sık sık suistimal edilmesinden, hep mazlum durumda oldukları fikrinden kendimi alamıyorum.Aslında her zaman öyle olmadığını bildiğim halde.

Özellikle namus konusunun kadınların meselesiymiş gibi algılanmasından öfke duyuyor erkeklere kızgın,kadınlara fazla merhametli davranıyorum.

Hem kız babası hem erkek çocuk sahibi olduğumdan ve otuz yıl ilkokul çağındaki sabi sübyanla bire bir ilişki kurup her dertlerine aşina olduğumdan adil olduğumu zannediyorum.

Kendi çocuklarım arasında ayırım yapmadığım gibi,öğrencilerimle kendi çocuklarım arasında da yapmadım.En azından yapmadığımı zannediyorum.

Bu çocuklara nasıl yansıdı onu da bilmek mümkün değil tabii.

Her çocukta kendi adalet duygusuyla beni yargıladı muhakkak.Neyi neden o şekilde yaptığımızı her zaman açıklayamadığımıza göre,adil olmak hem zor hem de çetrefil kararların ardından gelen bir hüküm olduğundan ve yalnız adalet yapmaya çalışanın bildiği sebeplere dayandığından muhatapları tarafından yanlış değerlendirilmesi kaçınılmaz bir durum.

Yoksul bir ailenin yatılı okuyarak öğretmen olmuş,yedi çocuğundan ikincisi olarak ilk zamanlar zorluklarla boğuşan anne babama yardım edeyim isterken,sonraları da artan nüfus nedeniyle fukaralığın pençesine düştüm.Olmadık ek işlerle geçimimi sağlamaya çalıştım.

Yirmi iki sene ücra köylerde her nimetten yoksun yaşadım.Doktoru nereden bulacaksınız,ebeye nasıl ulaşacaksınız ki.

Üstelik her doğum kontrol metodunun ekstraları bize denk gelmişti ve korunduğumuz halde hamile kalmıştık.Ve ana rahminde öldürmeye kıyamamıştık.

Yani,kimsenin kontrol edemediği gibi ben de bazı şeyleri kontrol edemedim.Aczimi itiraf etmeliyim.

Şimdi dönüp baktığımda geriye,ben de keşkelerden kendimi alamıyorum.Ama o zamanlarda farkına bile varmadığınız bir kusurunuzdan dolayı pişmanlık dursanız ne faydası var.Dönüp değiştiremeyeceğiniz hatalara karşı ancak Hakk’tan istiğfarla yetinirsiniz.Ötesi mahcubiyettir.

Her dava kendi delilleriyle,çevre şartlarının etkisi göz önünde tutularak en son yasalara göre görülür.

Ne yazık o zamanlar bazı şeyler suç sayılmıyor,bugünün kabahatleri o zamanlar meziyet olarak değerlendiriliyor,beklentiler çok farklı,hakimler daha bizden yana kararlar veriyordu.

henüz AB normları vicdanlarımızda neşvi nema etmemiş,bakış açılarımız bu kadar küresel hale gelmemişti.

Otuz yıl önceyi bugünün anlayışıyla yargılamak ne kadar doğru ve adil olur düşünmek gerekir.
Bu günün doğrularının yarın ne kadar yıkıcı sonuçlar doğuracağı da ayrı bir konu..Kesin iyi sonuçlar vereceğini kim garanti edebilir ki.

Toplumsal konularda doğrular sürekli değişmiş.Bunu tarihten öğreniyoruz.Ve yüksek beklentilerin silik,ören yeri mezarlığından ibarettir tarih.

Bilimin kesin doğruları ile vahiyden gayri herşey sürekli değişmiş.

Bilimsel denilen verilerin bile ömrü bazen birkaç ay sonra değişir hale gelmişken hangi kesinlikten bahsedebiliriz ki.

Rüzgarın önündeki yaprak misali,ademoğlu ezeli kader ile,iradesine terk edilenler arasında bazen kantarın topunu kaçırarak yaşıyor,ara sıra ilahlık taslamadan edemiyor.

İşin farkına varıldığı zaman geriye dönüş olmuyor,geçmiş acılarıyla ve sevinçleriyle tarihin yargısına terk ediliyor.

Biz insanların da kısa tarihlerimiz var değil mi.

Yaptığınız yorumla beni mutlu ettiniz.Uyarılarınızın bazılarını uygulama şansım halen var.

Dünyanın en merhametli insanı olduğumu kendi kendime itiraf ediyorum.

Acılarımın yüzde doksanını bu merhametimin suiistimal edilmesi oluşturdu.
Ama nihayeti ben de bir aciz zerreyim.Herşey ilahi gücün kayıtsız şartsız etkisi altında,Allah'ın rahmet ve merhametine havaledir.

saygılarımı selamlarımı kabul ediniz lütfen.Ve yazılarıma ilginizden mahrum etmeyiniz.Bel ki bir hayıra vesile olursunuz.

( Bir Yazı Üç Yorum başlıklı yazı HaciAli Bayram tarafından 20.04.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.