SELMA VE SABİH
Beyrut’taki evinde oturmuş, Arabistan’ın parlak mehtabını seyreden aşk; iletişim kurmak için telefonların olmadığı bir çağda mahremiyetini birilerine emanet etmeliydi. Kuşların ayaklarına sarılmış, atlıların kulağına gizlice fısıldanmış, yetmeyince de kağıtların okyanusu andıran satırlarının arasına bir gemi olup yelkenlerini açmıştı..
Günümüzde pervasızca karşıdakini mülkiyeti olmaya davet eden bir bakış, bir mesaj, tutkunun esiri olup adına aşk denerek cüret edilen bir buluşma daveti aşkın o arınmış büyüsüne gölge düşürdü. Selma ve Sabih’in yaşadığı yıllarda aşk; saadetin mor sümbüllü dağ zirvelerinden mutsuzluğun bataklığa benzeyen ızdıraplı günleri arasında akla zarar yaşanan bir şeydi. Yirmi yaşlarında cıvıl cıvıl bir genç kız olan Selma, bir arkadaş gezintisinde diğerlerinden geride yürürlerken kız arkadaşının kocasının titrek bir sesle “Sizi seviyorum!” demesinden sonra “Siz çok fena bir gençmişsiniz!” diyebildi.
O günden sonra Selma, “İki senede karım benim en kutsal hislerimi öldürdü. Haftada bir, iki defa görebildiğim siz, bende hiç bilmediğim duyguları canlandırdınız.” itirafını düşünüp durdu. Odasına kapandı, kendi kendini suçlamaya başladı. Günler birbirini kovalarken bu acı kapanı altı ay devam etti. Kendine kızıyordu ama bir yandan da onu düşünmeden edemiyordu. En yakın kız arkadaşı bazen ona uğruyor ve Sabih’ten bahsediyor Selma daha da kahroluyordu. “Ne oldu sana böyle arkadaşım” diyordu. Selma suçlu ve bitkin onun gözlerinin içine bakıyor ve yüreğinden “Affet beni..!” diye gizli çığlıklar atıyordu. Yemiyor, içmiyor, yeterince uyumuyor ve dışarıya hiç çıkmıyordu. Ağlıyor, feryat ediyor ve kendinden iğreniyordu..
Kimseye bu bahsi anlatamayan Selma eline kalem ve kâğıda alıp Napoli’deki kız arkadaşı Semiha’ yazmaya başladı. Aralıksız yazıyor, hem dertleşiyor hem de sanki günah çıkarıyor, bir nebze olsun rahatlamaya çalışıyordu. Bir gün Sabih onu Adalar’a gezintiye davet etti. Gitmeyecekti, kararı katiydi ama dayanamadı ve bir gününü onun yanında rüya gibi geçirdi. Eve gelince yine aynı cehennemin içine düştü, neşesiz yalnız ve suçlu.. Semiha’nın mektupları geliyordu gelmesine de onun derdine ortak olmuyordu aksine her mektubu daha şiddetli ve daha çok hakaretle dolu oluyordu..
Bir gün Sabih’in dadısı gelip Selma’ya “Sabih çok hasta, hep sizi sayıklıyor. Bir an gelseniz, sizin için öleceğini söylüyor.” dediğinde iki kadın karşı karşıya ağlıyordu.. Karısı annesinin evinden hala dönmemişti ve Selma tifo olmasına aldırmadan Sabih’in boynuna sarılıyordu. Doktor, Selma’ya hastadan uzak durması için uyarıyor “Kızım siz daha çok hastasınız” diyordu. Selma için eve döndüğünde annesinin “Bize de kendine de acı, şu zehri bırak artık!” diyen feryatlarına aldırmadan acılarına son veren etere sarılıp derin bir uykuya dalmıştı. Fayda yok fazla sürmeden Sabih bu dünyadan göçmüştü. Bunu duyan Selma ağlayıp, haykırırken bayılmıştı. Gözelerini boş bakışlarla açtığında Şişli Fransız Hastanesi’ndeydi..
İnsan şu günümüzde anlamadan, özümsemeden, saygı duyulmadan çabucak tüketilen şeyin aşk olduğunu söylemekten utanıyor. İki iri lacivert gözün insanı ne dipsiz ateşlere ne acımasız tufanlara sürükleyeceğine inanamıyor. Aşk, kanatları avuçlara değen bir kuş gibi içimizi ısıtırken; serbest bırakmakla boynunu sıkıp onu öldürmek arasında neye karar vereceğimizi bekliyor..
Mavi Yıldırım
(
Selma Ve Sabih başlıklı yazı
MaviYıldırım tarafından
29.04.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.