
Ömrümce ayakta
durmakta epeyce zorlandığım oldu. Hatta çoğu zaman ayakta da duramadım, yere
düştüm. Ancak her defasında ayağa kalktım. Çünkü kalkmam gerekiyordu. Çünkü
yaşamam gerekiyordu. Kolay bir yaşamım olduğunu söyleyemem. Kaderim bana hiçbir
zaman kolay bir yol sunmadı. İşlerim hep zorluklarla ve mücadelelerle
tamamlanabildi. Hala da işlerimi zorluklarla ve mücadelelerle nihayete erdirebiliyorum.
Şimdi böylesi bir yaşamın bana kazandırdıkları hakkında nutuklar atacak da
değilim. Bir şey kazandırdığını da açıkçası düşünmüyorum. O zaman ne diye
yazıyorum bu satırları? Birilerine mesajlar verilmeyecekse, herhangi bir erdemi
anlatmayacaksa neden yazar ki insan? Elbette bu sorunun cevabı benim için
oldukça basit. Yazıyorum çünkü yazmam gerekiyor. Yazıyorum çünkü benim.
Ben olmak nasıl
bir şeydir diye sorarsanız pek de merak edilecek bir tarafım yok. Sıradan,
ortalama bir insanım işte yani herkes gibi, hepiniz gibi. Pek öyle övülesi
meziyetlerim filan da yok. Çok zeki değilim, çok kabiliyetli değilim, çok
inatçı değilim, çok planlı değilim esasında hiçbir şeyin çoğu değilim. Hatta
çoğu şeyde de oldukça azım. Ben sıradan bir insanım Hayatta bana ayrılan sürede
hayatta kalmaya çalışıyorum o kadar. Aslında bana sorsalar bu dünyaya gelmek de
istemezdim. En azından şu andaki ben olarak dünyaya gelmek istemezdim.
Şimdilerde meşhur bir söz var “Coğrafya kaderdir.” diye. Yalnızca coğrafya mı
kaderdir? İnsanın doğduğu ev, ailesi, bilcümle sülalesi ve en çok da babası ve
annesi kaderidir. Ben maalesef ki ebeveynleri yönünden şanssız bir insanım. Bu
satırları okuyan çoğu insan mübalağa ettiğimi düşünecektir ve hatta bir adım
daha öteye giderek benden daha kötü şartlarda yaşayan insanları örnek
göstererek beni teselli etmeye çalışacaklardır. Ne kadar da ahmakça bir teselli
biçimidir bu. Zira benden daha iyi durumda olanlar da var diye mutsuz mu
olayım? Çok zavallı bir düşünce bu. Ben başkasını bilmem, başkasının ne
yaşadığını da bilmem. Ayrıca başkasının yaşadıklarının kendisine nasıl
hissettirdiğini de bilmem. Ben kendimi bilirim. Ben kendi yaşadıklarımı bilirim
ve ben kendi yaşadıklarımın bana ne hissettirdiğini bilirim. Gerisi boş laftır
benim için. Boş lafları dinlemekten de usandım artık. Elbette insan kıyas yapar, kıyas yapmadan bir
denklem ortaya koymak mümkün değildir. Ama kıyas yaparak da insan yaşadığı
kötülüklerin hissettirdiklerini unutamaz. Unutması da düşünülemez. Zira ben
ömrümce itelendim, ötelendim, ötekileştirildim.
En büyük
talihsizliğim elbette ebeveynlerim yani anne ve babamdı. Bence herkes çocuk sahibi
olmamalıdır. Nasıl ki araç sürerken bile insanlardan ehliyet isteniyor çocuk
sahibi olmak isteyen insanlardan da benzer bir ehliyet istenmelidir. Her
isteyen özgürce çocuk sahibi olunca mutsuz çocuklar çıkıyor ortaya. Genç yaşta
yalnızca hormonlarının etkisiyle ve aile baskısıyla evlenen anne ve babam bir
çocuk sahibi olmaya ne kadar hazırdılar? Zaten kendileri birer çocuk olan bu cahil
çocuklara bir çocuğun sorumluluğunu vermek pek akıllıca bir iş miydi? Babam
beni pek sevmezdi ve sanırım annem de beni hiç sevmedi. Ancak bu şekilde asıl
sevmedikleri bizzat kendileriydi. Çünkü ben anne ve babamın toplamıydım.
Onların genlerini taşıyordum, onların kusurlu genlerini. Onların bedenlerinden
bir parça olarak dünyaya gelmiştim. Ne yani iki kusurlu birleşip bir kusursuz
mu dünyaya getireceklerdi? Böyle bir şey mümkün müydü? İki portakalı sıkarsanız
portakal suyu elde edersiniz, iki portakalı sıkıp da elma suyu çıkmasını
beklemek nereden bakılırsa bakılsın ahmaklıktır, budalalıktır. İşte bu
ahmaklığın ve budalalığın içine doğmuştum. Daha ne gibi bir şanssızlığım
olabilirdi ki? Sanırım erken konuşmuştum. Çünkü ömrümün tamamı bir
şanssızlıktan ibaretti. Ben çocukken korkaktım, zayıftım, kırılgandım,
çirkindim ve tüm ebeveynlerim bu kusurlarımın kendilerinden değil bizzat benden
kaynaklandığını düşünüyorlardı. Sevilmek istiyordum ama sevilmiyordum. Her
zaman benim arsız bir çocuk olmamdan korktular. Belki de kendilerinden
korkuyorlardı. Korkaktım çünkü en küçük hatamda bile şiddet görüyordum.
Zayıftım çünkü şiddetle çok muhatap olmuştum ve iyi beslenemiyordum.
Kırılgandım çünkü kendimi gerçekleştirmeme imkân verilmiyordu hiçbir zaman.
Çirkindim çünkü ebeveynlerim yoksul ve cahildiler. Yalnızca zenginlerin
çocukları şirin ve güzel olur yoksa bu gerçeği bilmiyor musunuz? Ben çok iyi
biliyorum bu gerçeği.
Velhasıl-ı kelam
olmayınca olmuyor ve hatta ne yapsam olmuyor, olamıyor.