
HASET
YAZAN:OĞUZ BATIN
Hasedin sonu,vicdanlı bir insanın yüreğine denk gelmektir.
Gün Mobil, kentin
gökdelenleri arasında sıradan bir çağrı merkezi gibi görünse de içeride işler
başka türlü yürürdü. Onlarca operatör gün boyu kulaklıkla reklamlar yapar, kampanyalar
sunar, müşterileri ikna etmek için diller dökerdi. Ama gerçek mesai, kulislerde
başlardı.
Yüsra, ekibin en eski çalışanlarından biriydi. Disiplinliydi, işini iyi
yapardı, ama içindeki hırs sessizce büyürdü. Onun gözünde patron Ardıç Bey’e
yaklaşan herkes tehlike arz ederdi. Özellikle de Gamze.
Gamze ofisin en dikkat çekici ismiydi. Giyimiyle, kahkahasıyla, dans eder
gibi yürüyüşüyle adından söz ettiriyordu. Birçok kişinin ilgisini çekerdi, ama
en çok da Yüsra’nın nefretini.
“Altına yatıp da terfi alıyor,” demişti Yüsra bir gün öğle arasında.
Yanında Zeynep, Merve ve Ayşen vardı. Üçü birden başlarını salladı. Gerçekten
böyle bir şey olmuş muydu? Kimse bilmiyordu. Ama dedikodu kar topu gibi büyüdü,
sonunda bir çığa dönüştü.
Gamze yalnız bırakıldı.
Gamze artık ortak
kahvelere gitmiyordu. Kimseyle sohbet etmiyor, sadece işine odaklanıyordu.
Yüsra ve arkadaşları ise gün geçtikçe daha da acımasızlaşıyordu.
Bir gün Ayşen, fotokopi odasında Gamze'nin dosyalarını düşürüp üzerine
bastı. “Yanlışlıkla,” diyerek güldü. Merve müşteri listesinde Gamze’nin adı
geçen numaraları silmişti. Zeynep, onun masasındaki süsleri çöpe attı.
Ama Gamze hiç karşılık vermedi. Sadece sustu. Yüzünde belli belirsiz bir
gülümseme vardı. Bu daha da sinir bozucuydu.
“Ne oynuyorsun Gamze?!” diye bağırmıştı bir gün Yüsra, lavaboda onu
yakaladığı anda. Gamze dönüp şöyle dedi:
“Sen beni kötü görmek istiyorsun, çünkü ben senin görmek istemediğin
tarafını yansıtıyorum.”
Yüsra anlamamıştı. Ama bu sözler zihninin bir köşesine yerleşti.
O gece yağmur,
gökyüzünü delip geçmiş gibiydi. Şehirde sel alarmı verilmişti. Yüsra eve yalnız
dönmüştü. Apartman bodrum dairesindeydi. Su hızla yükseliyordu. Alt kattaki
komşular bağırıyor, elektrikler kesiliyor, telefonlar çekmiyordu.
Yüsra camdan dışarı baktı. Sokak göle dönmüştü. Kapı açılmıyordu. Su
dizlerine kadar çıkmıştı. Panikledi.
Tam o anda, camda bir el belirdi.
“Yüsra! İçeride misin?!”
Gamze’ydi bu. Pantolonunu dizine kadar sıvamış, elinde bir kırık kürekle
kapıyı kırmaya çalışıyordu. Komşuların hepsi kendi derdindeydi ama Gamze, onun
için geri dönmüştü.
Kapı açıldı. Sular dışarı boşaldı. Yüsra yere kapaklandı, dizleri
titriyordu. Gamze kolundan tuttu.
“Hadi. Hayatta kalman için bana ihtiyacın var,” dedi kısık ama kararlı bir
sesle.
Ertesi sabah, belediyenin
geçici barınağında battaniyelere sarılmış oturuyorlardı. Yüsra titreyen sesiyle
konuştu:
“Neden yaptın? Bunca şeyden sonra... Ben sana hep kötü davrandım.”
Gamze başını salladı. “İnsanlar bize ne yaptıklarıyla değil, biz ne
olduğumuzla değerli oluruz. Ben kim olduğumu sana göstermek için değil, kendime
unutturmamak için geldim.”
Yüsra sustu. İçini ezip geçen bir şey vardı. Bir pişmanlık, bir utanç, bir
arınma ihtiyacı.
“Ben... özür dilerim.”
Gamze gözlerini kaçırmadan baktı.
“Ben seni affettim. Ama sen kendini affetmeyi öğrenene kadar bu yara sende
kalacak.”
O gece konuşmadılar. Sadece aynı battaniyeye sarılıp uyudular.
Gün Mobil’e dönüşleri
dikkat çekiciydi. Yüsra artık tek başına oturuyor, arkadaşlarıyla araya mesafe
koymuştu. Merve, Ayşen ve Zeynep hâlâ Gamze’ye bakışlarını kaçırıyordu.
Ama ofisin havası değişmişti.
Gamze terfi aldı. Fakat bu kez kimse bunun nedeni konusunda dedikodu
yapmadı. Herkes görmüştü. Zor zamanlarda kim ayağa kalktı, kim el uzattı, kim
sustu.
Yüsra o günden sonra daha sessiz, daha derin biriydi. Herkes değişmişti ama
en çok o.
Bir gün Gamze’nin yanına gelip bir şey fısıldadı:
“Senin kadar güçlü olmayı isterdim.”
Gamze gülümsedi.
“Güç, haklı olmak değil. İnsanca kalmak.”