Saygı


Bazen bir bakış, bazen bir sözcük, bazen de suskunluğun kendisidir saygı. İnsan, bir nehrin iki yakasında durmuş gibidir; bir yanda kendisi, diğer yanda öteki. Aradaki köprüyü yıkmak bir anlık iştir, öfkenin kıvılcımı, bencilliğin kör darbesi yeter. Ama o köprüyü inşa etmek, taş taş örmek, her bir harcın içine sabır, anlayış ve incelik katmak işte asıl mucize budur.  Saygı, bir çiçeğe dokunurken köklerini incitmemektir. Bir insanın ruhuna girdiğinde ayakkabılarını çıkarmaktır. Kimi zaman bir annenin evladına bıraktığı boşluktur; "büyüdün artık" der, ama elini uzaklaştırmaz, sadece mesafeyi saygıyla doldurur. Kimi zaman da bir sevgilinin kalbine bıraktığı iz; "sen de varsın" der, "benimle değil, yanımda da değil, ama tam da olduğun yerde…"

Modern zamanların labirentlerinde kaybolmuş insan, saygıyı unuttu. Oysa saygı; Bir kitabın sayfalarını çevirirken yırtmamak gibi, bir şarkının nakaratında sözleri bozmamak gibi, bir resmin çerçevesine dayanıp tuvali zorlamamak gibidir Her insan bir sanat eseridir ve ona yaklaşırken fırça darbelerine, renklerin dağılışına, hatta çatlaklarına bile hürmet etmek gerekir. İkili ilişkilerde saygı, iki yalnızlığın birleştiği yerdir. Birbirine değmeden yan yana durmak, gölgelerin birbirine karışmasına izin vermek, bazen "seni anlıyorum" demek yerine "anlamaya çalışıyorum" diyebilmektir. Aşk bile saygı olmadan bir yangına dönüşür; her şeyi yakar, geriye küller ve pişmanlıklar bırakır. Oysa saygı, aşkın nefes almasıdır; "Sen benim olsan da, asla bana ait değilsin" diyebilmenin inceliğidir.

Bireysel dünyamızda ise saygı, kendimize verdiğimiz bir sözdür. Kendi sınırlarımızı bilmek, kırgınlıklarımızı kılıç gibi savurmamak, içimizdeki çocuğu korurken başkalarının içindeki çocuğu da incitmemektir. Bazen en büyük saygı, kendine duyduğundur; "ben buyum" diyebilmek ve "sen de busun" diyebilmektir. Belki de saygı, hayatın bize verdiği en büyük armağandır. Birini sevmek yetmez, saymak gerekir. Birini tanımak yetmez, hikâyesine dokunurken elini titretmemek gerekir. Çünkü her insan, bir evren kadar karmaşık ve bir damla su kadar kırılgandır. Esasında saygı, bir aynadır. Nasıl yansıtırsan, öyle görürsün. Kırarsan, parçalarında hem sen, hem o, hem de bütün insanlık kanar.

Saygı, sanmayın ki sadece bir nezaket kuralıdır, yaşlıya el öpmek, kapıyı açık tutmaktır. Hayır, o çok daha derin, çok daha kadim bir ayindir. O, ben'in ötesinde, biz'in kalbinde atar. Bir aynanın karşısında durduğumuzda kendimizi gördüğümüz gibi, saygı da ötekinde kendimizi görme sanatıdır. Başkasının acısını hissetme, onun varlığına alan açma cesaretidir. Toplum dediğimiz o karmaşık ağ, her birimizin diğerine uzattığı görünmez ipliklerle örülüdür. Saygı, o ipliklerin kopmaması için atılan düğümlerdir, her bir ilmik, karşılıklı bir anlayışın, bir kabullenişin sessiz yemini. 

Bir metropolün uğultusunda, her bir bina kendi gölgesini uzatırken, insanlar birbirine çarpmadan geçip gider. Ama saygının olmadığı bir yerde, o çarpışmalar daha sık, daha şiddetlidir. Sözler zehirli oklar gibi fırlatılır, bakışlar bıçak gibi keser. Herkes kendi hakikat kalesine sığınır, surları yükseltir, kapıları kapatır. İşte o zaman toplumsal refah, kırılgan bir kelebek misali kanatları kırılır, uçamaz olur. Refah, sadece cebin doluluğu, karnın tokluğu değildir. Refah, aynı zamanda ruhun dinginliği, kalbin huzurudur. Bu huzur, ancak karşılıklı saygının ekildiği topraklarda yeşerir.

Bir resim çizmek gerekirse saygı ile ilgili: Toplum, devasa bir orkestraya benzer. Her bir birey, farklı bir enstrümandır. Kimi keman, kimi piyano, kimi davul. Saygı, bu enstrümanların birbirinin sesine kulak vermesidir. Birbirinin notalarını ezmeden, ritmini bozmadan, ahenk içinde çalabilme yetisidir. Eğer her enstrüman sadece kendi sesini duyurmaya çalışırsa, ortaya çıkan tek şey kakofoni olur. Gürültü, baş ağrısı, tahammülsüzlük yani kaos sarar her bir yanı. Oysa saygıyla çalındığında, enstrümanlar birbirini tamamlar, ortaya çıkan melodi ruhları okşar, kalpleri birleştirir. İşte o melodiye toplumsal refah denir.

Çağımızda, ekranların parıltısında, sanal dünyaların labirentlerinde, saygı giderek daha çok gölgelere karışıyor. Anonimliğin perdesi ardında, sözler daha kolay kırar, yargılar daha keskinleşiyor. Herkes kendi doğruluğuna inanmış, diğerini susturma telaşında. Ancak unutmayalım ki, bir tohumun yeşermesi için toprağın ve suyun uyumu gerektiği gibi, bir toplumun da refaha ulaşması için saygının ve anlayışın uyumu şarttır.

Saygı, sadece bir "lütfen" ya da "teşekkür ederim"den ibaret değildir. O, bir duruştur, bir felsefedir. Başkasının varoluşunu onaylamak, onun görüşlerine değer vermek, farklılıklara rağmen ortak bir zemin bulma çabasıdır. Belki de yeniden, o sessiz akan nehrin sesini dinlemeliyiz. Kendi sesimizi kısmayı, başkasının sesine yer açmayı öğrenmeliyiz. Çünkü ancak o zaman, toplumsal refahın kırılgan ama bir o kadar da muhteşem mimarisini yeniden inşa edebiliriz. Her tuğlası sabır, her harcı anlayış, her çatısı saygıyla örülmüş bir mimari.

Birbirimize bakıyoruz. Ama görmüyoruz. Dinliyor gibi yapıyoruz. Ama duymuyoruz. Birbirimizin üzerinden geçiyor kelimelerimiz, tıpkı kalabalık bir şehirde karşılaşan iki yabancı gibi: başları önlerinde, göz teması yok, yürek teması hiç yok. Saygı; eskiden mektupların sonunda yer alırdı. “Saygılarımla” yazardık. Şimdi cümlelerimizin başına geçmesi gereken bu sözcük, suskunlukla değiş tokuş edildi. Saygı; artık sadece yaşa, makama, menfaate gösterilen bir reverans gibi algılanıyor. Oysa saygı; karşındakinin varlığına “evet” diyebilmektir. Onun dünyasını, senin dünyandan ayrı ama eşit görmektir. Bazı şeyler görünmez ama eksildiğinde her şey çöker. Tıpkı kökleri görünmeyen ama devasa bir çınarı ayakta tutan toprak gibi. Saygı da öyle bir şeydir işte. Olmadığında konuşmalar çatallaşır, sesler birbirine batar, bakışlar iğne gibi saplanır. Çünkü saygı, insanın insanla kurduğu en derin bağdır. Sevgiden önce gelir. Adaletten önce gelir. Çünkü saygı yoksa, sevgi keyfî olur; adalet ise sadece güçlüden yanadır. Bir çocuğa saygı duymazsak, onu sadece emirleri uygulayan bir makineye dönüştürürüz. Bir yaşlıya saygı duymazsak, onu geçmişte kalmış bir eşya gibi görürüz. Bir kadına, bir erkeğe, bir işçiye, bir düşünceye, bir sessizliğe saygı duymazsak, Yavaş yavaş çürürüz.

Saygı, bir çiçeği sulamak gibidir. Senin elinden çıkan bir eylemdir ama büyüttüğü şey başkasının içindeki bahçedir. Her sulanan bahçe, bir gün senin gölgen olur. Toplum dediğin şey; birbirine omuz veren, birbirine alan açan, birbirinin sınırına dokunmadan var olmayı bilen insanların bir arada durabilme sanatıdır. Saygı, bu sanatın fırçasıdır. Birbirimizi çizmiyoruz, birbirimizi silmiyoruz. Sadece var oluşumuza bir çerçeve çiziyoruz. Yol vermek bir saygıdır. Sessiz kalmak bazen bir saygıdır. Karşıt fikre kulak vermek bir saygıdır. Kendini başkasının yerine koymak bir saygıdır. Unutmamalıdır ki: En yüksek sesle konuşmak seni haklı kılmaz. Karşındakinin susması da onun haksız olduğunu göstermez. Belki de susan, içindeki saygıyı korumaya çalışan son insandır.

Saygı, bir tür şiirdir aslında. Her harfi bir insan, her dizesi bir hayat. Okumayı bilirsen, içinde sevgi de bulursun, merhamet de, vicdan da. Ama en çok insan bulursun. İnsanı insana insanla anlatan sessiz bir bağ ve o bağ koparsa sadece sözler değil, biz de birbirimizden düşeriz. İşte bu yüzden, birine “saygı duyuyorum” dediğinde, aslında demek istediğin şudur: “Senin varlığın, benim dünyamda bir anlam taşıyor. Sen yoksan, ben de eksik kalırım.”


( Saygı başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 17.07.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu