
Sen ki geceyi içine çekmiş bir teslimiyet;
gözlerinde şehrin bütün ışıkları sönmüş.
Bu diyar bir ayna; çatlak ve sırları dökülmüş,
her yansıma biraz daha eskitiyor benliğini…
Bazen bir uğultu, bazen bir yok oluşun nakışı;
akşamları camlara vuran çözülüşün son izlerisin.
Zamanın paslı raylarında sürüklenen bir vagon:
içi melalin mor çiçekleriyle dolu.
Artık sen yoksun, o eski yabancı;
dilimin ucunda unutulmuş bir ilahisin…
Sözlerin cifirle yazılmış bir kaside;
ne anlamı, ne de sonu var.
Şehrin damarlarında dolaşan bir nöbette
sokaklar birer sinir ucu; titreyen, hasta çağ…
Işıklar sızıyor asfaltın yarıklarından,
her gölge bir hesaplaşma; her ses bir ihanet.
Gece, kulaklarda sensizliği büyüten bir sesti;
o şarkıyı hâlâ mırıldanıyorsun, farkında değil,
varlığından bihaber neon ışıkları…
Oysa melodi zifirin kendisi;
her nota bir çöküş; her akor bir vedâ.
Kaldırımlar uzuyor artık bir uçuruma;
taşlar düşmüş meleklerin kanatlarından…