Yirminci asırda, çağdaşlığın, insani akıl ve izanın tavan yaptığı söylendiği bir zaman diliminde. Irkçılığı-vahşeti, kan dökmeyi adeta bir din buyruğu olarak algılamış. Ruhlarının en dip noktalarına kadar teröre bulanmış, Bütün insanlığın değer verdiği insani kavramları artık yitirmiş. Kadim değerlere -sözüm ona -bağlı olduğunu, yani insani erdemlere saygılı birer Yahudi olduklarını iddia eden bir avuç gözü dönmüş Militarist İsrail Faşizminin egemen olduğu İsrail Devleti ve Hükümeti-Bir milyar Müslüman nüfusun tam kalbinde, altı milyarlık dünyanın gözü önünde yaklaşık kırk yıldır Filistin"de-Gazzede kelimenin bütün anlamlarıyla soykırım uyguluyor. Çocuk, yaşlı, hasta, sivil demeden önüne çıkan her karaltıyı gözünü kırpmadan vuruyor. Hak, hukuk, adalet, merhamet gibi kavramlar anlam kaybına uğruyor.

Sadece Filistin toprağını işgal etmekle kalmıyor. Onları en insani haklardan bile mahrum bırakıyor. Sağlık hizmeti, Yemek, içmek, barınmak… Gibi temel insani hak ve hizmetleri almalarına izin vermiyor.2007"den bu yana Gazzeyi abluka altına alarak orada yaşamı çekilmez bir hale getiriyor. Ve hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyor diyebiliriz.

Ve ne acıdır ki dünya olup biteni sadece seyretmekle yetiniyor. ABD, AB ve diğer batılı kuruluşlar, göz boyama türünden, zevahiri kurtarma kınamalarıyla yetiniyor. Filistin toprağının etrafını kuşatan Arap kukla yönetimleri-sözde- kardeşleri cılız, korkak kınamalarla işi geçiştirmeye çalışıyorlar. Koskoca dünyada İran ve Türkiye"nin bu konuyla ilgili sesi arada bir çıkar. O da “Kim takar Yalova kaymakamını” türünden boş bir gürültüden öteye geçmez. Dolayısıyla İsrail"in her yaptığı yanına kar kalır. Bu artık bozulamaz kalın bir ezber halini almıştır. Ve bu durum İsraili önü alınamaz bir barbarlık ve azgınlığa itiyor. Akl-ı selimi kullanamaz, hukuk ve adaleti düşünemez hale getiriyor. Yani İsrail Devleti artık çılgınlığın bile sınırlarını aşıyor. En son Gönüllüler Gemisine yapılan kanlı baskın bunun çok somut bir örneği. Bir an için düşünelim tamamen insani bir duyarlılıkla ve bütünüyle sivil, yaklaşık otuz ülke vatandaşının içinde rol aldığı, bütünüyle gönüllü kurum ve kuruluşlardan müteşekkil bir insani yardım organizasyonu. Arkalarında hiçbir devlet veya kurumun silahlı gücü yok. Tamamen silahsız bir şekilde uluslar arası sularda seyrediyor. İsrail Devlet i bir devlet olgunluğuyla değil tamamen korsan, eşkıya-terörist bir güdüyle tam teçhizatlı bir deniz ve hava operasyonuyla bu masum insanlara saldırıyor. Böyle bir operasyonun kansız geçmeyeceğini küçücük bir çocuk dahi tahayyül edebilir. Sonuç ortada. Geride yirmiye yakın ölü. Bunun iki katı yaralı. Altı yüze yakın insanın hapsedilmesi. Ve mağdur, mazlum insanlara gitmesi gereken insani yardımın telef oluşu. Yerine ulaşmaması.

Bu bütün bir dünyaya meydan okumadır. Ve bu organizasyonda yer alan vatandaşların ülkelerine savaş açmadır. İnsanlığın vicdanına savaş açmadır.

İsrail devleti Askeri ve siviliyle en küçük Arap devletinin çeyreği bir büyüklüğe dahi tekabül etmiyor. Ekonomisi ve kaynaklarıyla da yine o kadar ehemmiyetli bir yer tutmuyor.

Peki, bütün olan bitene rağmen İsrail bu pervasız barbarlığı yapabilecek gücü nereden alıyor? İsrailin elinde dünyanın bilmediği, hiç kimsenin baş edemeyeceği bir silah veya güç mü var?

Biraz bunu irdelemekte fayda var.

İsrail bu barbarlığı yaparken:

Başta ABD, AB, BM ve NATO olmak üzere batılı hiçbir güç ve kurumun kendisine en ufak bir ceza vermeyeceğini çok iyi biliyor. El altından veya aleni olarak onlardan ne kadar yardım ve destek aldığını sadece kendisi ve bu yardımı yapanlar biliyor.

Endişe edebileceği güç Müslüman devletlerdir. Ama onların hali pürmelâli zaten ortada. Hani derler ya “Tilki yağmurdan korksaydı, şemsiye ile dolaşırdı.”İsrailin Müslüman ülkelere bakışı bu darbımesel ile birebir örtüşüyor. Çünkü Ortadoğu coğrafyasını oluşturan yaklaşık otuz kırk Müslüman devletin hemen her biri bir şekilde kuyruk bağıyla ya direkt İsraile ya da onu pohpohlayıp büyüten efendilerine bağlıdır. Bağlı olmayanın da caydırıcı bir gücü yok. Ve hemen hiç birinin arka bahçesi ve avlusunun önü temiz değildir. İç sorunları çok büyük. Bütün enerjilerini iç kamuoylarını pasifize etmekte kullanıyorlar. Dışarıyı görecek halleri yok. Yönettikleri toprağı ve halkı gönül birliği, ideal bir insani hukuk, evrensel insan hakları kültürü ve halkın bütününü kucaklayan müreffeh bir yaşam kalitesiyle yönetmiyorlar. Halkın kıblesi ile onların kıblesi bir türlü örtüşmüyor. En ufak bir karışıklıkta zülüm ile işgal ettikleri taht ve saraylarının başlarına yıkılacağını çok iyi biliyorlar. Bu yüzden olaylar karşısında sadece zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar. Halkın baskısı olmazsa bazı kınamaları bile yapamayacaklar. Ve İsrail bu durumu çok iyi biliyor. Ve bu bilgiyi kendi lehine çok iyi kullanıyor. İsrailin bütün haşmeti, heybeti ve başarısının sırrı bunda gizlidir. Yoksa israilin öyle ahım şahım bir gücü yok. Onun gücü bizim güçsüzlüğümüz üzerine kurulmuş. Bir milyarlık nüfus hiçbir şey yapmasın. Her biri sadece mutfaklarındaki bulaşık suyundan bir tas suyu israil katillerinin üstüne boca etseler, orta doğuyu cehenneme çeviren bu katiller güruhu ortadan kaldırırlar.

Bu olayla ilgili olarak hepimiz son günlerde adeta televizyonların karşısına kilitlendik. Dün insanı beyninden vuran bir haber düştü kanallara.”Yaşanan gerginlik üzerine Mısır Gazzenin dünya ile bağlantısını sağlayan sınır kapısını açtı…”Dünya gündeminden habersiz bir insanın düz okumasıyla bu haberin tercümesi şu şekil olurdu, her halde. Yahu, Mısır Filistinlilere ne zaman savaş açmıştı. Ya da israilin en büyük müttefiki Mısır Arap cumhuriyeti midir? O Mısır ki İslam coğrafyasında çok önemli bir yer tutuyor. Ezher üniversitesine sahiplik ediyor. Sözü uzatmanın bir anlamı yok. Bu örnek bu konuda sözün bittiği andır.

Bu, gönüllülük esasına dayalı insani yardım hareketini gönülden kutlamalıyız. Vicdanlara seslendikleri için bütün dua ve dileğimiz, Yeryüzünün en yakın veya en uzak köşesinde en ufak bir zulmün kalmaması için en katı vicdanları bile harekete geçirmesidir. Umarız ki o masum Filistin çocukları ve insanları üzerindeki insanlık dışı ablukanın kalkmasına vesile olur.
Ödenen bedel çok ağır. Ölü ve yaralılarımız var. Bu masum insanlar bunu hak etmemişlerdi. Bu organizasyon daha az veya hiç zayiat olmadan da yapılabilinirdi belki. Bütün bunlar ayrıntılarıyla elbette tartışılacaktır.

Bu organizasyonda vatandaşları bulunan ülkeler ta işin başından beri vatandaşlarının böyle bir vahşetle karşı karşıya kalmamaları için gerekli bütün tedbirleri almakla mükelleftirler. Hele uluslar arası sularda vatandaşlarının her türlü hakkını aramak ve korumakla mükelleftirler. Ama sanırım bütün bir dünya çok gafil avlandı. Hiç kimse adı devlet olan bir yapının sivil insanlara karşı böylesi bir vahşete başvuracaklarını kestiremedi. Bu davada her türlü özveride bulunan arkadaşlarımız ucuz kurtuldular. Tablo çok daha ağır olabilirdi. Ölenlere canı gönülden rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Hepimize geçmiş olsun diyorum.

Bir daha böylesi tabloların yaşanmaması dileğiyle. Yeryüzünde hak ihlali barındıran acılar, ambargolar ortadan kalksın. İnsanların onuruyla oynanmasın. Çocuklar açlıktan, ilaçsızlıktan kırılmasın. Silahsız Sivil insanların, taş atan, sapan kullanan çocukların cezaları ile silah kullanıp kan döken katillerin cezası bir olmasın, diliyorum. Zulme karşı direnişimiz yeryüzünün her karışında aynı netlikte olsun diyorum.

( Gazze, İnsani Yardım Ve İsrail Vahşeti başlıklı yazı Sedat DOĞAN tarafından 8.06.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu