Taş Yontucunun Rüyası..

​Gecenin örsünde dövülmüş bir sessizlik.
Odamda, masamın üzerinde bembeyaz bir hiçlik uzanıyor.
Bir kâğıt değil,
kar yağmış, el değmemiş bir ova.

Mürekkep şişede, doğmamış alfabelerin rüyasını gören
karanlık ve durgun bir göl.
​Büyük ustaların hayaletleri dolaşıyor omuzlarımda,
nefesleri, eski kitapların sayfalarını çeviren
görünmez bir rüzgâr.

Nâzım’ın çelikten mısraları çınlıyor bir köşede,
Cemal Süreya’nın sevdaya batırılmış kalemi parlıyor,
Ve Orhan Veli,
cebindeki son umut kırıntısıyla gülümsüyor loşlukta.

Ağır bir miras bu,
altında eziliyor kelimelerim.
​Elimde kalem değil,
yorgun bir yontucunun keskisi var sanki.

Ruhumun dağlarından bir kaya devirdim önüme,
ama hangi yüzünü yontsam,
hangi damarını izlesem de bulsam içindeki heykeli?
Vuruyorum ilk darbeyi,
sesi boş bir salonda takırdıyor sadece.

Kelimeler, o bildik, o herkesin çiğnediği yavan kelimeler
birer çakıl taşı gibi dökülüyor avuçlarımdan.
Kolay olanın tuzağı,
ölü bir kralın hazinesinden kalma yıpranmış sikkeler gibi
değersiz kılıyor her şeyi.

​Sonra, tozlu havayı yırtan bir ışık sızıyor içeri.
Pencereden değil,
hatıranın aralık kalmış kapısından.
Ben Nevis’dağının zirvesinde bir kartalın kanat çırpışı,
affetmeyen bir maviye karşı duran o bembeyaz yalnızlık.

Toprağın, ilk yağmurdan sonraki o baygın kokusu,
bir çocuğun avucunda sıktığı
ve sonra denize fırlattığı yassı bir taşın sekişi.
İşte o an,
o an baraj yıkılıyor.
​Mürekkep, o karanlık göl, taşıyor yatağından.

Kelimeler, su samurları gibi kara ve kaygan,
dizelerin akıntısına bırakıyor kendini.
Artık ben yontmuyorum,
damarlar konuşuyor kayanın içinde.

Ben yazmıyorum,
parmaklarım, unutulmuş bir lisanı hatırlayan
kâhinler gibi kendi kendine kımıldıyor.
​Nefesle ve sesle bir dünya kuruyorum şimdi.
Sessiz harflerden dağlar yükseltiyor,
yumuşak bir ünlünün kenarıyla vadiler oyuyorum.

Her virgül, soluklandığım bir dağ pınarı,
her nokta, yolun sonuna değil,
yeni bir manzaraya açılan bir tepe.
Odanın duvarları eriyor,
tavan yıldızlardan bir dokuma oluyor sanki,
ve ben artık elinde kalem tutan bir adam değil,
o ilk ışığı konuşan sesin yankısıyım sadece.

​Sessizlik geri dönüyor.
Ama şimdi farklı bir sessizlik bu.
İçinde yeni bir sesin hayaletiyle dolu.
Önümdeki ova değil artık kâğıt,
üzerinde izler var, patikalar var, hayat var.

Şiir nefes alıyor masada,
başka gözlerin denizinde seyre çıkmaya hazır,
sessiz bir tekne gibi duruyor.
Ve ben, yorgun bir yontucu,
eserimin başında,
hem mağrur hem de ne kadar küçük olduğumu bilerek,
güneşin doğuşunu bekliyorum... 

Ali Gün 
İngiltere 
( Taş Yontucunun Rüyası.. başlıklı yazı ali-gun tarafından 10/12/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu