
Kötülük nasıl ekilir?
Nefret nasıl filizlenir — ve nasıl olur da “kurtarıcı” verir o toprak?
Küçük başlayın.
Bir sabah sözü, bir akşam bakışı.
“Onlar bizim simitlerimizi alıyor.”
“Onlar farklı kokuyor.”
Masum laflar, öyle değil mi?
Bu nefret değil —
sadece biraz “sağduyu”!
Ne kadar da makul.
İşte ilk filiz böyle çıkar toprağa.
Ortalamanızı kutsal bir dille süsleyin.
Yüksek sesle söyleyin:
“Ben aslında daha iyiyim,
ama onlar…”
(kim olduklarının önemi yok)
“…beni geri tutuyorlar!”
Her incinmiş benlik için mükemmel bir gübredir bu.
Kendinize ne kadar çok acırsanız,
öfkeniz o kadar kök salar.
Şimdi her gün, düzenli olarak sulayın.
Basit, kolay yalanlarla:
“Eskiden herşey daha güzeldi.”
“Suç onlarda.”
“Çözüm bende!”
Yalan ne kadar aptalsa,
o kadar derine işler.
Bunu tarihin en eski bahçıvanı bilir.
Ve bakın — birdenbire orada belirir:
Konforlu tembelliğimizin toprağından doğrulur,
gamalı haçlı adam,
takım elbiseli kurtarıcı,
bizim tiksinti bizden,
bizim rehavetimizden,
bizim büyümeyi reddedişimizden doğmuş.
Programı mı?
En gizli önyargılarımız.
Konuşması mı?
Günlük sohbetlerimizin yankısı.
Zaferi mi?
Aklımızın iflas belgesi.
Biz onu seçmedik.
Biz onu düşledik.
Biz yaratmadık.
Biz hak ettik.
Ve her şey yanıp kül olduğunda,
rahat bir tebessümle şöyle diyebiliriz:
“Biz yapmadık.
O zaten deliydi.”
Ne kadar kolay, ne kadar pratik.
Ama sor kendine:
Neden onun kurbanları,
bugün ona bu kadar benziyor?
Neden biz,
sadece izledik — hiçbir şey yapmadan?